Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Cumhuriyet (Kitap Eki) - M.Sadık Aslankara - 06.01.2005

HEEYT BE ORHAN KEMAL!

'

 Orhan Kemal'i sevenler olarak Selim İleri'yle aynı Cemile'yi okumuşuzdur herhalde... Varlık'tan çıkan, bordo zeminde çapraz beyaz çizgili, kırmızı eğik yazılı Cemile'yi (İkinci basım, 1958).

     Üzerine tarih atmışım: 6 ya da 8 Eylül 1963. Çocuk yaştayım henüz... Nasıl da heyecanla, rüzgârlanarak okuduğumu bugün gibi anımsıyorum romanı.

     Üzerinden bunca yıl geçince yer yer unutmuşum yine de... Epsilon tarafından yayımlanan on ikinci basım Cemile'yi okuyunca anladım bunu. Bu son baskısının bir özelliği var: yüz bin basılmış Cemile. Hangi kitabevine girsem dizi dizi Orhan Kemal'ler, yalnız kitabevleri mi, marketler de öyle... "Heeyt be Orhan Kemal!" dedim kendi kendime. Yayınevi ulaştırmıştı ya umursamadım, girdim bir kitabevinden içeri, gururla Orhan Kemal istedim. Ardından ekledim: "İki tane olsun!"

     Vardım çaldım komşumun kapısını. Yalnızlığıma, yoksunluğuma bakarak arada dumanı tüten çorbalar getiren Nurgül Arslan, bir iyilik simgesi... Şaşkın bana bakıyor. Uzattım Cemile'yi: "İnsanlar yeni yılda birbirine armağan almaz mı, ben de size bir Orhan Kemal armağan etmek istiyorum."

     Sonra geçtim evime, ötekinin kapağını açtım, okumaya koyuldum, çarçabuk da bitirdim. O gece hep Cemile'yle boğuşup durdum... Meğer müzikal olmuş Cemile.

    "Cemile" Müzikali

     Arkada bir Adana silüeti... Kent durmadan değişiyor... Sahnenin bir yanından develer giriyor, öte yanında bir fabrikanın insan öğüten ortamında çitli makineleri, iplikhanenin, dokumahanenin tezgâhları çalışıyor... Bu arada fabrika önü, Musa'nın avlusu, bu avluya yerleşmiş yoksul aile odaları getiriliyor maketler halinde...

     Bizler oturmuş, dev bir kadronun sunduğu Cemile müzikalini izliyoruz büyük bir hayranlıkla... Rıfat Ilgaz'ın Hababam Sınıfı gibi... Kimler kimler yok sahnede? Tiyatromuz, sinemamız için bunca katkıda bulunmuş Orhan Kemal'in ünlü yapıtında herkes bir rolü olsun istemiş besbelli... Şarkıcılar kadar operacıları da dinliyoruz. Balecilerin, modern dansçıların dansları karşısındaysa enikonu büyüleniyoruz.

     Yönetmen, yüzyılın büyük bir siyasal müzikali olarak sahneye koymuş meğer Cemile'yi. Bir basın açıklaması da yapıyor bu arada. "Sinemacılarımız, bu çok güzel romanı görmezden geldiği için, kolları sıvadık, hiç değilse müzikal yapıp halkımıza armağan edelim dedik," diyor. Evet önde fabrika kâtibi Necati'yle işçi Cemile'nin aşkı anlatılıyor, ama arka planda Türkiye'nin sanayileşme süreci, kentleşme olgusu, siyasal dönüşümler, toplumsal altüst oluş, bu aşk öyküsünün çevresinde, buna eklemlenmiş öteki sınıfsal çelişkilerle birlikte sahneye geliyor. Cemile'nin aşkına engel olmak isteyen kötüler, bu aşka yardım etmeye çabalayan iyiler, hep bu çelişki odağında yerleştirilmiş sahneye koyucu tarafından.

     Sahnenin olağanüstü büyüsü hepimizi kuşatıyor... Gösteri sona erdiğinde hepimiz hep birlikte fırlıyoruz, ayakta alkışlıyoruz Cemile'yi, ona can veren sanatçıları... Bis üzerine bis... Biz alkışlamaktan, onlar selamlamaktan yoruluyor ya, ne kimse oturuyor yerine ne de sahneden çekiliyor...

     Bu kadar alkışa yürek dayanabilir mi, görkemli son bölümceyi bir kez daha sunuyorlar büyük bir coşkuyla... Ama inanılmaz bir şey oluyor bu arada, Kâtip'i oynayan sanatçı, rolünü bırakıyor, yerine Orhan Kemal geçiyor... Bir alkış, bir alkış, ortalık yıkılacak, kıyamet kopuyor sanki... Fırlıyoruz koltuklarımızdan bir anda, sahneye saldırıyoruz ya adım atmanın olanağı yok... Bu arada yönetmen bağırıp Orhan Kemal'in, seyinciyi tek tek selamlayacağını duyuruyor da oturuyoruz yerlerimize. Oturduğumuz yerden elllerimizi sallıyoruz durmadan...

