Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


(Dünya Gazetesi - Kitap Eki/Haziran 2005)

Adnan Binyazar’ın 2005 ORHAN KEMAL ROMAN ÖDÜLÜ Konuşması (2.Haziran.2005)

'

 

         Sayın Konuklar,

 

Önce, Orhan Kemal’in büyük sanat emeğine, ağır bir yaşamın üstesinden gelen direncine, onun adına ödül koyan eşi ve çocuklarına, Ölümün Gölgesi Yok adlı romanımı bu ödüle değer bulan seçici kurulun değerli üyelerine teşekkür ederim, saygılarımı sunarım.

 Küçük yazı denemeleri yaptığım bir dönemde, Orhan Kemal’le Ankara’da beni Fikret Otyam tanıştırdı. O gün, AST’da 72.Koğuş’un temsili vardı. Orhan Kemal’le Otyam önümüzdeki sırada oturuyorlardı. Oyun sırasında Orhan Kemal’in kahkahalarını duyan seyirciler gözlerini bizim tarafa çeviriyorlardı. Herkesin gülmesi doğaldı da, oyunun yazarına ne oluyordu? Otyam, “Hadi biz gülüyoruz; bu senin oyunun, sen niye gülüyorsun!” diye sorunca, Orhan Kemal, “Fikret,” dedi, “Sizler onların oyununu görüyorsunuz, ben şu anda onların içindeyim..”

‘Adem baba koğuşu’nu anlattığı 72.Koğuş’unu izlerken Orhan Kemal’i seyircilerden daha çok güldüren, insanı gerçeğiyle yansıtan bu doğal üslubudur.

Orhan Kemal’in yazı yaşamının giriş kapısını bu söz aralar bize. Önce kendini yazdı. Kendiyle yetinmedi, çevresinin ‘küçük adamları’nı yazdı, onları bunaltan sorunlara yöneldi. Kendi benliğinden insanlığın benliğine uzayan sanatın yoluna girdi. ‘Yazı’nın temel kuralı güçlü gözlem, doğru yorum, insanı gerçeğiyle kavramaktır. Bu da yetmez; bir yazar, kendine özgü üslup yaratamıyorsa, yazdıklarını orta malı olmaktan kurtaramaz.Orhan Kemal, Türk yazın sanatına kendi yaratısı olan, o ölçüde de doğal bir üslup armağan etmiştir. Öyle bir üslup ki, roman ve öykü kişileri gözümüzün önünde tragedya kahramanları gibi acı da çekseler, yaşama sevinçlerinden, ironilerden hiçbir şey yitirmezler. O, kişilerinin ağlamakla gülmek arasındaki gerçeğinin hangi yürekte çarptığını duyumsayan bir yazardı çünkü. Güçlü gözlemleri, üslubu, kişileri konuşturmadaki ironisi bu duyarlığın ürünüdür.

Anlatı, yaşananı ‘yazının malı’kılma edimidir. Yazar, insanı gerçekleriyle dil’le yeniden yaratmadıkça anlattıkları ağzı kalabalığından öte bir anlam taşımaz. Sartre’ın, “Yazar bir şeyi söylediği için değil, onu nasıl söylediği için yazardır.” Sözünden bu anlaşılmalıdır. Günümüzde, üç beş gün adından pop şarkıları gibi söz ettiren sözde edebiyat eserlerinin, birkaç gün içinde hiçbir iz bırakmadan silinip gitmeleri başka nasıl açıklanabilir? Orhan Kemal, daha ilk romanları olan Baba Evi, Avare Yıllar, Cemile’de bile, yaratıcı diliyle yazmanın ne olduğunu göstermiştir.

Erasmus, “Hayvan hayvan olarak doğar, insan insan olarak doğmaz, oluşturulur.” Diyor. Yazarın varlık nedeni budur; insanı insan olarak oluşturmak, onu yaratıcılığıyla yeniden var etmek... Oluşumdan geçmemiş insan kendini bir yere oturtamaz. Ayrımcılık yapar, bencildir, hoşgörü yoksunudur. Yaratılmış bütün varlıkların bir ‘can’ taşıdığını bilmez, kendi canının bile düşmanıdır. Yazarın işi, düşmanlığı ortadan kaldırmak, insanları ırksal, etnik, dinsel kimliklerinden sıyırarak sevgiyle birbirlerine bağlamaktır. Yazarın yüreğinde bu sevginin çağlayanları akar. Bu çağlayanda arıtır insanı, oluşturur. Sanatsal arınmaya uğramayan insan eksiklidir, kalabalığın bir parçasıdır. Her gün ekranlarda görüyoruz; bu eksikli insanlar, spor alanlarında gözü dönmüş boğalar gibi birbirine saldırıyorlar, saldırmıyanlar da, plastik bebekler gibi, bedenlerini sergiliyorlar.

Oralardan gözümüzü alıp yazarların insanlık dünyasına bakalım...

Baba Evi’nin Orhan Kemal’i, tuttuğu balığı götürmezse, evde babasının dayak atacağını bile bile; onu hasta annesine ölmeden bir iki lokma yedirmek isteyen kız arkadaşına verir. Kız Ermeni’dir. Bir öyküsünde de, el kadar bir kız, hasta anasına bakmak için, ona saray gibi konaklar, takılar, giysiler vaat eden adamı elinin tersiyle iter. Sait Faik, sabahtan akşama kadar çalışıp eline bir balık verilmeyen bir ırıp işçisinin acısını yüreğinin şah damarında duyar, kaleme sarılır. Yazmasa deli olacaktır. Fakir Baykurt Yılanların Öcü’nde, üç beş karış tarlası olan “Iraz Ana”nın direncine, yüreğinin, yazarlığının elini verir. Yaşar Kemal, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana’da, birbirine düşmanlık duygularıyla dolu iki insanı, yurdundan edilmek istenen bir Rum’la, kendini bir yere tutundurmak isteyen yersiz yurtsuz Türk’ü ‘yazı’nın engin soluğunda barıştırır, onları evrensel insan sevgisinin yurttaşı yapar.

Ancak insanına sahip çıkan yazarlar taşır bu duyguları. Sait Faik, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt... işçisiyle, köylüsüyle, gecekondusuyla, dar gelirlisiyle, insanımızı yaratıcılıklarının berrak sularında arındırmış, onlara sahip çıkmışlardır. Bu uğurda başlarına neler geldiğini, ne acılar çektiklerini burada yinelemeye gerek yok.

Dostoyevski, “İnsan ne zaman içindeki kötülüğü yenip insan olacak?” diye soruyor. Orhan Kemal yazarlık yoluna bu sorumlulukla, insanı ‘hayatın içinden’ anlatarak koyulmuştur. İnsanı kötülüklerden arındırıp özgür kılma amacı yazarlığının temel ilkesidir. Bu büyük emek karşısında saygıyla eğiliyorum. Bugün, adımın bu sonsuz yolun yolcusuyla anılması bana mutluluk veriyor, onur bağışlıyor.

 

Sizleri saygıyla, dostluk duygularıyla selamlıyorum.

 

Adnan Binyazar

 

 

 

 



.


[email protected]