Orhan Kemal (1914-1970) yalnız kendi ülkesinde değil, ülke
sınırlarının çok ötesinde de tanınmaktadır. Orhan Kemal,
Sovyetler'de de çok iyi tanınan bir yazardır. Bu Türk yazarının ilk
seçme öyküleri, Moskova'da 20 yıl önce yayınlanmıştır.(1) Onun
yazdıklarını şimdi Azerbaycanlılar, Ukraynalılar, Gürcüler,
Kazaklar, Latviyalılar ve Özbekler de kendi dillerinde okuyorlar.
Orhan Kemal'in yapıtlarında, bugün yaygın olan yabancılaşma sorununa
ya da yalnızlık felsefesine değinilmiyor. Yazar, kendini biçimsel
deneylere de kaptırmıyor. Bu düzyazı yazarının geleneksel
gerçekçilik yaklaşımıyla yazdığı tüm yapıtlarında, Türk emekçisinin;
sönük, gündelik yaşamından, onun yoksulluklarla dolu çevresinden;
devrimci, ilerici bir sanatçının bilincinden ve ruhundan yükselen
bir gerçeklik var.
Orhan Kemal'in yapıtları, yalnız çevirmenlerin değil; Sovyetler,
Polonya, Çekoslovakya, Bulgaristan ve Doğu Almanya'daki
araştırmacıların da dikkatini çekmiştir. Son yıllarda, özellikle
kendi ülkesi Türkiye'de Orhan Kemal hakkında çok yazı yazılıyor.
Eleştirmenler ve yazarlar, Orhan Kemal'in yapıtlarının özelliklerini
daha iyi anlamak ve ulusal edebiyattaki yerini saptamak için
çalışıyorlar.
Orhan Kemal'in edebiyatta asıl etkin olduğu, ?40-?60 yılları; aynı
zamanda Türk eleştirel gerçekçiliğinin estetik ve sanatsal olgunluk
kazanmaya, belli başlı bir akım olarak kendini ortaya koymaya,
aslında ülke edebiyatının gelişmesini yönlendirmeye başladığı
dönemdir.
Toplumsal sorunslara karşı her zaman büyük bir ilgi besleyen
gerçekçi edebiyat, özellikle köylerin ve kentlerin alt tabaka
insanlarının yaşamını kapsıyor. XX. Yüzyıl, halk kitlelerinin
tarihini ön plana çıkartmıştır. Çeşitli ülkelerin edebiyatları bu
süreci yansıtmıştır; bugün de yansıtmaktadır. Birçok ülkenin
gerçekçi yazarlarının, bu arada Türk yazarlarının yapıtlarının da
başlıca kahramanı, emekçi insandır.
Bunun yanında gerçekçi Türk edebiyatı, dikkatini toplumun belli bir
kesimindeki insanların toplumsal bilinçlenme sürecine çevirmiştir.
Toplumsal uyanış ve toplumsal etkinlik sürecine giren yeni bir
insan-kahraman ortaya çıkmıştır (Örneğin Sabahattin Ali'nin
Kuyucaklı Yusuf'u, Yaşar Kemal'in İnce Memed'i, vb.).
Bu gerçekçi yazarlar, kahramanlarının davranışlarının ardında yatan
nedenleri, kişilerin ruhsal yapısını, yaşamlarındaki çelişkileri ve
onların iç-dramlarını; 'içinden' görüp resmediyorlardı. Bunda,
yazarın yaşam deneylerinin bir parçası olan betimlemelerin
verilmesinden çok, emekçi kitlelerin çıkarlarına cevap veren
olayların değerlendirilmesi önemlidir.
Her şeyi bilinçli olarak, halkın açısından görmeye çalışan Türk
edebiyatı, daha ?30'lu yıllarda kendini demokrat yazarların
yapıtlarında göstermiştir. Örneğin; Reşat Enis, Sadri Ertem,
Sabahattin Ali, Suat Derviş, vb. Toplumda ve edebiyat alanında
ülkenin kendine özgü gelişmesinden ötürü, gerçekliği halkın gözüyle
görme yöntemi; artık tek tek yazarların kişisel özelliğini taşıyan
bir yöntem olmaktan çıkıp çağdaş eleştirel gerçekçilikte yasalaşan,
norm olarak yerleşen bir yöntem olarak ortaya çıkmıştır. Gerçekliğin
halk açısından değerlendirilmesi; yazarları, halkın çektiklerinin
"kökenlerine" inmeye götürüyor. Bu yöntem de, anlatılan olaylardaki
neden-sonuç bağlantısının daha derin ve net olarak yansıtılmasına,
anti-emperyalist ve anti-kapitalist eğilimin gerçekçi Türk
edebiyatında güçlenmesine yol açmıştır.
