Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Dört Duvar

Orhan Kemal
 

DÜNYADA HARP VARDI (*) 

- I - 
-Sürgünler geldi. 
dediler. Zaten bekliyorduk. Kostuk cezaevinin tas merdiveni basina: Ben, Necati, Kosti, Bobi Niyazi. 
Dördümüz de hükümlüydük. Necatiyle Kosti bir gece Beyoglu sinemasinin gisesini soymaga kalkip yakalanmaktan yediser yil yemislerdi. Bobi Niyazi, aslinda esrar satmak ama, "arkadaslar matragina cebime esrar koymuslar, polisler kaçak çakmak tasi ararlarken enselediler, adimiz esrarciliga çikti!" diyordu. 
Neyse, kostuk cezaevinin idareye çikilan tas merdivenlerine. 
Bir baska Il'in cezaevinden bizim cezaevine sürgün edilenler, büyük demir kapidan içeriye ikiser ikiser sokuluyorlardi. Ortadaki kalin, upuzun zencire bileklerinden siki sikiya bagli cezalilar yüzelli çifttiler, tamam üçyüz kisi! 
Yalin ayaklari, paramparça üst baslariyla mide bulandiriciydilar. Saçlari sakallarina karismisti. Her içeri giren çift, onlari getiren candarmalarin önünde duruyor, bileklerini bagliyan kelepçenin küçücük kilidi açilmadan önce, üçyüz sari dosya arasindan "Sahsi dosya"lari bulunuyor, bizim cezaevi idarecilerine teslim ediliyorlardi. 
Agir agir, ama gittikçe çogalan, tehlikeli bir kalabalik birikiyordu cezaevi bahçesinde. Yalin ayakli, partallar içinde aç bir kalabalik. Önce günesin altinda esneyip geriniyor, sonra da açlik ve uykusuzluklarini belirten gözleriyle çevreye bakiniyorlardi. Cezaevi avlusunun yüksek duvarlari diplerinde misir ekiliydi. Boy atmis misirlar. Sürgünlerin bir anda bu misirlara saldirdiklarini, çekirge bulutu çöküp kalkmis tarla gibi, misirlarin temizleniverdigini gördük. 
Ufak tefek, semiz bir kedi yavrusunu hatirlatan Bobi: 
-Yuuuuh, dedi. Yuh be. Bunlar benden de aç! 
O, aç olmaktan çok, açliktan söz açip üçün besin yoluna bakma dümenindeydi. Görüsmecileri gelen tutuklulardan uçlandigi ekmek, zeytin, peynir, tereyagi, helva, ne bileyim yiyecek, giyecegi çabucak paraya çeviriverir, günün birinde disari çikinca geçinebilmek için tutacagi ise para biriktirirdi. 
Sürgünler avluda gittikçe çogaliyordu. 
Basgardiyan bir ara düdügünü sert sert öttürdü, sonra da bagirdi: 
-Buraya gelin bakayim. Içtima! 
Ellerinde misir koçanlari, çöp tenekelerinden kapisilmis kuru ekmek, zeytin çekirdekleriyle sürgünler Basgardiyana da, düdügüne de bosveriyorlardi. Zararli tirtillar, ya da sürüngenler gibiydiler. Çig misir koçanlarini disliyor, zeytin çekirdeklerini kirip içlerini agizlarina atiyorlardi. 
Dünyada harp vardi! 
Alman Nazilerinin motörlü birlikleri, tarihsel bir öfkeyle Avrupayi, ne Avrupasi, bütün dünyayi bir yandan kuzeyin uçsuz bucaksiz bozkirlarina öte yandan Atlantigin, Akdeniz'in çivit maviliklerine sürüyorlardi. 
Dünyada harp vardi! 
Türkiye harbin disindaydi ama, gene de dikenli kabuguna olanca sinirliligiyle çekilmis korkunç bir allerji içinde, bekliyordu. 
Seker besyüz kirikbese satiliyordu. Kesme sekerin topagi çeyrege gidiyordu cezaevinde. Kilosunu besyüz kirkbese alan cezaevi karaborsacilari, böylelikle kiloyu sekiz, on hatta hatta on iki, on bes liraya getiriyorlardi. 
Dünyada harp vardi! 
