Epsilon Yayınevi Orhan Kemal'i, edebiyatımızın bu hiç eskimemiş
yazarını, epeydir onu okumamış olanlara, okumakta gecikmişlere ve
genç kuşaklara yeniden sunmak, tanıtmak üzere harekete geçti. İlk
yayımlanacak kitap 'Cemile'. 'Baba Evi', 'Avare Yıllar' ve 'Cemile'
üçlemesini, ben, henüz ortaokul öğrencisi olduğum sıralarda
okumuştum. Varlık Yayınları'ndan çıkmış olan bu romanlar beni
sarsmış, çok heyecanlandırıp etkilemiş, sonraki yıllarda da Orhan
Kemal'in sıkı okurlarından biri olmamı sağlamıştı. Yayın ve edebiyat
dünyasının karmaşası içinde adı bir süredir daha az anılmakta olan
yazarın, bu girişimle yeniden gündeme geleceğine ve eski-yeni bütün
okurları tarafından özlemle kucaklanacağına inanıyorum. Orhan Kemal,
öykücü ve romancıdır. Sait Faik ve Sabahattin Ali gibi kendine özgü
bir öykü dünyası kurmuş romanlarıyla da edebiyatımızda tartışmasız
çok önemli ve kalıcı bir yer edinmiştir. Orhan Kemal'in büyüklüğü;
önemi, yakından tanıdığı, birlikte olduğu, yalın, sıradan 'küçük'
insanları güçlü bir dil ve dolaysız bir içtenlikle anlatabilmiş
olmasındadır. O, alt sınıfın, sokağın dilini, sesini, duygusunu
şiirli bir söylem ve kısa, vurucu yeni bir biçemle edebiyatımıza
taşımış, halkın sesini yansıtmıştır. Kuşkusuz bu yalın kat, tarafsız
bir yansıtma değildir. Orhan Kemal, kendi dünya görüşünden güç alan
derin kavrayışıyla hayatı geniş bir biçimde kapsayan eserler
üretirken insan olmanın hallerini en yüksek yazarlık vicdanıyla
yorumlamıştır. Gerçeği abartmadan, kişilerini gereksiz yere
yüceltmeden en önemlisi yaşama sevincini karartmadan. Bu yanıyla,
bir yazarın anlattığı insanları oldukları gibi sevmeyi bilmesi
gerektiğini bana ve kuşağımdan bir çok yazara öğreten de Orhan Kemal
olmuştur. Hem okuruna kendini bu kadar sevdirmiş hem de kendisinden
sonra gelen bir yazar kuşağını etkilemiş oluşu onu edebiyatımızın
köşe taşlarından biri haline getirmiştir.
Sancılı bir dönem Bilindiği gibi, Türkiye'de İkinci Dünya Savaşı
sonrası yaşanan bunalım ve soğuk savaş döneminin zorladığı değişim,
devletin sosyalleşme ülküsünden uzaklaşıp 'her mahallede bir
milyoner' özendirmesiyle yeni bir sermaye sınıfı ortaya çıkardı. Çok
partili sisteme geçişle birlikte ortalıkta göstermelik bir demokrasi
söylemi ve sanayileşme sözü dolaşır oldu. Toprak reformunun rafa
kaldırılması ve tarımın makineleşmeye yönelmesi, tarıma dayalı
sanayileşmenin gerektirdiği insan gücü ihtiyacını, dolayısıyla
kentlere göçü hızlandırdı. Orhan Kemal, işte bu sancılı dönüşüm
döneminde yaşamış daha çok bu çerçevede üretmiş bir yazardır. Bu
dönem aynı zamanda edebiyatımızda toplumcu gerçekçi anlayışın
yaygınlık kazanarak yazınsal üretimi biçimlendirdiği bir dönemdir.
Yazar, otuzların sonu ve kırklı yıllarda dergilerde yayımlanan
öykülerini 'Ekmek Kavgası' (1949) adlı öykü kitabında; 'Küçük Adamın
Notları' başlığı altında yayımladığı kendi yaşamından kesitler
içeren yazıları da; 'Baba Evi' (1949) romanında topladı. Çarpık, alt
yapısı olmayan, ilkel sanayileşme çabalarının içinde ezilen insan
yazdıklarının ana temasıydı. Varlık yokluk savaşı veren ülke
insanının gündelik hayatına, kavrayışlarına, üretim ilişkilerine
yansıyan yokluk ve haksızlıklara eğilerek emeği hiçe sayan, kayıtsız
kuralsız bir çalışma ortamının acımasızlığını görünür kıldı. İnsanı
ve onu kuşatan olguları içerden bir bakışla gözlemleyip tam
kararında ayrıntılarla yazıya dökme, gördüğünü kendi içinde yaşayıp
dönüştürerek yeniden yaratma ve yaşananların bilincine vararak
tanıklık etme ustalığını gösterdi. Tanıklık düzeyinde de kalmadı.
