Ana Sayfa

yenibir.com / Nalan KARSAN

USTALAR VE BİR ÇIRAK



Kim demiş karamsar milletiz diye? Tersine umudun "u"sunu gördüğümüzde dört elle sarılıyoruz. İşte örnek; Çırak Programı ve Ahmet Işık.


Ticaret Lisesi mezunu ve lisan bilmez Ahmet Işık günlerdir herkesin dilinde. Üniversiteye giriş sınavı kabusuyla boğuşanlara da, yıllarca uğraşıp o kabustan bir türlü uyanamayanlara da onun başarısı ilaç gibi geldi.

Çırak, çoğumuza iş dünyasının kurallarını öğrettiği için faydalı bir programdı. O dünyanın kulisine girdik. İçimize sinse de sinmese de oyunun perde arkasını gördük.

Ve hem seyirciler hem de ekrandaki usta işadamları Ahmet Işık mucizesinden önemli dersler aldı. Özellikle bunu itiraf etmeleri son derece önemliydi: "Gerçek hayatta onun özgeçmişi gibi bir özgeçmişle bize başvuran olsa değerlendirmeye bile almazdık. Bu bize ders oldu."

Öğrenmenin yolu kafadaki ve yürekteki kalıpları kırmakla açılıyor. Öğrenmemiz gereken ilk ders de, "Son diye bir şey yok!"

İşte 3 haftadır bunu yazdığım için hiç karşılaşmadığım kadar okuyucu mektubu ve övgü aldım. Nasıl keyiflendim, nasıl koltuklarım kabardı, anlatamam.

Muhteşem diplomalara sahip olup da işsiz kalanlar, geçer akçe mesleğinden umduğunu bulamayanlar ve bir türlü bir mesleğin ucundan tutamayanlar... Hepsi aynı umuda tutunarak seslendi: Gerçekten başka bir yol var mı?

"Olmaz olur mu? Yeter ki, ne istediğinize karar verin ve korkmayın." Her mektuba tek tek bu cevabı verdim. Cevap yazmaya yetişemediklerime de buradan söylemiş olayım.

Bunu adım gibi biliyorum. Çünkü meslek hayatım boyunca karşılaştığım binlerce insandan pek çoğu genel geçer kıstaslara göre başarılıydılar. Fakat hayatından memnun olanlar aslında kendinden memnun olanlardı. Onlar ise fikrinin ucunu salıverenlerdi, sadece.

İnsanoğlunun en yobazı bile nevi şahsına münhasır olmak istiyor. Zihni hür olanlarınsa tek derdi bu. Zaten bunu becerebildiğinde sıyrılıveriyor kolayca, kalabalıktan. Ve o tohum oluyor. Ondan yeni kalabalıklar doğuyor. Tarih şahittir.

Mesela sanatçılar... Orhan Boran'ın jübilesini seyrederken düşündüm de bir adam eğer gerçekten tohumsa yıllar vız gelip tırıs gidiyor, onun ışığına. Ve dünyayı korku manyağı yapan hastalığa o ışık, kafa tutuyor: Hadi leyn!

Yine seyrederken düşündüm ki kim demiş vefasız milletiz diye? O gece Açıkhava'yı dolduran binlerce insanla birlikte ekran karşısında onları seyreden milyonların gönüllerinde hala hükmünü sürüyor, Orhan Boran. Gözden ırak edilmek, beyhude.

İşte adaşı Orhan Kemal de bugünlerde adını yeniden öğrenen halkıyla kucaklaşıyor. Yıllar sonra hakkı teslim ediliyor nihayet. Gençler şaşkınlar. Çoğu ilk kez okuyor, o şahane kalemin onlara bıraktığı paha biçilmez hazineleri.

Bir tanesi aynen şöyle yazmış bana: "Az önce "Vukuat Var"ı bitirdim. Roman okumayı severim ama ben böyle su gibi akıp gidenini görmemiştim. Hayranlığımı tarif edemem. Kitabın sonunda "birinci cildin sonu" diyor. Acaba devamı var mı?"

Bilgiç seçicilerle, yabancı balonlara ayran budalası olanlar ancak bu kadar saklayabildi Orhan Kemal'i, bizden ve dünyadan. Şimdi Yunanistan'a doğru yola çıkıyor, en sevdiğim Orhan ve en sevdiğim Kemal. Birkaç ay sonra ilk aşkı Rum kızı Eleni'yi onun dilinden anlatacak Baba Evi'nde.

Sonra benim düşüm gerçekleşecek. Tıklayacağım www.amazon.com'a, Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, Çince, Japonca, Rusça olarak dökülecek Orhan Kemal'in memleketine, insanına sevdası. Ve ben "Dünyanın gözü Orhan görsün" deyip anlamadığım bir dilden sipariş vereceğim, Cemile'yi, maksat şan olsun.
Kim demiş uyuyan milletiz diye?

Gösterilmeyeni de görüyoruz, gösterilmeyeni de seviyoruz. Amerikan Hastanesi'nin kaldırımları şahittir.

Muhabirken çok cenaze takip ettim, çok hastane kapısında bekledim. Gazeteci milleti, o sırada haber atlamamak, işini yapmak için, orada yatan babasının oğlu olsa makinasına sarılıp gözyaşı dökmez, dökemez.
Ama o Cumartesi günü gencecik muhabirleri kaldırımlara oturmuş ağlarlarken gözlerimle gördüm.

Ertesi gün uyuyanlar da uyandı, Kazım Koyuncu'yu bütün Türkiye tanıdı.

Hani 'Haziran'da Ölmek Zor'du?

 


[email protected]

1