Sinirlarimizin çok yakinlarindan gelip geçiyordu motörlü araçlarin benzin kokulu homurtusu. Kötü haberler aliyordu dünyadan radyolar. Alman Nazileri, Italyan Fasistleri, uzak doguda Japonlar. Firinlar dolusu yakilan insanlarin çigliklari uçusuyordu havada. 
Dünyada harp vardi! 
Bir ara Necati: 
-A... dedi. Bu sayin bay da kim? 
Güneste kara bir su gibi parliyan rugan çizmeleri, bal renkli kumastan külot pantolunu, piril piril lacivert ceketi, pantolonunun kumasindan kasketi, kara gözlügüyle gerçekten de bir sayin bay, bir majeste. Belki de, Afrika'da kaplân avina çikmis bir Ingiliz lordu, sömürgelerdeki bitkilerini görmege gelmis bir Belçika, bir Felemenk, bir ne bileyim Fransiz, bir Italyan sömürgeni! 
Bilekleri kelepçesizdi, ötekiler gibi zencire vurulmamisti. Arkasindan elleriyle Basgardiyanin yanina gitti, durdu, bir seyler konustular. 
Beyoglu'daki sinema gisesinden uçlanacaklari paralarla 936 Berlin olimpiyatlarina gitmeyi kurdugu halde felek yar olmiyan Necati: 
-Peki ama, kim? dedi. 
Necati'nin suç ortagi Kosti atti: 
-Memur herhalde. 
Bobi kisa kesti: 
-Gider ögrenirim! 
Hep o besili kedi yavrusu haliyle bir kosu gitti. Terslenmis, geri döndü: 
-Herifte çalim altidan! 
-Yani ne? Mahkum mu? Memur mu? 
-Ne bileyim yahu. Azarlayisina bakarsan memur, sari dosyasina bakarsan mahkum! 
Az sonra, agarmis sakaklariyla yanimizdan geçti, yüzümüze bile bakmadi. 

-II- 
Cezaevi birinci bölümünün en üst kat "Tecrit"lerinden birinde yalniz, rahattim. Kogusun bir kiyisina serili yatagim, yanibasimda pencerem. En çok da yaz sabahlarinda, tül mavisi daglar adindan, içi kan dolu kocaman bir küre gibi dogusu günesin! 
Kipkirmizi, koskocaman, yusyuvarlak günes piriltisiz bir kirmizilikla, mat bir kirmizilikla uzaklardaki yemyesil agaçlar kalabaliginin ardindaki tül mavisi daglarin aralarindan agir, agir, nazli nazli yükselmez mi, dakikalarca dalar giderdim. Kipkirmizi, yemyesil, masmavi, persembelerin serin cümbüsü! 
Ama harp vardi dünyada! 
Düsman uçaklarinin bütün bu serin renkler cümbüsünü atese, kana, insan çigliklarina her an bogabilecegi günlerdi o günler. Türkiye'de "Pasif korunma", karartma vardi geceleri. Milyonlarca degilse bile, binlerce insanin elleri sakaklarinda kara kara düsündükleri günler. 
Sürgünler gelince cezaevinde bir derlenip toplanma, bir sikismadir basladi. Çukurlarina mosmor gömülmüs aç gözler, cezaevi koridorlarinda sari birer gölge gibi dolasiyor, enselerdeki soluyuslari insana, çok yaklasmis ölümü hatirlatiyordu. 
Dünyada harp, cezaevinde ölümü hatirlatarak dolasan açligin çiplak ayaklari! 
Çogu sabahlarin erken saatlarinda, koguslar açildiktan az sonra, beton koridorlarda kosusan kabarali postallarin keskin düdükleri tekmil mahpuslari demir parmakliklarin ardlarina yigiverdi. Kat kat bölümlerin demir parmakliklari ardindaki merakli bakislari dibe, taa dipte dört köse betona dikilmistir. Orda, en dipte iste, savrulmus biçaklariyla birer yay gibi gerilmis insanlar ölüm kalim savasina atilmislardi. Isiltili keskin kamalar birer yilan dili gibi sert, egriler çizerlerdi kül renkli aydinliga. Gardiyan düdükleri, derinden derine yansiyarak yaklasan candarma kabaralari, demir parmakliklar ardinda dalgali birer orman gibi uguldiyan mahkumlar. 
