Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Radikal  - Inci Aral - 11.10.2004

Orhan Kemâl Yaşıyor  

'
Epsilon Yayınevi Orhan Kemal'i, edebiyatımızın bu hiç eskimemiş yazarını, epeydir onu okumamış olanlara, okumakta gecikmişlere ve genç kuşaklara yeniden sunmak, tanıtmak üzere harekete geçti. İlk yayımlanacak kitap 'Cemile'. 'Baba Evi', 'Avare Yıllar' ve 'Cemile' üçlemesini, ben, henüz ortaokul öğrencisi olduğum sıralarda okumuştum. Varlık Yayınları'ndan çıkmış olan bu romanlar beni sarsmış, çok heyecanlandırıp etkilemiş, sonraki yıllarda da Orhan Kemal'in sıkı okurlarından biri olmamı sağlamıştı. Yayın ve edebiyat dünyasının karmaşası içinde adı bir süredir daha az anılmakta olan yazarın, bu girişimle yeniden gündeme geleceğine ve eski-yeni bütün okurları tarafından özlemle kucaklanacağına inanıyorum. Orhan Kemal, öykücü ve romancıdır. Sait Faik ve Sabahattin Ali gibi kendine özgü bir öykü dünyası kurmuş romanlarıyla da edebiyatımızda tartışmasız çok önemli ve kalıcı bir yer edinmiştir. Orhan Kemal'in büyüklüğü; önemi, yakından tanıdığı, birlikte olduğu, yalın, sıradan 'küçük' insanları güçlü bir dil ve dolaysız bir içtenlikle anlatabilmiş olmasındadır. O, alt sınıfın, sokağın dilini, sesini, duygusunu şiirli bir söylem ve kısa, vurucu yeni bir biçemle edebiyatımıza taşımış, halkın sesini yansıtmıştır. Kuşkusuz bu yalın kat, tarafsız bir yansıtma değildir. Orhan Kemal, kendi dünya görüşünden güç alan derin kavrayışıyla hayatı geniş bir biçimde kapsayan eserler üretirken insan olmanın hallerini en yüksek yazarlık vicdanıyla yorumlamıştır. Gerçeği abartmadan, kişilerini gereksiz yere yüceltmeden en önemlisi yaşama sevincini karartmadan. Bu yanıyla, bir yazarın anlattığı insanları oldukları gibi sevmeyi bilmesi gerektiğini bana ve kuşağımdan bir çok yazara öğreten de Orhan Kemal olmuştur. Hem okuruna kendini bu kadar sevdirmiş hem de kendisinden sonra gelen bir yazar kuşağını etkilemiş oluşu onu edebiyatımızın köşe taşlarından biri haline getirmiştir.

