Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Dpaper

Ayşe Yetmen

                                     ÖLÜMÜNÜN 33. YILINDA USTA YAZAR ORHAN KEMAL

                                 ORHAN KEMAL MÜZESİ VE ORHAN KEMAL’İN İKBAL KAHVESİ

                                                      CİHANGİR’DE BİR VEFA MÜZESİ.
 

“Gerçek olan öğrenmektir. Nereden, Nasıl öğrenirsen öğren. Nerede, nasıl öğrendiğin, Diploman,hatta Neler bildiğin de önemli değil. Neler yaptığın önemlidir.”

ARKADAŞ ISLIKLARI

ORHAN KEMAL
 

Ailesi;”Aydınlık Gerçekçilik” kavramını tüm insanlığa sunan ,insanların her koşulda iyi yanlarının olduğunu yazan büyük ustanın anısını gelecek kuşaklara tanıtmak ve yaşatmak için bir “Kültür Kompleksi”ni (Müze,Kitap Şatışı ve İkbal Kahvesi’ni)ölümünün 31. Yılında hayata geçirdi.
 

15 Eylül 1915’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğan Orhan Kemal’in (asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü)özel eşyalarının yanı sıra el yazısıyla eşine ve dostlarına yazdığı mektupların da yer aldığı komleksin müze bölümü;Orhan Kemal’in Kasım 1963’te Yelken Dergisi’nde yazdığı gibi “Nerdeee?Gırtlağıma kadar borç içindeyim.Oysa İstanbul’un çok alçak gönüllü semtlerinden birinde,çok ama çok alçak gönüllü bir hayat yaşıyorum.Buna karşılık,gittikçe bindiren bir borç yükünün altından kurtulamıyorum. Oysa iyi filmleri,iyi oyunları alilece izlememiz,bir sanatçı olarak yurt dışına çıkıp dünyayı görmem ne kadar gerekli ,Kaldi ki maddi bakımdan olmasa bile vakit bakımından Kadıköy’e bile geçemiyorum.Unkapanı,İkbal Kahvesi ve artık bıktığım Beyoğlu’ndan başka bir yere hemen hemen çıkamıyorum.”diye içinde bulunduğu durumu içtenlikle anlatan ,ailesini sadece yazarak geçindirmeye çalışan bu üretken yazarımıza tanıklık eder gibi.Buruk bir mutlulukla adına düzenlenen müzeyi dolaşırkenusta yazar Orhan Kemal bu denli geçim sıkıntısı içinde olmasaydı kimbilir neler üretirdi diye düşünmeden edemiyor insan. Komleksin kitap bölümünde.Orhan Kemal2in İngilizce ve Almancaya çevrilmiş bazı kitaplarını görüyoruz.Yazarın tüm kitapları bina girişinde (O.K. Kitap) satılmakta.Hiçbir ücret ödemeden gezilen müzeye ,yazarın sevenleri doğal üye olarak kabul edilmekte.İkbal Kahvesi ise kültürel etkinlik yapmak isteyenler için her türlü teknik alt yapıyla donatılmış durumda.Açıldığı günden bu yana çeşitli kanallardan duyurusu yapılan bu müze,ne yazık ki henüz beklenilen ya da arzu edilen düzeyde ziyaretçi tarafından gezilmemişse de ülkemize turist olarak gelen ve yolu Cihangir’e düşen Mısırlı bir karı kocanın dikkatini çekecek ve ünlü İskendiriye Kütüphanesi’nin görevlisi olan bu karı kocanın girişimi ile Orhan Kemal’in yapıtları bu dünyanın en eski ve ünlü kütüphanesinde yer alcaklardı.
 

“Gerçekten de konularının genel kaynağı ne?
 

Bunu sizin sorununzdan sonra ciddi ciddi düşündüm.Halk diyeceğim ama bu tam bir karşılık olamayacak.Zaman zaman ‘Halk’la hiç ilintisi olamayan konuları belki fantezi olarak işlemişimdir.O halde konularımın kaynağı ne? Bunu şöylemi belirtsem acaba?Sanatçı olarak herkes gibi yaşadım ,herkes gibi düşündüm yurdumu ve evreni.Herkes gibi bazı genellemelere vardım.Daha doğrusu birtakım ‘doğru’lara demek daha yerinde.Bir açım oldu.Bu açıdan çevreme baktım,konularımı seçtim.Evet, evet bu ‘seçtim’ sözcüğü yerinde Sanatçı her önüne gelen konuyu alıp işlemez,bir seçme yapar.Bu konuyu neden aldım? Niçin işleyeceğim? İşlemekten amacım ne? Daha açık bir deyişle,yurtaşlarımla insanlığa ne demek istiyorum? Ne demek isteyeceğim diye sorar.Bunu her sefer sormaz şüphesiz.Onda bu bir huy haline gelmiştir.Konusunu alır,işler.Yani sanatçı,konusunu ister halktan,ister fantazilerinden alsın,insanlara güldürü yada düşündürü yoluyla bir şey yada birşeyler söylemek amacıyla hareket eder.Yukardakiler göz önünde tutulmak kaydıyla diyebilirimki,konularımın genel kaynağı İNSAN’dır”
 