Son yıllarda edebiyatta eleştirel gerçekçiliğin gelişmesinde görülen
özelliklerden biri, Türkiye'de özellikle ?60-?70 yılları arasında
gözlenen sosyalist fikirlerin edebiyata girmesi olgusudur. Sosyalist
fikirlerin yaygınlaşması ve Türk gerçekçiliğinin yeni bir niteliğini
oluşturması - gerçekçilikle sosyalist fikirlerin birleşmesi -
kesinlikle sosyalist gerçekçiliğin doğduğu anlamına gelmez. Yeni bir
sanatsal dünya görüşünün olgunlaşması için uzun bir süre gereklidir.
Yeni fikirlere, yeni sözcüklere gereksinme vardır; bütün bunlar,
Genrich Mann'a göre Gorki için "dünya edebiyatı içinde yeni
yollarsın ve yeni bir perspektifin açılmasına olanak sağlamıştır.(2)
Çağdaş Türkiye'nin özelliklerine gelince, burada sosyalist
fikirlerin çok çeşitli olduğunu, sosyalizme yönelen Türk yazarları
için sosyal ve tarihsel koşullar nedeniyle sosyalizmin toplumsal bir
ideal olmaktan ileri gidemediğini eklememiz gerekir.
Değişik dünya edebiyatlarından alınan birçok örnek bize gösteriyor
ki, sosyalist fikirler, sosyalist gerçekçiliğin doğmasından çok önce
geliyor. Örneğin; E. Potie'nin Enternasyonal'i. Lunaçarski'ye göre
gerçekten sosyalist ilk yapıtlardan biri Jack London'ın Demir
Ökçe'sidir. Gerçekten de Mayakovski'nin "Misteri Buf"u, Nâzım
Hikmet'in "Kan Konuşuyor"u ve Sabahattin Ali'nin "Düşmanlar"ının
sosyalist bir eğilim taşıdığı tartışma götürmez.
Yukarıda saydığımız yapıtlar sosyalist fikirlerin Türk edebiyatına
?30-?40 yıl önce girdiğini kanıtlıyor ki; bu süreç Nâzım Hikmet'in
ve Sabahattin Ali'nin yapıtlarına bağlıdır. Orhan Kemal'in yapıtları
da aynı akımın içinde gelişmiştir. Sosyalist eğilimin değişik
biçimlerde ve değişik ölçülerde bulunması, bu tanınmış sanatçıları
tartışma götürmez bir biçimde birleştiren temeldir.
Sanata sosyalist fikirlerin girmesiyle sosyalist eğilimli bir
sanatın biçimlenmesi süreci başlıyor. Buna bağlı olarak da yeni bir
sanatsal dünya görüşü doğuyor.
Ünlü Sovyet edebiyat bilgini A. Matçenko şöyle diyor: "Sosyalist
gerçekçilikle sosyalist edebiyat birbirine bağlı ve birbirine
yakındır; ama bunlar aynı olgular değildir. Sosyalist edebiyat,
sosyalizmin olumlu etkisiyle oluşan bir edebiyat demektir. Değişik
sosyalist dünya görüşleri vs sosyalizme karşı duyulan yakınlığın
değişik dereceleri bu edebiyata yansımaktadır."(3) ?60-?70 yılları
arasında Türk edebiyatında gerek bilimsel sosyalizm tutkusunu
benimseyen, gerekse değişik ulusal sosyalizm görüşünü savunan ve
sosyalizme karşı belli belirsiz bir yakınlık duyan birçok yazar
vardı.
Sosyalist edebiyatta karşıt sanat akımları ve değişik yaratıcılık
yöntemleri de bulunabilir ve bu aslında kaçınılmazdır. Çağdaş Türk
eleştirel gerçekçiliğinde birbirinden ideolojik sınırlarla ayrılmış
sanatsal ve estetik eğilimlerin bulunuşu sosyalist edebiyatın
biçimlenme sürecinin ne denli güç geliştiğini kanıtlıyor.
Bu tür edebiyatın en çok dikkati çeken özelliklerini, çok özgün bir
biçimde Orhan Kemal'in yapıtlarında görüyoruz.
