Ana Sayfa | |
| |
düşLE Edebiyat ve Kültür Dergisi - 45. Sayı / Haziran 2005 / Emre Falay | |
| |
Nikbinlik Dergisi’nin 20. sayısında (Ekim-Kasım 2004) yayınlanan “Yazıdan Yazıcıya Edebiyat” başlıklı yazısında B. Sadık Albayrak, “içinde yaşadığı toplumda insanın karşılaştığı haksızlıkları, sömürüyü, insanı alçaltan değerleri, insanın tanımını bozan ilişkileri eleştirmeyen, bunlara isyan etmeyen bir yazarın yazarlığı kuşkuludur. Böyle yazarlar için yeni bir kavram bulmak gerekir; yazıcı denebilir belki,” der. Yaşadığı dönemin tanıklığını yapmaktır yazarın ilk işlevi, yaşamak ve yaratmak yani. Peşi sıra gelir içinde yaşadığı gerçeklikten hareketle, yepyeni bir gerçekliği kurmanın düşü; gelmelidir ya da en azından. Yoksa yazıdan geriye kalan, giydirilmiş düşlerin tutsaklığında, tutsaklığının farkına varmadan kendi karanlığını yazan, uslamında bugünün gerçeğini anlamlandıramadığı için düşleminde yepyeni bir gerçeği kuramayan bireyin umutsuz sözcükleri olacaktır. Orhan Kemal, bu anlamda, yeni bir gerçekliği
düşleyen ve düşlediği gerçekliği önce kendinden üretmeye başlayan
bir yazar olarak çıkar karşımıza. Aydınlık gerçekçi bakışıyla
hem insan-toplum ilişkilerini ve toplumun geçirdiği dönüşümü, hem
de içinden doğduğu ve hep inandığı işçi sınıfı için düşlediği
eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve barış içindeki dünyayı, bu düşe
inancını eserlerinde ve mücadelesinde yansıtmıştır. İnandığı işçi sınıfı için
yazmıştır Orhan Kemal. Yoğun biçimde kullandığı diyaloglar ile
roman ve öykülerinin okunmasını kolaylaştırırken, anlatmak istediğini
de çok açık biçimde anlatır ve mesajını iletir. Yazınının içeriği
ise, insanı ve dünyayı değişimi içinde algılayan, betimleyen; değişim
içindeki insanlığı ve dünyayı iyiye, insanca olana taşıyacak koşulları,
dönüştürücü müdahaleyi ve özneyi arayan bir gerçekçiliğe dayanır.
Orhan Kemal’de bu gerçekliğe eşlik eden, insandan yana duyulan umut,
insanların her koşulda iyi bir yanlarının bulunduğuna duyulan inançtır.
Değil mi ki, yeni bir gerçekliğin temelini bu insanlar atacaktır! Öyleyse
aydının, yazarın, kendi toplumundan, insandan, insanlıktan, mücadeleden
yüz çevirmeye hakkı yoktur. İşte Orhan Kemal’in gerçekliğini
“aydınlık” yapan yan da budur. Halbuki doğrudur; dünya çok da
umut beslenecek bir dünya değildir. Orhan Kemal’in insanları, yani dünyayı
dönüştürecek olan emekçilerse sefalet içinde yaşamaktadırlar. Güzel
de değildir bu insanlar. Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanında
olduğu gibi “alabildiğince çirkindirler, yaşam koşullarının
belirlediği, bir dilim ekmek -ki kimi zaman bunu bile bulamazlar- peşinde
koşan insanlardır bunlar. Para kazanmak en temel gereksinimse diğeri
cinsel aşktır. Maddi ve manevi olarak reva görülen bir hayvan yaşamıdır
ırgatlara. “Allahın bile lanetlediği kullardır” ırgatlar. Pis ahırlarda
yatıp kalkarlar, hendeklerde sevişirler (aslında çiftleşirler),
kurtlu ekmek yerler ve birbirlerinin bitlerini kırarlar... Kadınlar,
romanda Fatma, Aptal kızı, Hayriye para uğruna elden ele dolaşırlar.
