Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Radikal  - Celal Uster - 11.10.2004

Birden görünmez olan yazarlar 

'

Zaman zaman korkuya kapılıyorum. Türkiye'de garip şeyler oluyor. Bildiğin, nicedir okuduğun bir yazar, bir de bakıyorsun ortadan kaybolmuş; yer yarılmış içine girmiş. Kitabevlerinde yok; yayınevlerinin kataloglarından silinip gitmiş. Ara ki, bulasın kitaplarını. Bereket, kimileri hâlâ kitaplığımda; kimilerini de arkadaşlarımın kitaplıklarında buluyorum. Ne ki, bırakın kitaplarını, esamesi okunmuyor yazarın.
Evet, bir dönem, yapıtlarıyla yalnızca edebiyat dünyasını değil, tüm toplumu etkilemiş bir yazar, sonradan, günün geçerlilikleri karşısında yok olup gidebiliyor, en azından eskisi kadar okunmaz olabiliyor, unutulabiliyor. "Daha doğal ne olabilir!" diyebilir; bir ölçüde haklı da olabilirsiniz. Gerçekten de, belirli bir dönemin dünyasıyla, belirli bir dönemin duyarlığıyla sınırlı kalan, aşamayan yazarlar vardır. Ya da, yapıtlarında yarattıkları dünyanın, duyarlık ortamının getirdiği popülerliğin yüzeyselliğiyle yetinen yazarlar. Uzağa gitmeye gerek yok. Muazzez Tahsin Berkand'ın, Kerime Nadir'in böyle yazarlar olduklarını söylemek yanlış mı olur? Bugün yeniden yayımlanabiliyorlarsa, geçmişten günümüze kalabilen, günümüzden geleceğe kalabilecek derin bir insancıllığı, edebiyat düzeyini, evrenselliği barındırdıklarından değil, biraz unutulanlara sahip çıkma kaygısıyla, biraz da hiçbir zaman tam anlamıyla var olmamış bir saflığı geçmişin bir döneminde, bir yazarında, bir romanında arama eğiliminin ağır basmasıyla yayımlanıyorlar. Diyeceğim, hemen hemen tüm ülkelerin edebiyatlarında rastlayabileceğimiz böylesi yazarların geçicilikleri hiç de olağandışı değil.


Sığlık ve derinlik
İşin çapraza sardığı nokta, sanırım, edebiyat açısından gerçekten değer taşıyan, nitelikli yazarların eskisi kadar aranmaz, okunmaz, anımsanmaz, giderek görünmez, bilinmez oluşlarında. Bunda, elbette, bir değil birçok etkenin etkisi var. Bence, bir simge yıl olarak 1980'i 'milât' sayarsak, çok ciddi bir dönüşüm, değişim yaşanıyor dünyada. Teknolojide, kültürde, siyasette... Dünyadaki kökten değişim, kuşkusuz, özgün ve özgül koşullarıyla tek tek ülkelere, toplumlara da yansıyor. Uzun uzun tartışılması gereken ve tartışılmakta olan bu hızlı dönüşüm sonucunda, bir yazarın ansızın ortadan kaybolduğunu görüyorsunuz. Bunun bizdeki çok çeşitli nedenlerinden biri de, yanılmıyorsam, edebiyat alanında sağlam bir eleştiri, inceleme, araştırma, değerlendirme geleneğinden yoksun olmamız; olduğu kadarının da edebiyat okuruyla buluşamaması, edebiyat okurunun yazara yönelmesinde yeterince etkili olamaması. Güncelliklerin kalıcılıklara, sığlıkların derinliklere hep üstün gelmesi. Edebiyat yapıtlarıyla ilgili güncel, bire bir, edebiyat dışı yorumların, edebiyatın kendi ölçütlerine yaslı değerlendirmeleri silip süpürmesi.


Eleştiri geleneği
Yanlış anlaşılmasın, Türkiye'de edebiyat eleştirisi yok mu, kuşkusuz var. En azından 1940'lardan günümüze eleştiri alanına değişik açılardan, farklı yaklaşımlarla katkıda bulunan birçok yazar sayabilirim: Ataç, Berna Moran, Adnan Benk, Memet Fuat, Asım Bezirci, Akşit Göktürk, Fethi Naci, Hilmi Yavuz, Doğan Hızlan, Ahmet Oktay, Mehmet H. Doğan, Atilla Özkırımlı, Murat Belge, Füsun Akatlı, Orhan Koçak, Semih Gümüş, A. Ömer Türkeş. Bir çırpıda sayarken, kuşkusuz, anımsayamadıklarım da olabilir. Sözünü ettiğim yazarlar, elbette, edebiyat eleştirisinin gelişmesine, Türk edebiyatındaki akımlar, yazarlar ve yapıtların açımlanıp çözümlenmesine, dünya edebiyatıyla ve toplumumuzla bağlarının kurulmasına kimsenin yadsıyamayacağı katkılarda bulundular. Ama, nedendir bilinmez, tek tek eleştirmenlerin varlığı, toplumda yer eden etkili bir eleştiri geleneğine dönüşmüyor. Başka bir deyişle, okur kitlesinin büyük çoğunluğu, yazar ve kitap seçiminde eleştiriyi ve eleştirmeni değil, gazeteler ve TV kanallarındaki gündelik karşılayışları kerteriz alıyor. Sanki, toplumla eleştiri arasında bir kan uyuşmazlığı söz konusu.