Ölüm korkusu vuran yüzler gerilmistir asagida. Gözler yuvalarindan firlamis. Ölüm kasla göz arasina pusu kurmus. Birden savrulan bir biçak. Bos bulunan kavgacilardan birinin kanlar içinde betona yigilan agir gövdesi! 
Kavga bitmis, yaralanan, ya da ölen kaldirilmis, demir parmakliklar ardinda dumani tüten bir tartisma baslamistir: 
-Ulan bir biçakta cartayi çekti be! 
-Hiç is yokmus.. 
-Ne yapaydi? 
-Insan bir biçakta gider mi? 
-Sen olsan? 
-Hadi be sen de! 
-.................. 
-.................. 
Sürgünler geldikten sonra cezaevinde esrar, afyon, hatta sürgünlerle birlikte gelip, bizim cezaevi tutuklarindan pek çoklarinca benimseniveren eroin satislari hizlandi. Satislar artinca, biçak alis verisi, biçak alis verisi artinca da kavga ve ölüm artti. 
Dünyada harp vardi! 
Cezaevinde de alis veris kavgayi ve ölümü arttirmisti. Ölenler alis veris edenler degil, adamlardi. Çünkü alis veris edenlerin paket paket cigaralari, ekmekleri, esrar, afyon, eroinleri vardi; cigara, ekmek, esrar, afyon, eroin karsiliginda pusu kurup cana kiyacaklar da pek çoktu cezaevinde. 
"Kaplân avcisi" bütün bunlarin disinda, bütün bunlardan uzak, kendi aleminde. 
Dünyada harp, tutuklar evinde açlik, savrulan kamalar yarim somun için cana kiyiyormus... 

-III- 
Birkaç kogus degistirdikten sonra benim kogusa yolu düstü. Begenmis olacak, demirlendi. Sürgün edildigi cezaevinden birlikte getirdigi havuç kirmizisi bilekli, kocaman kocaman yumruklu adami, vardi bir doksan boya yüz kiloluk. "Kamyon" diyordu ona: 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Kenefe gidecegim! 
Kamyon önce gider helayi güzelce yikar, ibrigi doldurur sonra da önüne düserdi efendisinin. Efendi, mor yollu ipek pijamasiyla Kamyon'un ardinda kogustan çikmadan önce: 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Kahvemi kenefe getir! 
Efendi helada cigara üstüne cigara içedursun, Kamyon, kahvesini ispirtolukta pisirir, kenari yaldizli Çin isi, Japon isi fincanla götürürdü. 
Dünyada harp vardi, cezaevinde açlar, çiplaklar yarim somun, bir esrarli cigara için cana kiyiyorlardi... 
Kamyonun gicir gicir yikadigi helada, Tekel'in Çesit isimli cigaralarindan tellendirir, izmariti bir fiskede helada beklesen yalin ayakli Adem babalar kalabaligina firlatirdi. Izmarit havada kapisilir, sonra da birbirlerinin üstlerine atilinarak, betonda bogusulmaya baslanirdi. Onlar bogusa, hatta bir izmarit için girtlaklasa dursunlar, "sayin bay", Çesit kutusundan alinmis kahverengi kaatli bir Esmer, ucu yaldizli bir Sipahi, ya da en azindan zarif bir Yenice'yi ateslemis, betonda altalta üstüste bogusanlarin kiyisindan, ipek pijamalariyla kogusa dönerdi. 
Kogusta onunla Kamyon'dan baska, bir baskasi daha varmis! 
Dünyada harp, cezaevinde dögüs, kogusta kendi ve adamindan baska biri daha mi var? 
Bir gün: 
-Kamyon kardes be, dedim. 
-Hop? 
-Senin asil adin ne? 
"Sayin bay" az sonra çikip gidecekmis gibi giyindigi lacivert kostümü, rugan iskarpinleri, kolali yakasi, kirmizi boyunbagi, briyantinle gicir gicir tarali saçlariyla kogus kapisi önünde beton koridorda bir asagi, bir yukari dolasiyor, dolasirken de ruganlarinin cizirtisi yansiyordu. 
-Asil adim mi? 
-Evet, ne? 
-Hüseyin. 
-Nerelisin? 
-Uzunyayla'li. 
-Suçun? 
