Orhan Kemal, öyküleri ve romanlarında Çukurova’daki pamuk
ırgatlarıyla fabrika işçilerinin kentin kenar mahallelerindeki
yoksul yaşayışlarını anlatmakla işe başladı. İstanbul’a gelince de
gene fabrika işçileriyle İstanbul’un kenar semtlerindeki yoksul
insanların yaşayışını anlatmayı sürdürdü.
Orhan Kemal, sıradan insanları anlattı. Kendisi de onlardan
biriydi. Adana’da da İstanbul’da da bütün yaşamı onlar arasında
geçti. Onlar gibi fabrikalarda işçilik, dokumacılık, katiplik yaptı.
Yaşadıklarını yaşadığı gibi, gündelik olaylardan kaynaklanan
öyküleriyle romanlarında gerçekçi bir bakış açısıyla dile getirdi.
Büyük bir gözlem gücüne dayanan öyküleriyle romanlarında anlattığı
insanların psikolojisini, davranışını, karakterlerini daha çok
karşılıklı konuşmalara dayanan bir yazış biçimiyle verdi. Çoğu kendi
yaşamından kaynaklanan eserlerinde bir döneme tanıklık etti.
Ekmek Kavgası
Orhan Kemal’in anlattığı kişiler için “Önce Ekmek” gelir.
Kitaplarının birinin de adıdır bu. Ama ekmeğe ulaşmak o kadar kolay
değildir. Bu konuda kavga verir yoksul insanlar. Dişe diş bir kavga.
Bunun adı Orhan Kemal’in ilk kitaplarından birinin adı da olan
“Ekmek Kavgası”dır. Ekmek Kavgası öyküsü, askeri alay mutfağının boş
arsaya döktüğü yemek artıklarının bir bolluk görüntüsüyle başlar.
Bunları toplamaya gelen çocuklarla yaşlı kocakarılar, bir de
köpekler bu bolluktan çok mutludur. İnsanlar “Paslı teneke
kutularını ağız ağıza” doldururken köpekler, tokluktan “Karınlarını
güneşe devirip uyuklarlar.”
Günün birinde alay başka bir yere taşınır. Yerini daha az
sayıdaki Oto Bölüğü alır. Alay zamanındaki bolluk kalmamıştır. Oto
Bölüğü de gidince yemek yalnızca oradaki birkaç nöbetçi ere pişmeye
başlar. “Arsaya hemen hemen hiçbir şey” dökülmez. “Pek pek birkaç
kemik, biraz ekmek içi filan..”
İşte o zaman kavga başlar:
“...bir kemik parçası yüzünden insanlarla, köpekler
arasında da kavgalar oluyordu.
Yahut bir parça ekmek içine doğru bir kocakarı, değneğine
dayana dayana giderken, aynı ekmek içi yalınayak bir oğlan
tarafından da görülmüş oluyordu. Oğlan kocakarının değneğini
çekiverince kadın yuvarlanıyor, beriki koşup ekmeği kapıyordu.”
İşçiler, fabrikalar, çalışma yaşamında karşılaşılan
sorunlar Orhan Kemal’in birçok öyküsünde, romanında yoğun bir
biçimde yer alır. Orhan Kemal 1947’de yazdığı bir öyküde Adana’daki
bir dokuma fabrikasında sekiz saatlik iş günü için direnişe geçen
işçileri anlatır. “Grev” adını verdiği bu öykü, 1968’de yayımladığı
öykü kitabının da adı olur. Öyküde; dokumacıların grev yaptığı,
fabrika sahibinin oğluna haber verilir;
“Fabrika sahibinin oğlu odadan fırladı. İplik ambarlarını
bir hamlede geçti. Dokumahaneye koşarak girdi.Üç dokuma tezgahının
müthiş bir gürültüyle çalıştığı atölyenin havasında pamuk tozları
uçuşuyordu.