200'ü aşkın öykü, 30'a yakın roman ve uzun öyküde Orhan Kemal;
edebiyatını yaşamdan alınan malzemeyle zenginleştirmiş, güncel
toplumsal sorunlar konusunda dikkatini bilemiştir. Yeni temalar,
yeni konular, yeni kişiler yaratarak sınıf sınırının ötesinde
duranlara karşı alt tabakaların yaşamının geniş bir tablosunu
çizmiştir.
Orhan Kemal'in kahramanları; zanaatçılar, küçük memurlar, işçiler,
köylüler ve ırgatlar, serserilerin elebaşları, evsiz barksızlar ve
fahişelerdir. Yazar, fabrikatörlere, müteahhitlere, toprak ağalarına
da ilgi duyuyor; ama onun en çok dikkatini çeken şey, büyük çağdaş
kentteki emekçi halkın yazgısıdır.
Emekçi halk üzerine yazmak, Orhan Kemal için kişisel ve sanatsal bir
eğilim değildir; bu, onun çok iyi düşünülmüş, sanatsal-estetik
tutumudur. Yazarın bu tutumu özel söyleşilerinde, makalelerinde
sürekli olarak ortaya konmuştur. Yazarın kanısına göre çağdaş
sanatın en önemli malzemesi emekçi, çalışan insanlardır. Yazarın
amacı kendi emeğiyle toplumun gelişmesini etkilemek olduğundan o,
bunları görmezlikten gelemez. Orhan Kemal'in sanatçı olarak
edebiyattaki tutumu; yalnız sorunsalı işleyen konularında,
kahramanlarında ve anlatım biçiminde ortaya çıkmakla kalmaz; bu
tutum aslında, Orhan Kemal'in, ulusunun yazgısına boyun eğişine
büyük bir acıyla yaklaşmasında, çalışan kitlelerin bilincini
uyandırmaya çalışmasında ve onları toplumsal etkinliğe çağırmasında
kendini gösteriyor.
Kısa bir yazı içinde Orhan Kemal'in bıraktığı geniş edebiyat ürününü
bütün yanlarıyla incelemeye olanak yoktur. Bunun için, çok geniş ve
uzun bir monografik araştırma gerekir. Bu yüzden yapıtlarında onun
yazar kişiliğinin en belirgin biçimde ortaya çıktığı alanı, Türk
proletaryasından çizdiği tabloları incelemek akla en yatkın yol
olacaktır. Çünkü Orhan Kemal'in doğrudan doğruya işçilerin
yazgılarını ele almayan yapıtları bile değişik ölçülerde bu
sorunlarla ilgilidir. Gerçekten de Türk aydınının ve köylüsünün
yaşamı Orhan Kemal?e özgü ve yepyeni bir açıdan ele alınmıştır.
Aydınların yaşamına yöneldiğinde yazar, bunların emekçi sınıfa
toplumsal bakımdan en yakın olan kesimini ele alıyor: "İnci?nin
Babası", "İş", "On Lira", "Kitap Satmaya Dair", "İnci'nin Macerası"ndaki
kahramanlar, hep yoksulluk içinde iş peşinde koşan ve arada sırada
emekçilere karışan insanlardır.
Orhan Kemal'in; köylüleri, alışılmış yaşam koşulları içinde ele
aldığı pek sık görülmez. Onun ilgisini daha çok gurbette olan ve
büyük kentteki yaşam anaforunun içine düşen köylüler çeker.
"Yabancı", "Hatice Aktur ve Saire", "Bir Kadın", "Çöpçü", "Ekmek
Peşinde" öyküleri, "Bereketli Topraklar Üzerinde" romanı,
kendilerini hapiste bulan "Ali" ve "Recepsin öyküleri vb.
"Ekmek Peşinde" öyküsünde kente yerleşmiş köylülerin çektiklerini
görüyoruz. Fabrikanın gâvur icadı sanıldığı yıllar artık gerilerde
kalmıştır. Dul Emeti?nin içinde bulunduğu topluluğu, bekçiler zor
zaptediyorlar. Emeti, küçük arsasını, köyündeki yoksul topraklarını,
varını yoğunu yok pahasına satıp çocuklarıyla birlikte kente
gelmiştir. Oğlunu fabrikaya yerleştirmek kolay olmamıştır onun için.
Sağlık raporu ve nüfus kağıdı gerekmiştir. Nüfus kağıdı parayla ve
yalancı bir tanıkla zar zor ele geçirilmiştir ama sağlık raporu
nasıl ele geçirilecektir?.. Çünkü delikanlı hastadır.