Sancılı bir dönem Bilindiği gibi, Türkiye'de İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan bunalım ve soğuk savaş döneminin zorladığı değişim, devletin sosyalleşme ülküsünden uzaklaşıp 'her mahallede bir milyoner' özendirmesiyle yeni bir sermaye sınıfı ortaya çıkardı. Çok partili sisteme geçişle birlikte ortalıkta göstermelik bir demokrasi söylemi ve sanayileşme sözü dolaşır oldu. Toprak reformunun rafa kaldırılması ve tarımın makineleşmeye yönelmesi, tarıma dayalı sanayileşmenin gerektirdiği insan gücü ihtiyacını, dolayısıyla kentlere göçü hızlandırdı. Orhan Kemal, işte bu sancılı dönüşüm döneminde yaşamış daha çok bu çerçevede üretmiş bir yazardır. Bu dönem aynı zamanda edebiyatımızda toplumcu gerçekçi anlayışın yaygınlık kazanarak yazınsal üretimi biçimlendirdiği bir dönemdir. Yazar, otuzların sonu ve kırklı yıllarda dergilerde yayımlanan öykülerini 'Ekmek Kavgası' (1949) adlı öykü kitabında; 'Küçük Adamın Notları' başlığı altında yayımladığı kendi yaşamından kesitler içeren yazıları da; 'Baba Evi' (1949) romanında topladı. Çarpık, alt yapısı olmayan, ilkel sanayileşme çabalarının içinde ezilen insan yazdıklarının ana temasıydı. Varlık yokluk savaşı veren ülke insanının gündelik hayatına, kavrayışlarına, üretim ilişkilerine yansıyan yokluk ve haksızlıklara eğilerek emeği hiçe sayan, kayıtsız kuralsız bir çalışma ortamının acımasızlığını görünür kıldı. İnsanı ve onu kuşatan olguları içerden bir bakışla gözlemleyip tam kararında ayrıntılarla yazıya dökme, gördüğünü kendi içinde yaşayıp dönüştürerek yeniden yaratma ve yaşananların bilincine vararak tanıklık etme ustalığını gösterdi. Tanıklık düzeyinde de kalmadı. Yazdıkları gözü kapalıları uyandırıcı bir niteliğe bürünmüş oldu. Orhan Kemal, başlangıçta Çukurovalı ırgatları, zanaatçıları, köyden kente göçüp evsiz barksız, zor durumda kalmışları yazdı. 'Vukuat Var', 'Hanımın Çiftliği', 'Bereketli Topraklar Üzerinde' romanları bu dönemde çıktı. Kendisi ailesiyle birlikte İstanbul'a göçüp yerleştikten sonra ise büyük kentte yaşayan işsiz, yoksul, ya da emeğiyle geçinmeye çalışan insanları konu etti. 'Bekçi Murtaza', 'Gurbet Kuşları', 'Müfettişler Müfettişi', 'Sokakların Çocuğu' vb. eserlerde, dişe diş ekmek kavgası veren fabrika işçilerini, suça itilmiş ya da günde on sekiz saat çalıştırılan uykusuz çocukları, üç kuruş için arkadaşlarını satan işçi başlarını, namusuyla çalışıp yeterince kazanamadığı ya da açlık, aşk gibi nedenlerle kötü yola düşen kadınları, toplumsal çelişkilerin acıklı-gülünç yanlarını, insanın sabrını, merhamet ve iyiliğini olduğu kadar bencillik ve kötülüğünü, gücünü ve aczini, dayanışma ve sevme yeteneğini gözler önüne serdi. Orhan Kemal yazmayı yalnızca güzel sözler söyleme ve biçem sorunu olarak kavrayışın karşısında tavır almıştır. Hayatın zenginliğini, insan deneyimlerinin çeşitliliğini önemsemiş ve yazının politik olduğunu savunmuştur. Konularının çok farklı, tiplerinin unutulmaz olduğu iki yüzden fazla öykü, otuza yakın roman yazmış genellikle konuşmaların yoğun, betimlemelerin ölçülü olduğu bir yazma yöntemini kullanmıştır. Orhan Kemal'in kişileri, karşılıklı konuşmalarla kendi benliklerini ve duygusal durumlarını ortaya koyarlar. Kullandıkları sözcükler, kurdukları cümleler ise toplumsal konumlarını belirleyen araçlardır. Öte yandan diyaloglardaki doğallık ve gerçeğe uygunluk anlatıma sürükleyicilik kazandırır. Bu yüzden Orhan Kemal'in bir çok eseri sinemaya, tiyatroya, televizyona da uyarlanmıştır '72. Koğuş', 'Bekçi Murtaza', 'Eskici Dükkânı', 'Kardeş Payı' gibi.

