Ana Sayfa |
İnternette Orhan Kemal |
|
Adnan Özyalçıner |
Orhan Kemal Hakkında Yoksullar, parasızlar, işsizler, işçiler otuz iki yıldır onsuz Bilindiği gibi Orhan Kemal, Sait Faik'in çağdaşı bir yazarımızdı. Burada Sait Faik'in yazdığı yıllarda Orhan Kemal'le birlikte Yaşar Kemal, Kemal Bilbaşar, Samim Kocagöz, daha sonra da Fakir Baykurt sivrilmiş gerçekçi Türk öykücü ve romancıları arasında yer alıyordu. Ama Orhan Kemal'in dışında andığım bütün bu yazarlarımız yöresel öykü ve romanlar üstünde çalışıyorlar, Anadolu insanının yaşantısından kesitler veriyorlardı. Gerçekçi, daha doğrusu toplumcu gerçekçi Türk öykü ve romanına bu kesimden önemli katkılarda bulunuyorlardı. O dönemde, özellikle İstanbul'u yazan, büyük kentte yaşayan sıradan, yoksul insanların öykülerini anlatan Sait Faik'le Orhan Kemal'i görüyoruz. Sait Faik, büyük kenti çocukları, yaşlıları, balıkçıları, serserileri, aylakları, işsizleri, yoksulları ile ele almış bir yazarımızdır. Çoğunlukla bir görgü tanığı olarak anlatmıştır onların öykülerini bize. Oysa ki Orhan Kemal, hayata işçi olarak atılmış bir yazardır. Adana'dan İstanbul'a çoluk çocuk beş parasız geldiğinde uzun yıllar yaşadığı Haliç kıyısındaki Cibali'de ahşap bir eve yerleşmiştir. Haliç kıyıları İstanbul'un işçi mahalleleridir. Yoksul insanların yaşadığı dar, loş sokakların bulunduğu Bizans kalıntısı yerlerdir. Tütüne giden kızlar, sabah karanlığı bu sokaklardan geçer. En büyük fabrikadan en derme çatma atölyeye kadar sanayi kesiminin büyük bir bölümü bu kıyıya yerleşmiştir. Meyve ve sebze hali sırt hamallarıyla biraz ötededir. Keresteciler, kum, çakıl depoları sırt sırta durur. Fabrikalarla atölyelerin bacalarından gece gündüz tüten dumandan sis içinde gibidir daracık sokaklar. Hızarların vınıltılı sesleriyle kalafat yerlerinden yansıyan tak tuklar gece gündüz bitmek tükenmek bilmez. Kum, kereste, odun, kömür yüklü motorların iniltili patpatları, fabrikaların tiz düdükleri, Haliç vapurlarının boğuk sesleri birbirine karışır. Bu uğultu içinde yoldan geçen hurda otobüslerin "tekmil vidaları laçkalaşmıştır. İşte büyük kentin bu yöresinde yaşamaya başlayan Orhan Kemal, bir yazı işçisi olarak işçiliğini sürdürür. Artık yoksulların, parasızların, işsizlerin yazarıdır. Üstelik parasızlığı, yoksulluğu, işsizliği yaratanların kimler olduğunu bilen ve onları karşısına alan bir yazardır. Orhan Kemal öykü ve romanlarında emeğiyle geçinmeye çalışan yoksul insanları anlatmıştır. Çukurova'daki pamuk ırgatlarının ve fabrika işçilerinin kentin kenar mahallelerindeki yoksul yaşayışlarını anlatmakla işe başlamış, İstanbul'a gelince aynı çevrenin insanlarının yaşayışlarını anlatmayı sürdürmüştür. Bunu yaparken dış gözleme önem vermiştir. Onun öykü ve romanlarında karşılıklı konuşmalar ağırlık kazanır. İlk bakışta kolaycı bir yöntemmiş gibi görünen bu yazış biçimi aslında kişilerini davranışlarıyla çizmeyi yeğleyen Orhan Kemal'in dikkat edilmesi gereken önemli bir özelliğidir. Çünkü anlattığı kişilerle, olaylarla bütünleşir bu tutum. Orhan Kemal, karşılıklı konuşmalarla bir durumu, bir davranışı, bir çelişkiyi belirlemede ustaca kullanmıştır dış gözlem yöntemini. O, yazarın kendine özgü bir deyişe sahip olması gerektiğine inanırdı. Onun için yalın bir anlatım ve karşılıklı konuşmalara dayalı bir biçim yakalamıştır. Bu yolla uzun uzun ruh çözümlemeleri yapmak yerine karşılıklı konuşmalarla kahramanlarının ruhsal durumunu ortaya koyduğu gibi karakter yapılarını da belirtir... Orhan Kemal'in anlattığı kişiler için "Önce Ekmek" gelir. Orhan Kemal'in öykü kitaplarından birinin de adı budur. Ama ekmeğe ulaşmak kolay değildir. Bu konuda kavga vermek zorundadır yoksul insanlar, dişe diş bir kavga. Gene bir kitabına adını verecek olan "Ekmek Kavgası" öyküsüyle gözler önüne serer bu durumu. Öykülerinde kadın işçiler de yer almıştır. Dokumacı