"Kadın" öyküsünün adsız kahramanı, koskocaman kentte tek başına
kaldığı zaman açlıktan ölmemek için kendini satmak zorunda kalır.
Son 20 yıl içinde yazılan en iyi Türk romanlarından biri olan
?Bereketli Topraklar Üzerinde? adlı yapıtta tema üç köylü çevresinde
örülmüştür. Bunlar, en mübrem gereksinmeleri olan ekmek parasını
kazanmak için; evlerini, ailelerini terketmişlerdir. İş ararken,
gündelik yaşamlarında ırgatlar ve fabrikada çalışan işçiler arasına
girerler. Köse Hasan, hastalıktan kurtarılamayarak ölür; Pehlivan
Ali'yse katı yürekli bir müteahhit yüzünden kazaya kurban gider;
köyüne yalnız İflahsız Yusuf dönebilir. Gurbette kaldığı aylar
sırasında elde ettiği tek şey, bir gaz lambasıdır.
Basit emekçilere karşı sıcak bir sevgiyle dolu olan (bu, Türk
eleştirmenlerinin durmadan vurguladıkları bir noktadır) bu romanda
yazar, işçilerin, ırgatların ve köylülerin yaşamlarındaki
benzerlikleri göstermeyi başarıyor. Sadri Ertem ve Sabahattin
Ali'nin köylülerine karşın, Orhan Ke-. mal'in köylüleri,
sıkıntılarla dolu yaşamlarına sabır ve teslimiyetle boyun
eğmiyorlar. "Bereketli Topraklar Üzerinde"ki Kürt Zeynel gibi,
yaşama egemen olan insanlık dışı davranışlara ve adaletsizliğe karşı
isyan ediyorlar. "Afa-racı Hacı"nın baş kişisi olan Ali gibi onlar
da kendilerini sonsuz bir baskı altında tutmak isteyenlere karşı
halkın başkaldırmasını temsil ederek şöyle bağırıyorlar:"...
Tarlanız var, takımınız var, çiftiniz var, çubuğunuz var, Con
Dire'ler, Hanomak'lar... Var oğlu var... Gözlerini toprak
doyurasıcalar... Derya deniz malın üstüne oturmuş, köyü
zaptetmişsiniz! Benim bir ineğim mi gözünüze battı? Fıka-raya bir
ineği de mi çok gördünüz? Bu ne adaletsizliktir canım?" (4)
Orhan Kemal, köyü yeni bir tarihsel - toplumsal aşamada, kapitalizm
aşamasında görmüştür. Yazdıklarında 20-30'lu yılların Türk köyüne
bakan Sadri Ertem ve Sabahattin Ali'ye özgü yarı-feodal ağa - köylü
ilişkileri değil, kapitalist toprak ağasının ve ırgatın çatışan
çıkarlarını, bu süreçle birlikte giden köylülerin köyden
uzaklaşması, işçi sınıfına karışıp onu doldurması gibi sorunları ve
çatışmaları da yansıtıyor.
Orhan Kemal, sınıfsal - toplumsal ilişki ilkelerinin kentte olduğu
gibi köyde de geçerli olduğunu gösteriyor. Değişik emekçi kitlelerin
ve sınıfların temsilcileri olan kahramanların birbirlerine
benzemelerinden yararlanarak Orhan Kemal, bunların toplumsal
durumlarındaki ortak yanlan bize gösteriyor; yazar, bu emekçi halkı,
"dünyanın egemen güçleri"nin karşısına koyuyor. Kısaca Orhan Kemal,
yapıtlarında bütün olarak çağdaş toplumun toplumsal yapısını ortaya
çıkarıyor.
Orhan Kemal'de en yaygın kahraman tipi olan kentte çalışan işçinin,
ulusal edebiyatta bir öncüsü vardır; ne var ki bu tip, Halit Ziya
Uşaklıgil'in yapıtlarında belirsiz bir biçimde çizilmiş ve
genellikle savunmasız bir kurban gibi gösterilmiştir. Bundan sonra
Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Kenan Hulusi, Sadri Ertem, Sait
Faik ve Sabahattin Ali gibi gerçekçi yazarların yapıtlarında bu
işçi, çok trajik yazgısına terkedilmiş olarak görülüyor.
Orhan Kemal'in edebiyata ilk başladığı sıralarda kentteki işçilere
ve küçük ihsanlara dönük olan yapıtlarında genellikle kendi
dünyasını oluşturan koşulların kurbanı olan, edilgen bir kahraman
tipi egemendi.