(Varlık,Ağustos,1970)
 

Varlık Dergisi’nin 1970/Ağustos sayısında yazdığı gibi konularının genel kaynağını insan olarak belirten yazar,gerçekten de eserlerinde insanı bir oya gibi işlemiştir.Nasıl yazıyorum? Gerçektende okurlarda meraklıdır.Haksız da sayılmazlar.Ben, masa başından çok,fazlaca gezer dolaşırım.Yani iş masa başına geçip yazmaya kaldığı zaman,mesele çoktan halolmuştur.Gezer dolaşırım.Gezip dolaşırken kafam boyna çalışır.Ya , yıllarca önce beni şiddetle ilgilendirmişbir konuyu düşünmekteyimdir yada hemen o gün kafama bir şey takılmıştır..Ama daha çok ,yıllarca önce kafama takılan,beni zaman zaman şu veya bu vesileyle kendisi üzerin-
de düşündüren bir konudurda ,nasıl yazsam diye bicimi üzerinde dururum.Öyle ya,öz belirgin .Biçim? Çünkü daha önce yazdıklarınızda kullandığınızbiçimlerden ayrı,başka,çok başka olmalıdır.İşte gezip dolaşırken beni düşündüren noktalar bunlardır:
 

ÖZ:Niçin yazıyorum bu konuyu?Ne demek istiyorum?

BİÇİM: Nasıl söylemeliyim?
 

Yukarıdaki öz ve biçim çözümlenmişse,hele bir de nasıl başlıyacağım kafamda satırlaşıvermişse ,deyme keyfime.Bir kol çengi,sırasına göre canımın o an çektiği İstanbul’un artık hangi lokanta yada meyhanesiyse atarım kapağı.Fazla içmem,neşemi sürdürmek,daha iyi düşünmek için pek pek iki duble içilirken ,konu kendi kendini yazarda yazar.Bekerekli Topraklar Üzerinde’nin ilk yazılışında Adana’daydım.Kafamda bu.Öz ve biçim tesbit etmişim de romanı yaşıyorum.Köse Hasan’ın ölüm sahnesine takılmışım.O sırada tam Seyhan kıyısındayım.Kendi kendime mırıldanarak,Hasan’ın hemşehrisine vasiyetini en iyi şekilde vermek için nasıl dedirtmeliyim diye,bir,beş,on tekrarlar yapıyorum.Birden istediğim klişe düştü kafama:
 

“Kardaşlar beraber tuz epek yidik.Ola ki benim size hakkım geçmiştir.Benim iflahım kesik..” falan derler ya?Oralara gelince bir an Köse Hasan oldum sanki.Elimde kızım için aldığım saç tokası.Hemşehrilerime bunu kızıma götürmelerini vasiyet ediyorum. Öyle dokundu ki, başla dım ağlamaya.Çevremde insanlar.Görmelerinden de çekiniyorum.Açtım adımlarımı ama,hemen kaleme sarılıp o pasajı notladım.(...)
 

Bir de Müfettişler Müfettişi’ni yazarken ki acı günlerim...Bunu özellikle belirtmeliyim.Beş yaş küçüğüm aşağıda komada can çekişiyor;ben yukarıda odamda,Cumhuriyet Gazetesinde tefrika edilecek bu romanımı yazmak zorundayım!Bir yanda ölüm;ötede komedi,mizah.Kitabın sonlarındaki ölüm sahneleri,yani romanın kahramanı olan zatın annesinin ölümünde,sanırım içinde bulunduğum ruh halinin de payı vardır.
 