-Katil. 
-Kimi vurdun? 
Söylemedi. Bir gün Necati'den ögrendim: Kiz kardesini bastan çikarani, ardindan da bastan çikan kiz kardesini vurmus. 
-Ha Kamyon? Kimi vurdun? 
-Bosver! 
-Efendinin de suçu adam öldürmekmis. O kimi öldürmüs? 
-Kendisine sor! 
-Ona sorulur mu Kamyon? Insanin yüzüne bile bakmiyor! 
Bakmiyordu gerçekten de. Sabahin erken saatlarinda uyaniyor, kalkiyor, pembe dis firçasi, pahali cinsten dis macunu, omuzunda havlusu: 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Elimi yüzümü yikayacagim! 
Dönüste mutlaka günesin kocaman, kipkirmizi bir cam yuvari gibi agir agir, nazli nazli dogusuna açik pencere önüne gelir, ellerini açar, pitirdayan dudaklariyla uzun uzun dua ederken boynu büküktür. Mor yollu ipek pijama, rugan çizmeler, nikel tras takimi, her yanindan piril piril saglik ve küstahlik akan gergin mesin bavulu. 
Dua biter. 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Tras olacagim! 
Içeri cam, alüminyum tras taslariyla gelen sicak su, nikel tras takimi, jilet. Cezaevinde jilet yasakti oysa.. Pahali cinsten yuvarlak tas aynasinin karsisina geçer, uzun uzun tras olur. Sonra: 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Trasim bitti! 
Kilifindan çikan yilan gibi, sabunlu sulari, kirli jilet makinesi, jiletlerini Kamyon'a birakip giyinmege baslamadan önce ispirto, pamukla boynunu bogazini gicir gicir siler, ardindan bol bol limon kolonyasi, daha sonra da: 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Gömlegimi ver! 
Gömlek verilir. Alir, giyinir: 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Gravatimi! 
Kravat, baglanir: 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Pantolonumu! 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Ceketimi! 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Seccademi ser! 
Sari, sirma saçaklariyla ipek seccade kibleye dogru serilir, namaza dururdu. Sabah namazi dört rekat mi? Hayir, ondört, belki yirmidört rekat kilar. Sonra seccadeye usulünce oturur, avuçlarini açar, aglayarak kimbilir neler isterdi fizikötesinden? 
Vardi, içini kemiren bir seyi vardi ama, ne? 
Bir gün gene dayanamadim: 
-Kamyon be! 
-Hop? 
-Agan namazdan sonra, dua ederken niye agliyor? 
-Ne bileyim ben? 
-Evli mi? 
-Evli. 
-Çoluk çocuk? 
-Yok. 
-Karisi? Genç mi karisi? 

-IV- 
Kamyon hiçbir zaman "Genç" de demedi, "Yasli" da. Merak da etmiyordum. Daha dogrusu insanlardan kaçan, hemen hemen hiç kimseyle konusmiyan, konusulacak insan yokmusa getiren bu adama ben de baskalari gibi içerliyordum. 
Necati: 
-Amma da kendini begenmis be! diyordu. 
Kosti için: 
-Senyör! dü. 
Metelik sizdiramayan Bobi ise: 
-Kaplân avcisi! deyip geçiyordu. 
Gerçekten de, yatilacak daha on, on bes yili oldugu halde, az sonra çikacakmisçasina hazirlanisi saçmaydi. Hele o piril piril rugan iskarpinleri! Bu çizmelerinden ötürü çok geçmeden cezaevine ünü yayiliverdi: 
-Kaplân avcisi! 
Onun o bitmez tükenmez "Kamyon!"lariyla, Kamyonun sasilacak bir sabirla yapistiriverdigi "Hop! larindan biktigim için, sabahleyin erkenden kalkip, Necatiyle Kosti'nin yanina iniyordum. Gece yarisina dogru döndügüm zaman onu ya uyur, ya da basinda sirma islemeli siyah takkesiyle Kur'an okur bulur, üzerinde durmaz vururdum kafayi. 
O gece de önceki geceler gibi kafayi vurmustum. Gece yarisini çok geçmis, belki de sabaha karsiydi. Uyandim. Yorganin kiyisindan baktim onlara: Kamyon'la o. Ellerinde desteyle fotograf, miril miril konusuyorlardi: 
-Bu, bizim orman dairesinin önünde çekilen resmim! 