Yazdıkları gözü kapalıları uyandırıcı bir niteliğe bürünmüş oldu.
Orhan Kemal, başlangıçta Çukurovalı ırgatları, zanaatçıları, köyden
kente göçüp evsiz barksız, zor durumda kalmışları yazdı. 'Vukuat
Var', 'Hanımın Çiftliği', 'Bereketli Topraklar Üzerinde' romanları
bu dönemde çıktı. Kendisi ailesiyle birlikte İstanbul'a göçüp
yerleştikten sonra ise büyük kentte yaşayan işsiz, yoksul, ya da
emeğiyle geçinmeye çalışan insanları konu etti. 'Bekçi Murtaza',
'Gurbet Kuşları', 'Müfettişler Müfettişi', 'Sokakların Çocuğu' vb.
eserlerde, dişe diş ekmek kavgası veren fabrika işçilerini, suça
itilmiş ya da günde on sekiz saat çalıştırılan uykusuz çocukları, üç
kuruş için arkadaşlarını satan işçi başlarını, namusuyla çalışıp
yeterince kazanamadığı ya da açlık, aşk gibi nedenlerle kötü yola
düşen kadınları, toplumsal çelişkilerin acıklı-gülünç yanlarını,
insanın sabrını, merhamet ve iyiliğini olduğu kadar bencillik ve
kötülüğünü, gücünü ve aczini, dayanışma ve sevme yeteneğini gözler
önüne serdi. Orhan Kemal yazmayı yalnızca güzel sözler söyleme ve
biçem sorunu olarak kavrayışın karşısında tavır almıştır. Hayatın
zenginliğini, insan deneyimlerinin çeşitliliğini önemsemiş ve
yazının politik olduğunu savunmuştur. Konularının çok farklı,
tiplerinin unutulmaz olduğu iki yüzden fazla öykü, otuza yakın roman
yazmış genellikle konuşmaların yoğun, betimlemelerin ölçülü olduğu
bir yazma yöntemini kullanmıştır. Orhan Kemal'in kişileri,
karşılıklı konuşmalarla kendi benliklerini ve duygusal durumlarını
ortaya koyarlar. Kullandıkları sözcükler, kurdukları cümleler ise
toplumsal konumlarını belirleyen araçlardır. Öte yandan
diyaloglardaki doğallık ve gerçeğe uygunluk anlatıma sürükleyicilik
kazandırır. Bu yüzden Orhan Kemal'in bir çok eseri sinemaya,
tiyatroya, televizyona da uyarlanmıştır '72. Koğuş', 'Bekçi Murtaza',
'Eskici Dükkânı', 'Kardeş Payı' gibi.
Ateşli kadın kahramanlar Orhan Kemal'in bir başka önemli yanı da
Türk edebiyatına ilk kez yaşayan, cinsellikleri olan kanlı canlı,
ateşli kadın kahramanlar taşımış olmasıdır. Kendisine kadar öykü ve
romanımızda daha çok geleneksel erkek bakışından anlatılmış olan ve
çoğu kez olay örgüsünün destekleyicisi konumunda kalan kadınlar,
Orhan Kemal'le tutkulu, yırtıcı, gerçek ve etkileyici kadın
kişiliklere dönüşmüşlerdir. 'Çamaşırcı Kızı', (1958), 'El Kızı'
(1960), 'Yalancı Dünya' (1966), 'Bir Filiz Vardı' ( 1965),
'Sokaklardan Bir Kız' (1968) adlı eserlerinde daha yoğun olarak ama
hemen bütün yazdıklarında kadın hayatlarına yakın durmuş, kenar
mahallede yaşayanları, toplumsal konumundan geriye düşmüşleri,
sinema ve eğlence dünyasında sömürülen, kötüye kullanılan kızları ve
kadınları büyük bir duyarlılıkla gözlemlemiştir. Onun kadınları
yazınsal yoğunluk içinde, önyargısız ve sevgiyle anlatabilme
özelliği sonraki dönemin kadın yazarlarını da etkilemiş,
edebiyatımızdaki kadın tiplerini daha cesur, açık ve inanılır
kılmıştır. Bu kısa yazı içinde Orhan Kemal'in bıraktığı zengin
edebiyat birikiminden ayrıntılı olarak söz etme olanağı yok. Onun,
insana özgü tüm açmaz ve olasılıklara bakarken insan yüreğine de
inebilmiş oluşu sanatsal tutumunu açık biçimde gösteriyor zaten.