Kemal Tahir nerede?
Bir dönemin 'geçerli' bir yazarının, izleyen bir dönemde birden 'geçersiz' kalışına dönersek, ilk ağızda Orhan Kemal ile Kemal Tahir geliyor aklıma. Orhan Kemal ile Kemal Tahir, ikisi de 1930'lu ve 1940'lı yıllarda toplumcu seçimleri yüzünden hapis yatmış olsalar da, birbirlerinden çok farklı yazarlar. Kemal Tahir, özellikle Yorgun Savaşçı, Devlet Ana, Kurt Kanunu gibi romanlarıyla, Türkiye'nin geçmişten bu yana gelişen yapısını ortaya koymayı amaçlayan; bunu yaparken, oluşumuna da önemli katkılarda bulunduğu belirli bir 'sav'ı savunmayı üstlenen bir yazardı. Doğruluğu/yanlışlığı bir yana, 'sav'ın kendisi, savunulduğu romanların o kadar önüne geçti ki, 'sav'ın çok canlı bir biçimde konuşulduğu, tartışıldığı dönem ve ortamın ortadan kalkmasıyla birlikte söz konusu romanlar da dolaşımdan kalktı. Ne ki, bu gerçek, Kemal Tahir'in günümüz edebiyat ortamında nerdeyse hiç okunmaması gibi acıklı bir olguyu açıklamaya yeter mi? Göl İnsanları'ndaki o dört öykünün, Esir Şehir üçlemesinin yazarının, Türk edebiyatından hiç geçmediğine inanacağız handiyse.


Toplumsal bağlam
Orhan Kemal ise, her ülke edebiyatında rastlanan, belki bir Maksim Gorki gibi entelektüel kökenli olmayan yazarlardan. Geniş halk yığınlarının günlük yaşamından seçtiği konuları gerçekçi bir anlatımla işleyen; genellikle ezik, sömürülen, yoksul insanlar arasından seçtiği kahramanlarının yaşamlarını, sorunlarını, iç dünyalarını yansıtırken, toplumsal yapıdaki çelişkileri ustaca sergileyen bir yazar. Orhan Kemal'in yapıtlarını okursak, endüstrileşmenin, kırsal kesimden kentlere göç olayının, işçi-işveren ilişkilerinin, geçim kavgalarının yol açtığı sorunları ne denli güçlü bir gözlem gücüyle, ne denli özgün, yalın bir anlatımla ortaya koyduğunu görürüz. Gerçek bir edebiyat tutkununun, Orhan Kemal'in Babaevi, Avare Yıllar, Kardeş Payı, Bereketli Topraklar Üzerinde gibi yapıtlarından bugün de keyif almaması zordur. Ama, Kemal Tahir gibi Orhan Kemal de günümüz toplumsal bağlamının nerdeyse dışında sanki.
Üstelik, bu 'bağlam dışı kalma'nın nedenleri bile tartışılmıyor. Oysa gazetelerin kültür sayfalarında, kitap eklerinde, TV kanallarındaki izlencelerde, edebiyat dergilerinde düzenlenecek açık oturumlarda yazarların, araştırmacıların, toplumbilimciler, iktisatçılar ve ruhbilimcilerin bir araya geleceği tartışmalar gündeme getirilse, yalnızca sözünü ettiğim yazarların günümüzdeki konumuna ilişkin değil, son dönemin yayıncılık anlayışı, okur ve yazarın geçirdiği değişim, yığın kültürünün nitelikli olan her şeyi ezip geçmesi, giderek toplumun geçirdiği değişime ilişkin ne ipuçları çıkar ortaya.


Ucuz kitaplar
Son günlerde kimi yayınevleri kimi yazarların kimi kitaplarını bugüne değin görülmemiş sayıda basarak ve bugüne değin görülmemiş ölçüde ucuza satışa sunarak belirli sınırları aşmaya yöneliyorlar. Üstelik, böyle yaparak, korsan yayıncılığı da köşeye sıkıştırmayı amaçlıyorlar. Açık söylemek gerekirse, böylesi bir yaklaşımın korsan yayıncılığı önlemeye yetmeyeceğini düşünüyorum. Korsan yayıncılıkla savaşımın, gene de yasalardan geçtiği kanısındayım. Bilinçli savcılar ve güvenlik görevlilerinin bilinçli bir biçimde uygulayacakları çağdaş yasalardan.
Çok sayıda basılan, çok ucuza satılan kitaplara gelince, bunların uzun sürede yazarlara da, okurlara da bir yarar getireceğini sanmıyorum. Uzun zamandır pek okunmayan nitelikli bir yazarı 'diriltme'nin, onun bir kitabının çok ucuz basımını yapmaktan değil, kitaplarının nitelikli basımlarını yapmaktan, eleştirel bir yaklaşımla hazırlanmış bu yeni basımların yanı sıra uzmanlarına yazarın yaşamöyküsünü yazdırmaktan, çevresinde satışa dayalı değil, düşünsel bir tartışma ortamı yaratmaktan geçtiği kanısındayım.
Diyeceğim, uzunca bir zamandır, kitabın, yazarlığın, edebiyatın, yayıncılığın gerçek sorunları gündeme gelmiyor; böyle olunca da, sağlam temellere dayanmayan, geçici 'çözümler' uçuşuyor ortalıkta.