     Derken uyanmışım... Hayırdır inşallah, gazetelere saldırıyorum, durduk yerde uydurmuş olamam ya Cemile müzikalini. Baş sayfalarında duyurmuşlardır herhalde bu büyük olayı gazeteler. Ama bunun rüya olduğunu kavramakta gecikmiyorum tabii...

     Brecht'in, ilk kez 1928'de yayımlanan Üç Kuruşluk Opera'sını (Bak.: Bertolt Brecht / Bütün Oyunları, Mitos-Boyut) anımsar mısınız? Cemile, bir açıdan bununla koşutluk kurularak da düzenlenebilir bana göre. Bunun için, Londra'nın yaklaşık üç yüzyıl önceki dilencili yaşamına düğümler atmak gerekmiyor elbette. Orhan Kemal'in yoksul Boşnak kızı Cemile'den kalkarak müthiş bir denge üzerinde kurduğu iktidar kavgası, bunun sınıfsal çelişki temelinde örüntülenmesi Brecht'in Üç Kuruşluk Opera'da getirmek istedikleriyle sıkı sıkıya örtüşecektir kanımca.

    "Cemile"nin Roman Değeri

     Gerçekten de yazınımızda ahlaksal değerlerin böylesine zengin dolantılarla enine boyuna tartışıldığı bir roman var mıdır, doğrusu bilmiyorum... Bizde yoksulların aşkına pek karışılmaz, ne ki kız güzelse eğer, o zaman öykü bilegeldiğimiz örüntüsüne kayar çabucak. Her türlü engel çıkarılır bu aşkın önünde...

     İki yoksulun aşkı, herhangi bir artıdeğer taşımadığı zaman olağandır yalnızca. Kızın güzelliği artıdeğer sayıldığından büyük kavgalara yol açar bu. Bir yandan âşık delikanlı, öte yandan güzel yoksul kıza sahip olmak isteyen çeşitli güçlerin temsilcisi erkekler kıran kırana bir savaşa girişirler aralarında... Önde görünmese bile, genelde patronlar da, bir biçimde, dolaylı eklemlenir bu çatışmaya...

     Türk yazınının, sinemasının bu çok eski izleği, Orhan Kemal'in elinde bir kez daha biçimleniyor görüldüğünce... Cemile'nin ilk yayımlanışı, 1952... Halit Ziya'nın Aşkı Memnu'sundan elli yıl sonra, günümüzden elli yıl önce Orhan Kemal, Türk roman geleneğinin en yalın örneklerinden birini koyuyor bence yapıtıyla.

     Brecht, 1920'lerin sonlarına odaklanmıştı Üç Kuruşluk Opera'da. Orhan Kemal ise 1930'ların başlarını anlatıyor bize. Zaten roman, "1934 yılı Eylül sonlarının berrak bir gecesiydi," tümcesiyle başlıyor. Bu tarih önemli. Tüm dünyanın etkilendiği 1929 bunalımının yaşandığı yıllar. Birinci Dünya Savaşının ağır faturası emekçi yığınlara çıkarılmışken, ikincisinin hazırlıkları da ekleniyor buna...

     Bu açıdan bakıldığında Cemile, sıradan bir aşk romanı değil, bir dönem romanı, ötesinde gerçek bir siyasal roman doruğu bence! Siyasal herhangi bir söyleme yaslanmadan, herhangi bir siyasal örgütlenişe sırtını dayamadan, düpedüz bir aşk romanıyla da siyasal roman örneği ortaya konulabileceğini gösteriyor bize Orhan Kemal. Doğrusu ya, bu yanıyla da önemli bir yapıt Cemile.

     1950'ler Orhan Kemal'in yazarlığında önemli bir aşamayı vurguluyor zaten. Gerçekten de tüm öyküleri, romanları tarandığında, onun en büyük sıçramayı 1950 başlarında sergilediği görülebiliyor... Cemile bunun ilklerinden. Upuzun bir roman da değil öyle, 160 sayfayı bile bulmuyor. Ama ta o dönemden günümüze, şaşılacak ölçüde sağlam kalmış, dipdiri duruş sergileyen kaç roman anımsarsınız acaba?