Orhan Kemal kendi yaşam deneylerinden yararlanmadan yazmak ilkesine
bağlı kalarak 30-40'lı yıllarda Türk işçilerinin yaşamını,
anlatmıştır. Orhan Kemal'in yaşamında bu yılların oluşturduğu dilim,
Mehmet Raşit Öğütçü adıyla, bazı kesintilerle, Adana'da geçmiştir.
Adana yöresinin özelliklerinden biri de burada hem köy, hem de
sanayi yaşamının çok yoğunlaşmış olmasıdır. Dokuma fabrikasında
çalışan ve ilerde yazar olacak olan Mehmet Raşit, fabrika
işçilerinin yaşamını bütün yönleriyle inceleme olanağını bulmuştur.
Bunu, "Grev", "Dert Dinleme Günü", "Kardeş Payı", "Hatice Aktur Ve
Saire", "Dilekçe" vb. gibi öykülerinde ve Avare Yıllar, Cemile,
Murtaza gibi romanlarında işçilerle ilgili olarak o zaman yeni yeni
ortaya çıkmaya başlayan bazı olaylarla anlatmaya çalışmıştır.
Çok usta bir sanatçı olan Orhan Kemal, yalnızca malzeme
zenginleştirmek ve halktan kişilerin sayısını artırmakla kalmayıp
başka şeyler de yapmıştır; bunlar bile kendi başına onun edebiyata
yaptığı önemli katkılardır. Yenilikçi bir yazar olan Orhan Kemal,
ayrıca yarattığı bu kişileri kendi değerlendirmesinden geçirerek
edebiyatta yeni bir kahraman görüşü geliştirmiştir.
İşçilerle ilgili ilk Türk romanı olan Cemile'de (1952) Orhan Kemal,
konuyu iki çizgide geliştiriyor; bütün dikkatini genç dokuma işçisi
Cemile ve fabrika kâtibi Necati'yle onun arasındaki aşk öyküsü
üzerine değil, işçilerin yaşama biçimi ve çalışma koşulları,
işçilerle patronlar arasındaki çatışmalar, fabrikanın ortakları
arasındaki anlaşmazlık, yani cahil, yeni zengin, tutucu Kadir
Ağa'yla onun tam karşıtı olan yeni tip kapitalist Numan Bey'e
yöneltmiştir.
Çok ayrıntılı betimlemelerden kaçınarak Orhan Kemal, kendine özgü
lâkonik (kısa ye özlü) anlatımla işçilerin düzensiz, rahatsız
yaşamlarını veriyor: Eğri büğrü evler; çürümüş, akan damlar;
yetersiz beslenme; uykusuzluk ve insanı yıpratan uzun çalışma
saatleri.
İşte işçiler fabrikaya gidiyorlar. Evlerinin çürük kapıları şak diye
kapanıyor ve yağmurlu gecenin soğuk karanlığına erkekler, kadınlar,
çocuklar, uykularını doğru dürüst alamamış, iyice dinlenmemiş
insanlar soğukta titreşerek arka arkaya sokağa dökülüyorlar. Bir çok
kişinin birarada kaldığı evlerin daracık avlularında toplanıyor,
sonra sokağa akıyorlar; başka avlularda oturanlar da gelip onlara
karışıyor; kalabalık çığ gibi büyüyerek fabrikaya yollanıyor.
