Ana Sayfa | |||
İnternette Orhan Kemal | |||
| |||
Cumhuriyet Gazetesi - 17 Mart 2004 | |||
| |||
ORHAN KEMAL'İ ÖZLEDİM NTV’ de Tayfun Talipoğlu’ nun programında bir köylü kadın konuşuyordu. “Elimde olsaydı” dedi, “kentlere gider, oralarda bir işe girer, hayatımı kazanır, başkalarına gerek duymadan yaşardım. Ama artık benden geçti, yaş 25 oldu” 25 yaşında ama artık hayatını değiştirebileceğinden umudunu kesmiş bu insan bana Orhan Kemal’ i anımsattı bana. Onun ‘ekmek kavgası’ peşindeki yoksul insanları edebiyata ne denli başarıyla taşıdığını düşündüm. Günümüz edebiyatında kendilerine pek yer bulamıyor yoksul insanlar. Toplumumuzda yoksul insan kalmamış, yokmuşlar gibi davranıyor edebiyatçılarımız. Sıra dışı hayatların, ilişkilerin yazılması moda oldu şimdi. Nüfusunun yarıya yakını köylerde yaşayan bir toplumda, köylü, köylüyü anlatan edebiyatçıların çıkmaması yadırgatıcı değil mi? Kitle iletişim araçlarının yoksulluğu görmezden gelmesi, yalnızca yiyip içip eğlenen bir toplummuşuz izlenimi veren yayınlar yapmaları gibi, edebiyatta bu kesimden uzakta. Kendi insanını tanımayan, anlatamayan bir edebiyat olabilir mi diyeceksiniz ama oluyor işte. Orhan Kemal’ i özledim dedim ya, kalkıp Orhan Kemal Müzesi’ ne gittim (Akarsu cad. No :32 Cihangir - İstanbul) Fotoğraflar duvarda, kitaplar, mektuplar... 56 yıllık kısa sayılabilecek ama yoğun yaşanmış bir ömürden kalanlar. 1930’ ların Adana’ sında türlü işlerde çalışmış bir genç. 1940 - 43 arasında Bursa Cezaevi’ nde Nazım Hikmet’ le geçirilmiş üç buçuk yıl, 1950’ lerde İstanbul’ a göç. Bundan sonrası yazarlık yaparak yaşama savaşı. Yaklaşık 20 yılda yazılmış 50’ye yakın kitap. Romanlar, öyküler, oyunlar, senaryolar... Müzede Orhan Kemal’ in kişisel eşyalarına bakılınca, bu zorlu yaşam ve yazarlık koşulları daha iyi anlaşılıyor. Giyile giyile parçalanmış, eprimiş elbiseler, zorluklar içinde bir hayatın sıradan eşyaları. Neyi gösteriyor bu sıradan eşyalar? Yaşamı boyunca hiç kimseyle, hiçbir toplulukla çıkar ilişkisine girmemiş; yazarlığını, özgürlüğünü ve yoksulluğunun onurunu sonuna kadar korumuş bir kişiliği. Oturduğu semtler: Fener, Cibali, Fatih, Basınköy. Yoksul mahallelerde, yoksul kahvelerinde yaşanılarak geçirilmiş yıllar. Yaşamı bu denli yalın, sıradan olmasa, yapıtları da böylesine lekesiz, aydınlık olur muydu? Yoksulluktan gelmiş birçok büyük yazar vardır. Ama ünlendikten sonra yoksul kalmayı sürdüren büyük yazar var mıdır, bilmiyorum. Zenginleşmek, düzenle uyumun da yolarını açar çünkü. Düzenle alışverişe girme, alma - verme ilişkisine sokar insanı. Bu ilişkilerin uzağında yaşadı Orhan Kemal. Yalnızca yazarak geçinme yolunu seçti. Ne devletle ne sermayeyle işi oldu. Salt insan, salt yazar olarak yaşadı ve yazdı. Yapıtlarındaki çocuksu saflık duygusu belki bu yüzden hiç kaybolmadı. 1958’de ‘Dost’ dergisinde bir söyleşi yapan Asım Bezirci şöyle söylüyor; “İnsan sevdiklerinin refahını ister. İstemekle de kalmaz, bu refah ve mutluluğun gereklerini arar, bulur, açıklar. Ben de bu işi yapıyorum. Yurdumun ve yurdumun insanlarının mutluluğu, benim ve çocuklarımın mutluluğu demektir. Yani milletim gelişirse, bende, bana bağlı olanlarda gelişir, iyi günlere erer. Ben kalemimi, aslında öteki milletlerden hiçbir bakımdan geri olmayan milletimin gelişmesini engelleyen şartlara karşı koymuş bir yazarım. Tuttuğum yolda gücüme yürüyorum, yürüyeceğim. Yazmamak, kendimi ödevlendirdiğim kutsal ödevimden kaytarmak olmaz mı?" | |||
| |||