     Cemile'yi günümüze taşıyan, bundan sonraki yıllarda da okur gözünde değerli kılacak yan, roman kahramanlarının yaydığı gerçektenlik duygusundan kaynaklanıyor kuşkusuz. Çünkü öylesine geniş açılı bir bakışa sahip ki Orhan Kemal, kahramanlarını hep içerden bakışla yansıtabiliyor bize. Erkekler kadar kadınları, yoksullar, emekçiler kadar zenginleri, sonradan görmeleri, etnik farklılıklar gösterenleri... Hiçbir kahramanı çizgisel durmuyor yine de, hiçbiri inandırıcılığını yitirmiyor. İşte Cemile'nin gücü buradan geliyor!

     Yoksa yalınkat okuduğunuzda dümdüz anlatılan bir roman bu. Onlarca sayfa süren, Cemile'nin gündelik yaşantısının anlatıldığı "Musa'nın avlusu" bölümcelerinin yer yer uzun, hatta gereksiz olduğu bile öne sürülebilir bu arada. Zaten hiçbir kurgu oyunu da yok yapıtta. Yok ama kahramanlar, roman evrenine öylesine güç katıyorlar ki, romanın içindeyken sanki canlıymışçasına tutup havaya kaldırıyorlar romanı, olağanüstü bir eylemsellik kazandırıyorlar böylece kitaba. Bunun için Orhan Kemal'in yaptığı tek iş var: yazar olarak hiçbir kahramanını zorlamıyor o, onları kendi istediği yönde evirmeye girişmiyor...

     Orhan Kemal'in Cemile'deki roman kahramanlarını kendi özyaşamından çıkardığı savlanabilir kolayca. Hangi yazar için geçerli değildir ki bu tür bir öne sürüş? Ne var ki, yazarın bu yönde ortaya koyduğu dönüştürüm değil midir dikkate alınması gereken? Bu açıdan bakıldığında Orhan Kemal, Murtaza'da bütün dünya edebiyatına armağan biçiminde alınabilecek bir roman kahramanını nasıl yarattıysa Cemile'dekileri de işte böyle ortaya çıkardığı savlanabilir kolayca.

     Onun romanları zamanında bu yanıyla değerlendirilebilseydi eğer, sanırım bu hem Orhan Kemal'in, bundan sonraki gelişimini niteliksel bağlamda çok daha yoğunlaştırıp üst düzeye çıkarabilirdi hem de özellikle toplumcu gerçekçi yazarların, ondaki bu niteliksel değeri kavramalarını sağlardı da belki, kimileyin çizgiselliğe düşmekten alıkoyardı kendilerini.

     Üstelik o, anlatımcı bir yazar da değil, daha 1950 başlarında anlamlandırmayla örüntülemeye koyulmuş öykülerini, romanlarını.

     Buradan şu sonuca varıyorum: 1950'lerin daha başlarında, bu büyük çıkışı görülmediği için Orhan Kemal'e haksızlık yapılmış. Ötesinde Orhan Kemal'in, 1950 kuşağının açtığı çığıra karşın kendi özgünlüğünü koruyabildiği, bunu tek başına bugünlere ulaştırabildiği de eklenmeli bu değerlendirmeye.

    Unutulmaz Bir Yazar: Orhan Kemal

     Kapının zili. Açtım, Nurgül Arslan. Cemile'yi pek beğenmiş, Orhan Kemal'i ilk kez okuyormuş, öteki romanlarını merak etmiş.

     Kitapçıya gidiyoruz. "Heeyt be Orhan Kemal!" dedim kendi kendime. Nurgül Hanım, şaşkınla baktı yüzüme. Açıkladım: "Kitapçıda romanlarını, öykülerini görünce siz de böyle diyebilirsiniz."

     Biz Nurgül Hanımla kitapçıya doğru yürürken, Orhan Kemal de bir yerlerden bizi izliyordu sanki... Başında fötrü, ince bıyıkları, takım giysisi, kravatı, siyah pardösüsü... Hayır hayır, bizi izlemiyordu, yanında çıraklığa durduğum ilk ustam Orhan Kemal, aslında kahramanlarının, okurlarının arasında dolaşıyordu yalnızca...

     Yeni yılın bu ilk günlerinde, dışarıda bir aşk havası mı vardı ne? "Cemile mevsimi bu," dedim birden. Nurgül Arslan, heyecanla atılıp beni yanıtladı: "Sizi bilmem, ama benim için öyle!"

     Adım gibi biliyorum, şimdi öte yakada, bizlerden ne roman kahramanları, öykü kişileri yaratıyor da o, biz ayırdında değiliz bunun...

     İyi de bırakıp gittiklerinin ayırdında mıyız peki?

     Bir gün kapınız çalınsın diye beklemeyin... Siz kalkıp kapısını çalın Orhan Kemal'in!

 



.


[email protected]