Çoğu zaman öz ve biçimiyice belirlenmiş,hatta yazılmayada başlanmış olabilir.Olabilir ama ,attığım taş istediğim kuşu vuramamıştır .Yani “Bayram haftası”demek istedim yazdıklarımdan “Mangal tahtası” çıkar.O zaman bir hiç huzursuzluğudur başlar.Günler,haftalar bazen aylar...Sonunda kaldırıp atar unutmaya karar veririm.Ne mümkün ? Zaman zaman başıbaşını çıkarır içimden,bana kendini gösterir.Yıllardan sonra hiç umadığım,hatta onu düşünmediğimi sandığım bir an kafama düşüverir.İstediğim olmuş attığım taş istediğim kuşu vurmuştur.Eserlerinde günlük yaşamının değişik yönlerini işleyen Orhan Kemal ,kahramanlarını genellikle ezik sömürülen,yoksul insanların arasından seçti. Bu insanların sorunlarını,iç dünyalarını yansıtırken kinsiz,herkese karşı sevecen ,umutlu bir yaşam benimsedi. Gazete ve dergilerde şiirler yazarak edebiyat dünyasına atılan yazar,daha sonra öykü türünde eserler verdi.İlk romanları ise “Baba Evi”, “Avare Yıllar”, “Cemile” dir.1957’de “Kardeş Payı” yapıtıyla Sait Faik ve Türk Dil Kurumu ödüllerini alan yazarın 26 roman,11 öykü kitabı,iki oyun,bir anı ,birde inceleme olmak üzre yayınşanmış toplam 41 eseri vardır.Basılmayan kitaplarıda yayına hazırlanmaktadır.
 

1971 yılndan beri ailesi tarafından düzenlenen “Orhan Kemal Roman Armağanı” bu yıl ilk kez İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü ile Orhan Kemal Kültür Merkezi’nin ortaklaşa düzenledikleri İstanbul ili öğretmenleri için öykü yarışmasında kazananlara ödülleri verildi. Bu yıl 32’ ncisi düzenlenen “Orhan Kemal Roman Armağanı” nı “İlişkiler” adlı romanıyla Erhan Bener kazandı.
 

Orhan Kemal anısına yazmaya çalıştığım yazımı ,ölümünün 33. Yıldönümünde küçük oğlu ve Orhan Kemal Kültür ve Sanat Merkezi Koordinatörü Işık Öğütçü’nün,usta yazarın doğum yıl dönümü olan 15 Eylül 2002 tarihinde babasının anısına yazdığı mektuptan aldığım bölümlerle bitirmek isterim:

“...Seninle beraber olduğum 13 yıl boyunca bir gün bile senin doğum gününde,iyiki doğdun baba diyemedim.Çünkü o zamanlar oturduğumuz ufak evimizde böyle adetler bilinmezdi.Hiçbirimizin doğum günününde üflenecek ne mumumuz,nede yiyebileceğimiz pastamız vardı.Türkiye’nin ve Dünya’nın sayılı edebiyatçılarından biriydin ama geçim sıkıntısı çekerdin...
 

Birgün bile sana şikayette bulunmadık.Her zaman yanında durduk .Kendimizi bırakmadık,daha çok çalıştık,okuduk,üniversteler bitirdik.Şu anda bütün çocukların emekli bile oldular.Senin böyle bir güvencen olmadı.Hastaneye yattığın zamanlarda, iyileşmeden,evin tenceresinin kaynaması ve bizim geleceğimiz için hemen çalışmaya başlardın...
 

Beni ne kadar severdin.1966 yılında söz verdiğin bisikleti bile unutmayıp yıllar sonra alıdın Benim çocuk gözümde ne müthiş babaydın.Ben senin tüm notlarını,şiirlerini,mektuplarını,yarım kalmış eserlerini ,seneryolarını,düz yazılarını derliyor ve kitap için hazırlıyorum.Kitaplarının yeni basımları için tekrar tekrar okuyorum.Her geçen gün yazdıklarına hayranlığım ve tutkum bir kat daha artıyor.
 

Yıl 2000’e geldiğinde,-sağlığında ababeyimden borç alarak ancak bir evin olmuştu-seni yüzyıllar boyunca yaşatmak için ailen olarak bir müze açtık.Müze açılışını eski Kültür Bakanı İstemihan Talay yaptı ve senin adını sanatınla örtüşen Beyazıt’taki İl Halk Kütüphanesi’ne vererek bir vefa örneği gösterdi.Yani yıllar sonra devlette yanındaydı.Yabancı dildeki kitapların Kültür Bakanlığı Yayınlarında çıktı.Binlerce öğrenci müzene gelerek seni ve yaşantını daha yakından tanıyor.Tüm gençler güzel türkçemizi iyi kullanan ,ufak ufacık insanları yaşatan ,tüm insanlara yaşama umudu veren candan yazarını şimdi daha çok seviyorlar.Açmış olduğum müzen ve seninle ilgili yaptığım çalışmalarla sana ve Türk halkına olan borçumu ödüyorum.Senin de inandığın gibi birlikte sevdiğimiz müthiş Türk halkı; banada ‘hayırlı evlat’, ‘vefalı oğul’sıfatlarını verdiler.
 

...Ben ve inandığın halkın sana şöyle sesleniyoruz:
 

Doğum Günün Kutlu Olsun Baba!...”
 


[email protected]