Orhan Kemal kendisini sanayiin işleyişini anlatmaya kaptırmıyor;
işçilerin çalıştıkları koşullar hakkındaki bilgimiz, metinde şuraya
buraya serpiştirilmiş ayrıntılardan ve kısa betimlemelerden
oluşuyor. ("Uyku", "Harika Çocuk", "Kel Tahir", vb). Cemile
romanında iş ortamını canlandırmak için yazar, patronun fabrikada
yaptığı günlük denetlemeden yararlanıyor. Kadir Ağa, bir patronun
keskin gözleriyle pamuğun fabrikaya girdiği yeri, ardiyeyi, nişasta
kokan haşıllama yerini, inanılmaz bir gürültüyle çalışan ve
çevresinde yumak yumak pamukçuklar uçuşan dokuma tezgâhlarını
denetliyor. "... Her bankoda "öncü" ve "arkacı" denilen işçiler
çalışır. Islak betonun üzerinde yalın ayak veya takunyalarla çalışan
kız, oğlan, genç, ihtiyar, kadın, erkek işçiler... Bilhassa
çocuklar... Dokuz, on yaşlarında, gözleri uyku dolu, renksiz
şeylerdir ki, iş kanununa uysun diye, annelerinin, teyze, hala, dayı
yahut da ta-mamiyle yabancı bir büyük insandan parayla satın alınmış
nüfus kâğıtlarıyla işe girmişlerdir." (5)
Sanayi koşullarını anlatırken Orhan Kemal'in amacı yalnız kişilerin
yaşamlarını ele alarak zor iş günlerini anlatmak değildir. Yazar,
üretim ortamını, insanlar arasındaki toplumsal ilişkilerin en yoğun
biçimde ortaya çıktığı bir ortam olarak saptıyor. Yazar için önemli
olan, bu ilişkileri yakalamak ve yansıtmaktır; çünkü toplumsal
yaşamdaki köklü değişiklikleri yazar, bu koşulların değişmesine
bağlıyor: "Egemen güçler"le onlara bağımlı olan insanlar arasında
barışçıl ilişkilerin bulunması olanağı yoktur; oysa "alt tabakalar"
yaşamlarını artık eskisi gibi sürdürmek istemiyor ve sömürülen
insanlar artık onurlu bir yaşama kavuşmak istiyorlar.
"936" adlı öyküsünün kahramanı, müdürün özel yaşamına karışmasına
tepki olarak sevgilisiyle birlikte fabrikadan ayrılıyor. "Dert
Dinleme Günü" öyküsünde de fabrikada çıkan bir olay sonunda Kemal
Dokuzcanlı, patronun, mebuslara yalan söyleyerek burada işçilerin
çok rahat bir yaşam sürdürdüklerini bildirmesi isteğine karşı
çıkıyor. Tutuklu olan işçilerin yerine, çoktan beri işsiz kalmış, iş
bekleyen genç çıraklar işe girmek istemiyorlar ("Avare Yıllar").
"Grev"deyse dokumacılar, çalışma koşullarının düzeltilmesini
istiyorlar.
Orhan Kemal'in onu başkalarından ayıran kendine özgü yanı,
gerçekliğin çirkin yanlarını ödün vermeksizin sürekli belli bir
açıdan görmek, somut toplumsal olayların (uzun çalışma günlerinin,
çok düşük ücretlerin, para cezalarının, teknik tehlikeleri giderici
önlemlerin alınmamasının, sağlık hizmetlerinin ve sosyal yardımın
bulunmamasının, çocukların çalıştırılmasının, işsizliğin,
fahişeliğin) eleştirisi yanında yaşamın olumlu yanlarının
değerlendirmesini de birlikte verebilmesidir. Yaşamı, aklı başında
bir yaklaşımla çözümlerken günlük yaşamın iyi ve güzel yanlarını
arayıp bununla birleştiriyor. İleri görüşlü bir yazar olarak Orhan
Kemal'in gelecekte daha iyi bir yaşama inanması, emekçi insanların
dürüst olabileceğine inancından doğuyor.
Orhan Kemal'in yapıtlarında okur, olumlu bir kahramanın her yanıyla,
bütün boyutlarıyla verildiğini hiçbir zaman görmüyor. Belki de
yazar, kendi yaşamında böyle bir kahraman çizmeyi gerektirecek
olaylarla karşılaşmamıştır. Ama yazarın ayrı ayrı yapıtlarındaki
kahramanlarının niteliklerini biraraya toplarsak, onun sanatında
olumlu bir kahramanın nasıl bir insan olduğunu anlayabiliriz.
"Kardeş Payı"ndaki Siverekli hammal, ilk bakışta pek akıllı
görünmeyen, kaygısız bir taşra delikanlısıdır. Aslında müteahhidin
başlangıçta onun takımına söz verdiği işin, çavuşun rüşvet karşılığı
takıma ihanet etmesiyle dışarıdan gelen hammallara verilmesi
yüzünden kahraman, duruma el koyuyor. Siverekli hammal, tepkisini
fabrika patronunun yüzüne karşı gösteriyor. Çavuşu cezalandırıyor;
öteki ham-malların kimsenin aracılığı olmadan çalışmalarını ve
kazandıkları parayı paylaşmalarını öneriyor.