-Sen hangisisin? 
-Na, su. Çizmeler nasil çizmeler, ayagimdaki? 
-Güzel. 
-Tabi güzel. Beyoglunda hususi çizmeciye yaptirmistim! 
Degisen fotograf. 
-Bu da Sadiyeyle.. hey gidi günler hey! 
Birden kendine geldi: 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Evlendigim sira karim ondördündeydi.. 
Kamyon bunu biliyor olmaliydi basini salladi anlayisli anlayisli. 
-............... bense, kirkbesimde! 
-.......................? 
-O simdi on dokuzunda, ben, ellimdeyim! 
Kamyonun yüzüne bir seyler ariyorcasina bakti bakti. Gene: 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Otuz bir yas var aramizda! 
-..................? 
-Çok mu? 
Kamyon toparlandi: 
-Yok canim... 
-Sonra, ben, benim gibi erkege göre... 
-Çok degil. 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Karilarimiz ne yaparlar bize? 
-Taparlar. 
-Sen hiç evlenmemissin ama? 
-Ne çikar? 
-Dogru. Evlenmis olsan da karin gencecik olsaydi? 
-Gene tapardi! 
-Hapse düssen, yatilacak uzun yillarin olsa? 
-Gene! 
Bir baska fotograf. 
-Bu da nisanliyken çektirdigimiz... 
Belki yüz tane fotografin destesi. Nisanliyken, yeni evliyken, evlendikten bir hafta sonra, on bes gün, bir ay, iki ay, bes ay sonraya kadar çekilmis fotograflar. 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Benim karim Gürcü! 
-Biliyorum. Gürcüler erkek olur.. 
-Yasa. Erkek olur degil mi? 
-Erkek olur. 
-Kocalari hapisten hiç çikmayacak bile olsa? 
-Gene evlenmezler! 
-Gürcü kizlari ne olur Kamyon? 
-Erkek olur! 
-Bu yastik var ya Kamyon? 
-Var. 
-Dantellerini, çiçeklerini kendi elleriyle isledi. Zifaf yastigimiz, biliyorsun, söylemistim. Karimin kokusu sinmis. Evlenseydin, benimki gibi gencecik bir karin olsaydi.. 
-Ben de içeri düsseydim.. 
-Düsseydin? 
-Deli olurdum! 
-Karin gürcü olsaydi ya? 
-O zaman baska! 
-.................. 
-.................. 

-V- 
Dünyada harp vardi. 
Azrail sira sira, dizi dizi harp makineleri kiligina girmis, Avrupanin altini üstüne getiriyor, insanlar kitleler halinde firinlarda yakilip, külleri bütün dünyaya savruluyordu. 
Dünyada harp, dünyada açlik, dünyada açlik pahasina tokluk vardi. Açlik pahasina toklardan pek çogu kocaman göbekleriyle kürsülere siçriyor, dizi dizi harp makineleri kiligina girmis azrail adina milyonlarca yalan söylüyor, milyonlari milyonlarin zararina kandiriyorlardi. Dünyada harp vardi! 
Dünyadaki harbe alkis tutan radyolar, rotatifler, baski makineleri vardi. Radyolar, rotatifler, baski makineleri yalan söylüyordu. Yalana, yalanlara inananlar. Yalana yalanlara inanlardan biriydi Selahattin bey. Anadolu'nun kalin bedenli agaçlarla yesil bir deniz gibi dalgalanan kocaman ormanlarindan birinde, piril piril çizmeleri, Adolf Hitler biyigi, sise sise içkilerin korkunç bir küfür makinesi haline getirdigi küçücük bir adamdi Selahattin bey. Orman memuru. Dünyada harp, Türkiyede sahlanmis karaborsa! Devletin maasida ne? karaborsa Selahattin beye binler veriyordu. Viski veriyordu, havyar veriyordu, piril piril çizmeler, kat kat Ingiliz kupon kumasindan elbise, bitmez tükenmez çalim veriyordu. 
Devlet de ne? Hük(met de ne? Maas da ne? 