Kapıda durdu. İçeriyi hırslı hırslı gözden geçirdi. Yanı
başında dikilen dokuma ustasına,
-Hani? Grev yaptılar diyordun? dedi. Herkes tezgahının
başında!
-Tezgahlarının başındalar ama, iş görmüyorlar. Masura
tükeniyor, dolusunu koymuyorlar, bez oluyor kesmiyorlar, iplik
kopuyor bağlayıp çekmiyorlar.”
Grev, patronlarının şikayeti üstüne savcılığın el
koymasıyla sonuçlanır. Grevi başlatanlar yakalanır. Savcının,
“Tevkif edecek misiniz?” sorusuna verdiği karşılık bugün de
geçerliliğini koruyor;
“-Zannederim... Çünkü, grev... Vali muavini telefon etti.
Kafa kaldırtmaya gelmez derhal ezmek lazım... Fransa’yı içeriden
çökertenlerin kimler olduğunu biliyoruz artık.”
İşçi Çocuklar
Orhan Kemal, “Uyku” öyküsünde hafta tatilinde de
çalıştırılan çocuk işçilerin dramını anlatır. Yanı sıra bu yasa dışı
durumu, çocuklara acıdığından, yetkililere haber vermek isteyen bir
ustanın para karşılığı sustuğunu vurgulayarak işçilerin kişisel
çıkarları açısından nasıl sömürüldüklerini de anlatır.
Bütün bunlara ekmek parası için katlanılır. Ekmek
kavgasının bir yüzü de budur.
Ve İşçi Kadınlar
Orhan Kemal, emeğiyle
geçinmeye çalışan yoksul insanları anlatırken erkek ve çocuk
işçilerin yanı sıra işçi kadınları, yaşamlarını, karşılaştıkları
sorunları da dile getirmiştir.
“Bir Ölüye Dair” adlı öyküde, geçim derdi yüzünden kendini
asan iplikhane işçisi üç çocuklu Zehra’nın acı sonunu anlatır.
Kendini asması namusuyla çalışıp çocuklarına ekmek
yetiştirememektendir.
“Önce Ekmek” adlı öyküde, ailenin geçim zorlukları
nedeniyle, ortaokula giden Ayten’in okulu bırakıp çalışmaya karar
verişi anlatılır. Hem de yaşlı kimsesiz, hasta komşuları Hediye
Nine’yi artık doktor çıkmayıp iyileştiremeyeceğini bilmenin acısı
içinde.
Gerçekçi Yazar
Orhan Kemal, bildiği konuları,
birlikte yaşadığı insanları öyküleriyle romanlarında yansıttı.
1956’da “Arka Sokak” adlı kitabı dolayısıyla yargılandığında
yargıcın;” Bu ülkede varlıklı insanlar da var, neden onları
anlatmıyorsun?” sorusuna verdiği karşılık, kimden yana olduğunu
belirtmesi açısından çok ilginçtir: “Ben gerçekçi yazarım. En iyi
bildiğim konuları anlatırım. Varlıklı yurttaşların yaşayışlarını
bilmiyorum, nasıl yaşadıklarından haberim yok.”
Yüzbinlik Cemile
Orhan Kemal, kendi yaşamından
kaynaklanan bir öykü anlatıyor Cemile’de. Onun anlattığı bütün
insanların, işçi kız Cemile’yle fabrika katibi Orhan Kemal’in de yer
aldığı bir sevda öyküsü bu. Bugün yüz bin basılan Cemile’yle Orhan
Kemal, ilk kez geniş bir kesime ulaşarak yeni bir okur kitlesiyle
karşılaşacak. Bu okurlar da ilk kez, Orhan Kemal’in yoksul ama
onurlu insanlarının yer aldığı dünyasıyla yüz yüze gelecek. Ne
diyelim, darısı Orhan Kemal’in öteki kitaplarıyla başka usta
yazarlarımızın başına |