Dram, kadını erkeğiyle, Kürdü, Türkü, Arabıyla aynı dramdır.” Paranın saltanatının hüküm sürdüğü
acımasız kente gelen İflahsızın Yusuf, Köse Hasan ve Pehlivan Ali için
galip gelme olanağı yoktur belki de. Ancak boyun eğdirmez yine de Orhan
Kemal kahramanlarına. Hasan ve Ali’nin ölümleri, aslında
kapitalizmin varlığıyla, sınıf çelişkileriyle açıklanırken,
Yusuf, hayatta kalarak kazanmış, kenti yenmiş görünmektedir. Oysa
kenti yenen ya da yendiğini sanan Yusuf, Kılıç Usta’nın “olma
kula kul, öpme el ayak, kirlenmesin ağzın. Ya ver canını insan için,
ya da etme kalabalık dünyamızda” sözünü değil, emmisinin
“sakala göre tarak vur” “boynun hep eğri olsun” öğütlerini
dinleyerek galip çıkmıştır savaşımından. Okuru “gerçekte kimin
kazandığı”na ve “kazananın neyi kaybettiği”ne ilişkin
sorularla baş başa bırakan Orhan Kemal, insanlık onuruna sahip çıkmanın,
mücadele etmenin ve ne olursa olsun boyun eğmemenin inadını taşımaktadır
aslında. 72’nci Koğuş’un Adem Babaları
için de geçerlidir aynı şey. Bu uzun öyküsü için Orhan Kemal şöyle
yazmıştır: “Toplumun düzensizliğinden gelen birer itilişle
72’nci Koğuş’a düşmüş insanlar, sefaletin, insan haysiyetsizliğinin
uçurumlarına yuvarlanmışlardır. Ama yuvarlanmışlardır ne olursa
olsun. Yuvarlanmışlar, insanlıklarından çok şey kaybetmişlerdir. İtilmek,
kakılmak, hor görülmek... Ellerine üç beş kuruş sıkıştırıldığı
zaman, gözlerini kırpmadan birbirlerini kahpece vurabilirler. Bütün
bunlar yalnız 72’nci Koğuş’ta değil, yaşadığımız dünyanın
neresinde olursa olsun böyledir. “Aç it fırın yakar...” 72’nci
Koğuş, somut olduğu kadar soyut bir dramdır derim. Onda yalnızca
Kaptan’ın, Berbat’ın ve ötekilerin değil, insanoğlunun olanca
kirliliği yanındaki gururu, direnişi, kafa kaldırışının destanı
vardır. Ya da ben böyle bir şey yapmak istedim.” Orhan Kemal’in günümüz karamsar
düşçülerinden de, dünyayı naturalist bir çerçeveden görürken kötümser
olan yazarlarından da farkı budur: O, dünyanın, insanlığın, işçi
sınıfının içinde bulunduğu gerçekliğin bütün karanlığına rağmen,
“emekçilerin direnerek emeğiyle yaşayabileceği bir dünyayı düşündürüp”,
iyimser örnekler vermeye çalışır, aydınlığa ve umuda işaret eder.
Öykü ve romanlarında, insanlık dışı koşullarda onursuzca yaşayan
bir bireyi, işçiyi, aileyi anlatırken, aynı zamanda ülkesinin, insanlığın,
dünyanın içine itildiği onursuzluğu da anlatır. Ve bu onursuzluğa
karşı çıkmanın gerekliliğini, bu onursuzluğa karşı çıkılabileceğini,
mücadele edilebileceğini, bu düzenin baş aşağı edilebileceğini,
bambaşka insanlar olabileceğimizi... İnsanının sonu, öykülerinde
bile umutsuzlukla bitsin istemez... Şöyle yazar bir mektubunda: “...
Fakir, ezilmiş, zavallı, hor görülmüş halkımı ayak altına alacak
romanlaraysa milyon verseler benim için önemli değil. Halka, halkıma
inanıyorum. her türlü geriliği, zaman zaman hâinliğine rağmen, suç
onun değil.Yüzyıllar boyunca ona ne verilmiş ki ne isteniyor. Oyunu,
kurtlarına veriyorsa suç onun mu? 'Akrep gibisin kardeşim' de denebilir.
Doğrudur ama, onlar gene, her zaman, her şeye rağmen haklıdırlar. Geç, güç, lâkin akıllarını
yavaş yavaş da olsa başlarına toplıyacaklar ve bizzat kendilerinden
başka onlara yâr olanın bulunamıyacağını anlıyacaklar bir gün. Ben buna inanıyorum...” Sanatını insanlığa adamış,
insanlarından, insanlıktan asla yüz çevirmemiş, onların daha iyi şartlarda
yaşaması için yazmış, kendisi de yazdığı insanları gibi yaşamış,
onlara her şeylerine rağmen inanmış bir büyük yazardır Orhan Kemal.
Bunu içinde yaşadığı gerçeklikte, o gerçekliği parçalayacak, baş
aşağı edecek olanakları arayarak başarmıştır. Gerçeğin bu varlığı,
yeni bir gerçeğe giden umut kapısıdır ve yeni bir gerçeğin düşlenmesine
olanak sağlar. Ve umut, insanı eyleme taşır. Orhan Kemal yeni bir gerçeğin düşünü,
her şeyden önce insandan yana, sınıf kavgasının içinde emekten yana,
mücadeleden yana taraf olarak kurgulayabilmiştir. Edebiyatın giderek
kuraklaştığı, edebiyatçının giderek kısırlaştığı bir çağda
bu vurgu önemlidir. Gerçeklikten kopmuş bireyin üretimi, doğaldır ki
iyimser bir geleceğe, bugünkü gerçeklikten yola çıkarak ve bu gerçekliğin
yıkılması üzerinden kurgulanan yepyeni bir gerçekliğe uzanmayacaktır.
Gerçeklikten soyutlanmış birey, bu taraf olmayı başaramadığı sürece
ya kendisine giydirilen düşlerin taşıyıcısı olacak ya da kendi düşlerini
karanlığa, karamsarlığa tutsak edecektir. Giydirilmiş düşlerin tutsaklığında karanlık bir nesnedir artık birey. Düşlerini ve geleceğini eline alması için, önce aydınlık bir gerçekçiliğe gereksinimi vardır. Orhan Kemal olmaya ya da... * Yazarın bu incelemesi, aylık düşün ve edebiyat dergisi Eski’nin Haziran 2005 sayısında yer alacaktır. 1. Sema Sav – “Bereketli Topraklar Üzerinde Bir Yolculuk” – soL Dergisi – Sayı: 143 – 27.07.2001 2. Sennur Sezer – “Reşat Enis’in Üç Romanında Kadınlar” – Evrensel Kültür – Sayı: 137 3. Aktaran: Işık Öğütçü – Orhan Kemal Resmi Web Sitesi - http://www.orhankemal.org
| |
| |