--------------------------------------------------------------------------------


'Görülmeyen Adam' metaforu
Richard Wright'ın Kara Çocuk'unu da, Ralph Ellison'ın Görülmeyen Adam'ını da 1970'lerde, E Yayınları'ndan (Cengiz Tuncer ve Aydın Emeç'in E Yayınları) çıkan çevirilerinden okumuştum. Görülmeyen Adam, geçenlerde Literatür Yayıncılık'tan yeniden yayımlandı. Wright ve Ellison, ABD'deki Siyah edebiyatının önde gelen iki temsilcisi. Wright, 1940'lı yıllarda, edebiyatı ırkçılıkla savaşın alanı kılan en önemli yazarlardan biriydi. Ellison, 1950'lerden başlayarak, Wright'ın açtığı yoldan yürüdü, ama çok farklı biçemlerde.
Ellison, özellikle 1953'te yayımlanan Görülmeyen Adam adlı romanında, Wright'ın karakterlerine hiç uymayan yeni bir Siyah 'kahraman' getirdi edebiyata. Wright'ın, kendilerini ezen bir toplumun ürünü olan karakterleri öfkeli, eğitimsiz, kendilerini iyi ifade edemeyen tiplerdi. Ellison'ın 'görülmeyen adam'ı ise eğitimli, kendi kendinin ayırdında bir karakterdi. Ellison, AfroAmerikan kültür ve duyarlığının, gerek Beyaz gerek Siyah yazarlar, toplumbilimciler ve politikacılar tarafından ortaya konulan düşkün, kaba görünümün çok ötesinde olduğu kanısındaydı. Siyahlar'ın kendi geleneklerini, kendi ritüellerini, kendi tarihlerini yarattıklarını savunuyordu Ellison.
İki yazarın karakterlerini oluştururken benimsedikleri farklı yaklaşımlar, biraz da, yetişmiş oldukları ortamlardan kaynaklanıyordu. Wright'ın protesto edebiyatı, ırkçılığın ürkünç boyutlara eriştiği 'derin' Güney'de yaşanmış yabanıl bir çocukluk çağının doğal sonucu sayılabilirdi. Ellison'ın daha serinkanlı tutumunun ise, köleliğin hiçbir izinin bulunmadığı Oklahoma'da geçmiş bir çocukluktan kaynaklandığı söylenebilirdi. Ellison, Oklahoma City'nin en yoksul ailelerinden birinden gelmesine karşın, iyi bir okula gitme olanağı bulmuştu. Yıllar sonra, çocukluk dönemini anlatırken, "Kentte iki çeşit insan vardı," diyordu. "Günlük giysilerini pazar günleri de giyenler ve pazar giysilerini her gün giyenler. Ben, pazar giysilerini her gün giyenlerden olmak istiyordum..."
Ellison'ın Siyah edebiyatına getirdiği yenilikçi yaklaşım, salt Siyahlar'la sınırlı kalmaktan çok, evrensel bir kimlik sorunsalını içeriyordu. Onun 'kahraman'ı, 'görülmeyen', 'görünmez' bir adamdı. Ellison'ın bakışı evrenseldi; Siyahlar'ın ABD'de başına gelen, insanoğlunun kargaşa içindeki, bazen de kayıtsız bir dünyada geçerli bir kimlik bulma çabasının bir metaforuydu. Onun bu yaklaşımının, Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görülen ilk Amerikalı Siyah yazar olan Toni Morrison'a kadar uzandığı söylenebilir.
Görülmeyen Adam'ın çevirisi Mehmet H. Doğan'ın. Yaklaşık otuz yıl önce yapılmış bu usta işi çevirinin dili yeniliğini koruyor. Bunu neden söyledim? Yeni yapılan birçok çeviride aynı yeniliği göremiyorum da ondan.



Sözün özü
Âşık olamayan âdem benzer yemişsiz ağaca.
Yunus Emre

Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş/
Kıyamete kadar sökülmez imiş.
Seyranî

Gerçek aşk cinlere perilere benzer: Adı dillerde dolaşır, ama gözüyle gören pek azdır.
La Rochefoucauld

Aşktan kurtulmak, ona yakalanmak kadar kolay değildir.
Thomas Hardy

İlk aşkın devrimden farkı yoktur: Hayat, hiç değişmeden sürüp giderken, birden allak bullak olur.
İvan Turgenyev

Aşk, bilhassa akşamları nöbetini arttıran bir hastalıktır.
Hüseyin Rahmi Gürpınar

Arzuladıkça kulunum/ Arzulandıkça kölen.
Bedri Rahmi Eyuboglu
 

.

 



.


[email protected]