Buna bağlı olarak sorunları bireysel ve kendi başına değil tarihsel
ve toplumsal temelde kavrayışı da eserlerine evrensellik
kazandırıyor. Orhan Kemal'de sorunlar, eşraf, köylü, işçi, ağa,
fabrikatör, aracı kim ve ne olursa olsun sistemle ilgili gediklerin
doğurduğu hayal kırıklıklarından besleniyor ve hâlâ sağlam
kalabilmiş değerlere yönelme arzusuyla insan aklı ve duygusunun
yarattığı içe ya da dışa dönük bir çatışmayı körüklüyor. Yazarın
özellikle romanlarında karşılaştığımız dramatik yapıyı besleyen öğe
temeldeki bu çatışmadır. Orhan Kemal, insanın yaşadığı ülkenin,
coğrafyanın, toplumsal yargıların kendine özgü oluşum ve gelişim
koşulları içinde biçimlendiğini kimsenin doğuştan iyi ya da kötü
olmadığına inanır. Anadolu'nun bereket ve doğurganlığını, birikimini
ve ruhunu canlı, coşku dolu bir söylemle öne çıkararak geleceğe
inancını diri tutar. Kalemini karanlıkta kalmışlara, unutulmuşlara,
yaşadıkları bilinmeyenlere adamış bir çok yazar gibi başı dertten,
hapislerden, kovuşturma ve izlenmekten kurtulmamış, ağır bedeller
ödemiş olsa bile.
Ekmek kavgası sürüyor Orhan Kemal'i kaybettiğimiz 1970'ten bu
yana dünyada ve ülkemizde pek çok şey değişti ama bir çok şey de hiç
değişmedi. Mevsimlik işçilerin, ırgatların Çukurova ve Ege'deki
tarla kıyılarındaki sefalet manzaraları, varoşlardaki, kırsal
kesimdeki ekmek kavgası hız kesmeden devam ediyor. İşsizlik,
yoksulluk, açlık, güvencesizlik bitmedi. Yokluk ve sıkıntılarla
yaşamaya çalışan insanlarla her an her yerde karşılaşıyoruz.
Toplumsal, ekonomik çelişkiler eskisinden daha yakıcı. Çok adaletsiz
koşullar içinde yaşıyoruz. Onun sokak çocukları giderek çoğalıyor,
daha fazla suça itiliyor. Ailesini geçindirmek için bedenini satan
kadınlar da çığ gibi büyüyor. Babalar kızlarını, küçük çocuklarını
pazarlıyor yürek yakıcı bir biçimde. Çünkü Orhan Kemal'in döneminde
henüz bozulmamış olan da bozuluyor günümüzde. Toplumsal değerlerin
en güvenilir olanları bile yıkılmakta ne yazık ki. Orhan Kemal'in
insanları daha büyük kayıplarla ve benzer koşullarda ama sayıları
daha da artmış olarak aramızda yaşamayı sürdürüyorlar kısaca. Onlar
yaşadıkça Orhan Kemal de yaşayacak, yaşıyor ve gözü hâlâ üstümüzde
dolaşıyor. Bu noktada şaşılacak olan, bütün bu yaşananların artık
pek az ya da hiç yazılmıyor yani edebiyatımıza güçlü bir biçimde
yansımıyor oluşu. Nedense artık bunlarla uğraşmıyoruz. Günümüzde
gerçeği yazmanın ve daha adil bir dünya istemenin modasının geçtiği
düşünülüyor. Daha doğrusu öyle sanılıyor ve küçümseniyor. İnsana
bakış açısı gittikçe daralıyor. Kültür sanayiinin insan imgesi
güzelliği, zenginliği ve eğlendirici olmayı önemsiyor. Anadolu ve
halk imgesi edebiyatın dışında, çağdaş ağa tiplemeleri, düzmece aile
dizileri, mafyatik ilişkilerle hayat bulmaya zorlanıyor. Bu sığ ve
aldırışsız ortamda Orhan Kemal okumanın tam zamanıdır diye
düşünüyorum. Kendi kendimizle yeniden karşılaşmak ve tanışmak için.
Özellikle Orhan Kemal'i bilmeyen, tanımayan genç kuşağın hayata,
insana, gerçeğe bakışta yeni ve farklı algılama boyutları kazanmada
bu büyük ustayı okumaya çok ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum.. |