kadınlar, trikotajcı kızlar. Onların acılı yaşam serüvenleri. "Bir Ölüye Dair" adlı öyküde geçim derdi yüzünden kendisini asan iplikhane işçisi üç çocuklu Zehra'nın acı sonu anlatılır. Kendini asması namusuyla çalışıp çocuklarına ekmek yetiştirememektendir. Çocuk işçiler de Orhan Kemal'in öykülerinin konusu olmuştur. "Uyku" öyküsü hafta tatilinde de çalıştırılan çocuk işçilerin dramını verir. Yanı sıra, bu durumu resmi makamlara haber vermek isteyen bir ustanın para karşılığı susturularak işçilerin kişisel çıkarları açısından nasıl sömürüldüklerini de vurgular. Bütün bunlara ekmek parası için katlanılır. Ekmek kavgasının bir yüzü de budur. Çocuk işçiler de Orhan Kemal'in öykülerinin konusu olmuştur. "Uyku" öyküsü hafta tatilinde de çalıştırılan çocuk işçilerin dramını verir. Yanı sıra, bu durumu resmi makamlara haber vermek isteyen bir ustanın para karşılığı susturularak işçilerin kişisel çıkarları açısından nasıl sömürüldüklerini de vurgular. Bütün bunlara ekmek parası için katlanılır. Ekmek kavgasının bir yüzü de budur. "Önce Ekmek" adlı öyküde, ailenin geçim zorlukları nedeniyle, ortaokula giden Ayten'in okulu bırakıp trikotajda çalışmaya karar verişini anlatır. Doktor olunca iyileştireceğini söylediği yaşlı, kimsesiz, hasta komşuları Hediye nineyi iyileştiremeyeceğini bile bile yapar bunu. Gerçekte traji-komik bir olaydır bu. Yaşanan acı olaylardan komik sonuçlar çıkması Orhan Kemal'in birçok öyküsünde görülür. Gülmece öğelerine çeşitli öykülerinde raslanır. Bu onun öykücülüğünün ayrı bir özelliğidir. Toplumsal çelişkilerin traji -komik yanlarını göstermekle kara-gülmececi bir yazar olduğunu da ortaya koyar. Büyük kentin yoksul mahallelerinin insanları, fabrika işçileri, Anadolu'dan büyük kente göçmek zorunda kalan "gurbet kuşları", gecekondulular Orhan Kemal'in öykü ve romanlarının baş kişileridir. Deneyini kendinde geçirdiği bütün onulmaz acıların, yoksunlukların, haksızlıkların, gelip geçici sevinçlerin, derin mutsuzlukların, bir anlık mutlulukların izlerine rastlarız konularını günlük olaylardan alan bütün öyküleriyle romanlarında. Bunlarda iç içedir acıyla sevinç, mutsuzlukla mutluluk. Tıpkı yaşamda olduğu gibi. Gene de en derin acılarla mutsuzlukları yaşayan insanlar, en horlanmışından en itilmişine kadar insanlık onuruna hiçbir şeyle değişmezler. Namuslu ve yüreklidirler. Yenilgiye düşmezler: onların horlanmalarına, itilmelerine, işsiz, yoksul, parasız kalmalarına neden olanlarsa her türlü onursuzluğu, küçüklüğü gözlerini kırpmadan yaparlar. Satarlar. Satılırlar. Burjuva takımının genel özelliğidir bu. Orhan Kemal'in romanlarıyla öykülerinde kendisinin "aydınlık gerçekçilik" diye nitelediği gerçeğe bakışının ana çizgisi budur işte. Aydınlık gerçekçi oluşu, geleceğe, topluma olan inancından gelmektedir. Nurer Uğurlu'nun "İkbal Kahvesi" kitabında Orhan Kemal şunları söylüyor: "Ben halkımı, köylümü, bütün köylüleri, bütün fakir fukarayı seven bir yazarım. Belirli birtakım şartlar yüzünden geri, bilgisiz, görgüsüz, pis kalmış insanların imkâna kavuştukları zaman değişip gelişebileceklerine, ileriliği benimseyeceklerine, uygarlaşacaklarına inanıyorum." "Romanlarımdaki iyimserlik bana, halkımızı yakından çok iyi tanımaktan geliyor. Daha açıkçası ben halkın kendisi, bir parçasıyım. Onun için yakından görüyor, biliyorum ki en kötü insanın bile iyi bir yanı var. Daha açıkçası, en kötü insanı içinde yaşadığı toplum yaratıyor. Onun için bizim bulunduğumuz toplumun değil, dünyanın gelecekte düzene gireceğini, düzenli toplum insanlarının da daha çok mutlu olacağına inanıyorum." Toplumun değiştirilip dönüştürülebileceğine olan inancı, bu yolda yapıtlar vermiş olması, onu toplumcu gerçekçi bir yazar olarak karşımıza çıkarıyor. * Adnan Özyalçıner tarafından kaleme alınan bu yazı 06 Haziran 2002 Cumhuriyet gazetesinin Kitap ekinden alındı. |
|