Selahattin bey göz yumuyordu kaçakçilara. Milyonlar vuruyordu kaçakçilar ayli, aysiz, çisentili, çisentisiz gecelerde. Ayli aysiz, çisentili çisentisiz gecelerde arabalar çikiyordu islak ormanlardan. Arabalar dolusu keresteler. Binler, yüzbinler kaçiyordu, kaçiriliyordu. Is bilenin, kiliç kusananindi. Is bilen kiliç kusananlar yüzbin yüzbin kazaniyorlardi. Selahattin bey, küçücük Selahattin bey, Adolf Hitler biyikli Selahattin bey de bin bin. Maasi "Yüzler"le görememis Selahattin bey, "Bin bin" kazaninca elbette kabina sigamayacak, elbette ceviz oynayacakti çoluk çocukla, kirikbes yasina bakmadan elbette nikahlayacakti on dört yasindaki el kizini! 
Ondördündeki Gürcü kizinin henüz adet görmemis toylugu önünde mest Selahattin bey içiyor, içtikçe cosuyor, costukça içiyor, atliyor ormanlarinin kiyisindan geçen gece yarisi trenlerine, ver elini Istanbul sehri! 
Istanbulda harp yoktu, karaborsa vardi. Yalan söyliyen rotatifler vardi Istanbulda, baski makineleri vardi. Rotatiflere, baski makinelerine yalan söyletenler vardi. Adolf Hitler biyikli Selahattin bey de kapilanlardandi yalanlara! 
Bir gece Beyoglunda küçücük bir bar. Barda ablak yüzü kipkirmizi bir Yahudi. Yahudinin yaninda sarili konsomatris. Nasil olurdu? Avrupayi altüst eden sira sira ölüm makineleri dünyayi Yahudilerden kurtarmak için kursun kursun, bomba bomba, firin firin çalisip dururken, Istanbulda, Beyoglundaki bir barda, barin kirmizi, yesil, mor, sari müzigi içinde sarisin bir Türk, üstelik müslüman kiziyla bir Yahudi.. nasil olurdu? 
"-Garson, o kariyi kaldir o pis Yahudinin yanindan!" 
Türkiye henüz Almanya degildi. 
"-Sana söylüyorum garson!" 
"-..................???" 
"-Garson, garsooon, garsoooon!!!" 
Adolf Hitler biyikli kalkti hinçla, gitti çalimla masasina Yahudi'in. Kirmizi ablak yüzüyle bakti Yahudi, mavi mavi: 
"-Ne var? Ne istiyorsun?" 
"-Eeeeeeyt!" 
"-Bas burdan serseri!" 
"-Been? Bana?" 
"-Evet sen, sana. Garson, getir masayi oradan!" 
"-Sen, sen, sen..." 
"-Ben, ben, ben... tut kuyrugundan sunu, at!" 
Adolf Hitler biyigin bir tekmesi. Önce masa, sonra altüst olan bar. Yumruklari Yahudinin. Piril piril çizmeler, Adolf Hitler biyik, kolali yaka, kravat... 
Yumruk, tekme tokat! 
Birden bir simsek Selahattin beyin. Belindeki tabancayi anasi koymamisti Yahudi'nin, ve Yahudi sayiyla verilmemisti Selahattin beye! 
Bes kursundan üçü ablak suratina gömülmüstü Yahudinin, dördüncü ta karsidaki ampulü parçalamis, besinci beyaz yagli boyasina saplânmisti tavan tahtasinin! 
... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Benim karim Gürcü! 
-Erkek olur gürcü kizlari... 
-Kocalari hapse düsünce? 
-Beklerler! 
-Hiç çikmayacagini bile bilseler? 
-Gene beklerler! 
-Bu yastik var ya bu yastik? 
-Evet bey, biliyorum. karinin kokusu sinmis, zifaf yastiginiz! 
-Kamyon! 
-Hop? 
-El yüz yikiyacagim. 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Su dökecegim! 
Bir gün de: 
-Kamyon! 
-Hop? 
-Canim sikiliyor.. 
Önceleri tek kaatli esrar cigarasi, sonra çift kaatli, daha sonra afyon, eroin, kumar. Bütün bunlar çok iyi geliyordu cansikintisina. 
Agir bir hastalik yüzünden üç ay hastahanede yattim. Bu üç ay içinde ne olmussa olmus. Taburcu edilip döndügüm gün Bobi kapida karsiladi: 
-Seninkini görme!! 