"Grev"deki Sarı Memet, işçilerin saygısını kazanmıştır. Sekiz
saatlik iş günü isteğini patrona kabul ettirmek için Sarı Memet'in
önerisiyle işçiler İtalyan Usulü greve, ,yani iş yerinde kalarak
makinaları durdurma eylemine gidiyorlar. Ne var ki, fabrika patronu
onu kışkırtıcı ve kargaşalığın elebaşısı olarak polise teslim
ediyor. Sarı Memet, kendi gücünü bilenlerdendir. Patronların önünde
dik başlı durabilen ve işçileri örgütleme yeteneği olan bir
insandır.
- "Sarı Memet sen misin?
- Benim!
- Bu ameleye sen mi önayak oluyorsun?
- Ne gibi?
- Tezgâh başında dikiliyor, iş yapmıyorlarmış. Böyle hareket
etmelerini sen tavsiye ediyormuşsun.
- Ne münasebet? Onu sana söyleyen halt etmiş!
- Ne biçim konuşmak bu? Bir amirin, bir büyüğün önünde böyle mi
konuşulur?
- Büyüğün önünde böyle konuşulmaz, biliyorum.
- Konuşuyorsun işte!
- Konuşmuyorum, terbiyemi bilirim ben\
- Konuşuyorsun işte be!
- Ben senin önünde konuşuyorum!
- Ben senin büyüğün değil miyim? Ekmek veriyorum sana!
- Sen? Bana ekmek veriyorsun ha! Sen kimsin de bana ekmek
vereceksin? Çalışıyorum ben, alnımın teriyle kazanıyorum onu... Bana
ekmek veriyormuş!.. Ben çalışmayayım da sen bana ekmek ver... Ulan
siz değil ekmek, günahınızı bile vermezsiniz bedavadan!" (6)
"Dert Dinleme Günü"nde Kemal Dokuzcanlı'nın kişiliği de gene fabrika
patronuyla konuşmasında ortaya çıkıyor. Kendi toplumsal durumunun
bilincinde olan bu kahraman, özgür eylemlere girişmeyi özlüyor.
Müdürün odasına çağırılan birkaç işçiye haberi verirken ustabaşı
şunları söylüyor: "... Ankara'dan milletvekillerimiz geldi.
Halkevinde halkın dertlerini dinleyeceklermiş... Sizleri de
fabrikamız adına seçtik. Gidin, bir şikâyetiniz, bir derdiniz...
Olur a... Söyleyin!" (7)
Sonra da,
"İriyarı Umum Müdür araya girdi:
-Memleketimizin büyük tüccarları, büyük çiftçileri, büyük
fabrikatörleri de orda bulunacak...
Sözü fabrika sahibi aldı:
-Onlar varken size söz düşmez! Çünkü onlar memleketin ihtiyaçlarını
daha iyi bilir, daha iyi, takdir ederler...
Dokumacı Kemal Dokuzcanlı dayanamadı:
-Şu halde bizim gitmemize hiç lüzum yok!
-Büyük tüccar, büyük çiftçi, büyük fabrikatör benim küçük derdimi ne
bilecek? dedi, onlar kendi dalgalarında, ben kendi dalgamdayım...
Salih Topal İleri atıldı:
-Efendim, dedi, biz kendimizi bilmez, saygısızlardan değiliz. Neden?
Çünkü, büyüğünü bilmeyen Allah'ını da bilmez! Memleketimizin ileri
gelen büyüklerinin yanında bize söz düşmeyeceğini bizler elbette
takdir ederiz!
Dokumacı Kemal Dokuzcanli:
-İşte, dedi, tam bulmuşsunuz gönderecek adamı... Benim ne işim var
orada?
Odadan çıktı gitti."(8)
Yazar bize, her işçinin Kemal Dokuzcanlı'nın davrandığı gibi
davranamayacağını gösteriyor. Bütün işçiler patronların iradesine
kendi iradeleriyle karşı çıkamıyorlar. İşçilerin çoğu Topal Salih ve
Yorulmaz Hüseyin gibi, kendindeki boyun eğme alışkanlığından henüz
kurtulamamıştır. Ama onlar da, arkadaşlarının davrandıkları gibi
dav-ranmaları gerektiğini anlıyor ve onu öven sözler söylüyorlar.
"Cemile"de Orhan Kemal bize İzzet Usta'nın ve İzmirli Nusret'in
kişiliklerini tanıtıyor. İzzet Usta iyi bir teknisyendir, ama işinde
uzaklaştırmıştır ve gündelikçi işçi olarak çalışmaktadır. İzzet,
okuma yazma biliyor; üstelik epeyce de kitap devirmiş. İşçilerle
ilişkisini kesmiyor; onlara çok yararlı öğütlerde bulunuyor; Kadir
Ağa'nın tuzaklarını açıklayarak onlara acele, düşünmeden girişilen
yanlış eylemlerden kaçınmalarını salık veriyor.