Ateşli kadın kahramanlar Orhan Kemal'in bir başka önemli yanı da Türk edebiyatına ilk kez yaşayan, cinsellikleri olan kanlı canlı, ateşli kadın kahramanlar taşımış olmasıdır. Kendisine kadar öykü ve romanımızda daha çok geleneksel erkek bakışından anlatılmış olan ve çoğu kez olay örgüsünün destekleyicisi konumunda kalan kadınlar, Orhan Kemal'le tutkulu, yırtıcı, gerçek ve etkileyici kadın kişiliklere dönüşmüşlerdir. 'Çamaşırcı Kızı', (1958), 'El Kızı' (1960), 'Yalancı Dünya' (1966), 'Bir Filiz Vardı' ( 1965), 'Sokaklardan Bir Kız' (1968) adlı eserlerinde daha yoğun olarak ama hemen bütün yazdıklarında kadın hayatlarına yakın durmuş, kenar mahallede yaşayanları, toplumsal konumundan geriye düşmüşleri, sinema ve eğlence dünyasında sömürülen, kötüye kullanılan kızları ve kadınları büyük bir duyarlılıkla gözlemlemiştir. Onun kadınları yazınsal yoğunluk içinde, önyargısız ve sevgiyle anlatabilme özelliği sonraki dönemin kadın yazarlarını da etkilemiş, edebiyatımızdaki kadın tiplerini daha cesur, açık ve inanılır kılmıştır. Bu kısa yazı içinde Orhan Kemal'in bıraktığı zengin edebiyat birikiminden ayrıntılı olarak söz etme olanağı yok. Onun, insana özgü tüm açmaz ve olasılıklara bakarken insan yüreğine de inebilmiş oluşu sanatsal tutumunu açık biçimde gösteriyor zaten. Buna bağlı olarak sorunları bireysel ve kendi başına değil tarihsel ve toplumsal temelde kavrayışı da eserlerine evrensellik kazandırıyor. Orhan Kemal'de sorunlar, eşraf, köylü, işçi, ağa, fabrikatör, aracı kim ve ne olursa olsun sistemle ilgili gediklerin doğurduğu hayal kırıklıklarından besleniyor ve hâlâ sağlam kalabilmiş değerlere yönelme arzusuyla insan aklı ve duygusunun yarattığı içe ya da dışa dönük bir çatışmayı körüklüyor. Yazarın özellikle romanlarında karşılaştığımız dramatik yapıyı besleyen öğe temeldeki bu çatışmadır. Orhan Kemal, insanın yaşadığı ülkenin, coğrafyanın, toplumsal yargıların kendine özgü oluşum ve gelişim koşulları içinde biçimlendiğini kimsenin doğuştan iyi ya da kötü olmadığına inanır. Anadolu'nun bereket ve doğurganlığını, birikimini ve ruhunu canlı, coşku dolu bir söylemle öne çıkararak geleceğe inancını diri tutar. Kalemini karanlıkta kalmışlara, unutulmuşlara, yaşadıkları bilinmeyenlere adamış bir çok yazar gibi başı dertten, hapislerden, kovuşturma ve izlenmekten kurtulmamış, ağır bedeller ödemiş olsa bile.

Ekmek kavgası sürüyor Orhan Kemal'i kaybettiğimiz 1970'ten bu yana dünyada ve ülkemizde pek çok şey değişti ama bir çok şey de hiç değişmedi. Mevsimlik işçilerin, ırgatların Çukurova ve Ege'deki tarla kıyılarındaki sefalet manzaraları, varoşlardaki, kırsal kesimdeki ekmek kavgası hız kesmeden devam ediyor. İşsizlik, yoksulluk, açlık, güvencesizlik bitmedi. Yokluk ve sıkıntılarla yaşamaya çalışan insanlarla her an her yerde karşılaşıyoruz. Toplumsal, ekonomik çelişkiler eskisinden daha yakıcı. Çok adaletsiz koşullar içinde yaşıyoruz. Onun sokak çocukları giderek çoğalıyor, daha fazla suça itiliyor. Ailesini geçindirmek için bedenini satan kadınlar da çığ gibi büyüyor. Babalar kızlarını, küçük çocuklarını pazarlıyor yürek yakıcı bir biçimde. Çünkü Orhan Kemal'in döneminde henüz bozulmamış olan da bozuluyor günümüzde. Toplumsal değerlerin en güvenilir olanları bile yıkılmakta ne yazık ki. Orhan Kemal'in insanları daha büyük kayıplarla ve benzer koşullarda ama sayıları daha da artmış olarak aramızda yaşamayı sürdürüyorlar kısaca. Onlar yaşadıkça Orhan Kemal de yaşayacak, yaşıyor ve gözü hâlâ üstümüzde dolaşıyor. Bu noktada şaşılacak olan, bütün bu yaşananların artık pek az ya da hiç yazılmıyor yani edebiyatımıza güçlü bir biçimde yansımıyor oluşu. Nedense artık bunlarla uğraşmıyoruz. Günümüzde gerçeği yazmanın ve daha adil bir dünya istemenin modasının geçtiği düşünülüyor. Daha doğrusu öyle sanılıyor ve küçümseniyor. İnsana bakış açısı gittikçe daralıyor. Kültür sanayiinin insan imgesi güzelliği, zenginliği ve eğlendirici olmayı önemsiyor. Anadolu ve halk imgesi edebiyatın dışında, çağdaş ağa tiplemeleri, düzmece aile dizileri, mafyatik ilişkilerle hayat bulmaya zorlanıyor. Bu sığ ve aldırışsız ortamda Orhan Kemal okumanın tam zamanıdır diye düşünüyorum. Kendi kendimizle yeniden karşılaşmak ve tanışmak için. Özellikle Orhan Kemal'i bilmeyen, tanımayan genç kuşağın hayata, insana, gerçeğe bakışta yeni ve farklı algılama boyutları kazanmada bu büyük ustayı okumaya çok ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum..

 



.


[email protected]