-Kim benimki? 
-Kaplân avcisi! 
-Ne oldu? 
-Esrar, eroin, kumar.. 
-Yapma! 
-Yaptim gitti. Çik da gör halini! 
-Üç ayda ha? 
Kumar bir canavar olmus üç ayda. Ne nikel tras takimi, ne kat kat, renk renk, biçim biçim elbise, ne hali, ne kilim, ne de bir kenarda birkaç kurus, hatta ne yatak, ne yorgan, ne de piril piril mesiniyle küstah bavul! 
Yalniz zifaf gecesi yastigi. 
Bir sabah yanima çekinerek sokuldu. Gözlerinde tekme yemis köpek korkakligi. Adolf Hitler biyigi kirpilmamis, sakali uzamis, avurtlari çökmüs. 
-Geçmis olsun, dedi. 
-Tesekkür ederim. Fakat siz... 
-Düsmez kalkmaz bir Allah! 
-Peki ama, üç ayda? 
-Iste görüyorsunuz. Birakin simdi bunu, size bir ricada bulunabilir miyim? 
-Estafurullah.. 
Koridorun nemli griliginde yanyana yürüdük. 
-Çok utaniyorum, dedi. 
-Neden? 
-Su halimden. Fakat, gece bir rüya gördüm, beyaz sakalli bir dervis.. 
-Evet? 
-Bul bir bes lira dedi. 
-Bes lira? Ne için? 
-Talihini dene, korkma. Kazanacaksin kaybettiklerini dedi. 
Anlamistim basima gelecegi. 
-Bir bes liracik olsa.. Hani siz hatirliyacaksiniz, karimin zifaf yastigi vardi. Onu size rehin birakirdim! 
Yapacagim bir sey yoktu. Yastigi getirdi, elinde beslik, kosarak, sevinçle gitti. Gece döndü kogusa. Suçlu, korkak: 
-Kamyon! 
-Ne var? 
-Yutuldum! 
-Baska ne gelir elinden? 
-Evet ama, karimin zifaf yastigi? 
-Sen sag ol! 
-Kamyon! 
-Söyle. 
-Bak, orda duruyor, nah orda.. 
-Sana ne? 
-Karimin kokusu var onda, benim o! 
-Besligi götür o zaman senin olur gene.. 
-Yok! 
Usullacik baktim, yas yas parlayan kirpikleriyle yastigina bakiyordu. 
-Karimin kokusu, diye sizlandi. 
-Önce düsünmeliydin! 
-Düsünmeliydim Kamyon.. 
-Kamyon deme bana bundan sonra! 
-Ya? 
-Adim yok mu? 
-Eskiden kizmazdin.. 
-Eski çamlar bardak oldu! 
Sabahleyin baktim ne yastik vardi yerinde, ne o. Kamyon: 
-Istersen gidip gözünü patlatayim! dedi. 
-Niçin? 
-Yastigi... 
-Birak. 
-Beslik ne olacak? 
-Saglik olsun. 
Sonralari yastigi birine ikibuçuk, bir baskasina bir gümüs teklige rehin birakip bana yaptigi gibi, çalmis. En sonuncusunda elli kurus almis. Çalarken yakalanip agzi burnu kirilmis. Kan içindeydi. Beni görünce kanli yüzünü eliyle saklamaga çalisarak savustu. 
Yaz geçti, sonbahar. Ardindan kis. 
-Hani ya güzel fotograflarim vaaar! 
Tanis ses kulak verdim: 
-Çeyrege fotograflar, güzel güzel fotograflaaar!!! 
Bir ara Bobi, tikiz kedi yavrusu çevikligiyle içeri girdi. Elinde üç kartpostal: 
-Bak! 
-Ne bunlar? 
-Seninki satiyor! 
Fotograflardan birinde Adolf Hitler biyigi, piril piril çizmeleriyle, yaninda gencecik karisi. Kadin merdivene oturmus, etegi kaymis, baldiri görünüyordu. 
Dünyada harp vardi! 
Dünyadaki harbe alkis tutan yalanci rotatifler, baski makineleri, radyolar, bütün bunlari alkislayan aldatilmis kalabaliklar vardi! 
(Istanbul - 962) 


info@orhankemal.org