İzmirli Nusret oldukça kafalı bir delikanlıdır. İzzet gibi onun da
okuması yazması vardır (Lise dokuzuncu sınıftan ayrılmıştır) ve
epeyce kitap okumuştur. Çalıştığı fabrikada üretimin neden
azaldığını ve elbette bu azalmadan sonra dokuma işçilerinin
aldıkları ücretlerde neden düşme olacağını ilk sezen birkaç kişiden
biri o oluyor. Nusret, bu tahminini, işçilerin huzursuzluğundan
yararlanarak Numan Bey'in tayin ettiği Avrupalı mühendisten
kurtulmayı amaçlayan patronu Kadir Ağa'ya iletiyor.
Orhan Kemal'in, yapıtlarında ilk kez Türk edebiyatında bir
sanatçının emekçi insanları kitapla karşı karşıya getirdiğini
görüyoruz. ("Can Sıkıntısı", "Ekmek, Sabun ve Aşk", "Necati",
"Devlet Kuşu" romanındaki Recep ve "Cemile" romanı). İşçinin bilgiye
duyduğu büyük özlemi dile getirirken yazar, sömürülmüş insanların
bilincinin gelişmesinde eğitimin ne büyük bir yeri olduğunu
gösteriyor. Orhan Kemal'e göre eğitim "gerçeği görmek için"
gereklidir.
Çok etkileyici portreler çizerken Orhan Kemal, konuşmaların
ayrıntılarını çok sıkı bir seçmeden geçirerek onlara inandırıcı bir
canlılık kazandırmış ve psikolojik açıdan çok doğru kişiler
yaratmıştır. Yazar bu kişileri, yaşamın içinde ve toplumsal
'çelişkilerin ortasında, belli toplumsal eğilimlerin temsilcileri
olarak görmüş ve seçmiştir. "Grev"deki Sarı Memet, Cemile'deki İzzet
Usta ve Nusret, "Kardeş Payı"ndaki Siverekli, "Dert Dinleme Günü"ndeki
Kemal Dokuzcanlı, Avare Yıllar'daki Ahmet, Suçlu romanındaki Mustafa
ve Hasan, "Arkadaş lslıkları"ndaki İlyas, Devlet Kuşu romanındaki
Recep yeni tür kahramanlardır; yazar, bunları toplumsal bilincin ve
toplumsal etkinliklerin uyandığı bir dönemde ortaya çıkan insanlar
olarak gösterir. Orhan Kemal kahramanlarının iç dünyalarına girerek
çok sönük (hiçbir özelliği olmayan) dış görünüşlerin ardında
korkusuzluk, çalışma sevgisi, arkadaşlık duygusu ve doğuştan
akıllılık gibi çok büyük yeteneklerin bulunduğunu göstermiş ve
emekçi insanların toplumsal bakımdan bilinçlenmesine yardım eden ve
ahlaksal nitelikleriyle insanı kendine çeken bir ideal yaratmıştır.
Orhan Kemal'i, 30'lu yılların kendinden önce gelen yazarlarından
ayıran başka bir özelliği de, onun Türk işçisini, kendi sınıfının
temsilcisi olarak ortaya çıkarmasıdır. Bundan başka Orhan Kemal,
işçinin sınıf psikolojisine inerek bunu açıklamış ve belli bir
toplumsal psikolojik tip yaratmıştır. (Sürecek)
Dipnotlar
(1) Orhan Kemal, Ekmek Kavgası, Rusça'sı R. Fiş, Moskova, 1956.
(2) 3 Ciltlik Rus Sovyet Edebiyatı Tarihi, Cilt I, Moskova, 1958, s.
487.
(3) A. Metçenko, "Sosyalist Gerçekçilik ve Sosyalist Sanat Üzerine",
Oktobr Dergisi, 1967, Sayı 6, s. 196.
(4) Orhan Kemal, Ekmek Kavgası, İst., 1958, s. 40-41.
(5) Orhan Kemal, Cemile, İst., 1970, s. 23-24.
(6) Orhan Kemal, "Grev", Ankara, 1954, s. 11-12.
(7) A.g.e., s. 50.
(8) A.g.e., s. 50-51.
.. |