Kim
demiş karamsar milletiz diye? Tersine umudun "u"sunu gördüğümüzde
dört elle sarılıyoruz. İşte örnek; Çırak Programı ve Ahmet
Işık.
|
|
Ticaret Lisesi
mezunu ve lisan bilmez Ahmet Işık günlerdir herkesin dilinde. Üniversiteye
giriş sınavı kabusuyla boğuşanlara da, yıllarca uğraşıp o
kabustan bir türlü uyanamayanlara da onun başarısı ilaç gibi
geldi.
Çırak, çoğumuza iş dünyasının kurallarını öğrettiği için
faydalı bir programdı. O dünyanın kulisine girdik. İçimize
sinse de sinmese de oyunun perde arkasını gördük.
Ve hem seyirciler hem de ekrandaki usta işadamları Ahmet Işık
mucizesinden önemli dersler aldı. Özellikle bunu itiraf etmeleri
son derece önemliydi: "Gerçek hayatta onun özgeçmişi gibi
bir özgeçmişle bize başvuran olsa değerlendirmeye bile almazdık.
Bu bize ders oldu."
Öğrenmenin yolu kafadaki ve yürekteki kalıpları kırmakla açılıyor.
Öğrenmemiz gereken ilk ders de, "Son diye bir şey yok!"
İşte 3 haftadır bunu yazdığım için hiç karşılaşmadığım
kadar okuyucu mektubu ve övgü aldım. Nasıl keyiflendim, nasıl
koltuklarım kabardı, anlatamam.
Muhteşem diplomalara sahip olup da işsiz kalanlar, geçer akçe
mesleğinden umduğunu bulamayanlar ve bir türlü bir mesleğin
ucundan tutamayanlar... Hepsi aynı umuda tutunarak seslendi: Gerçekten
başka bir yol var mı?
"Olmaz olur mu? Yeter ki, ne istediğinize karar verin ve
korkmayın." Her mektuba tek tek bu cevabı verdim. Cevap
yazmaya yetişemediklerime de buradan söylemiş olayım.
Bunu adım gibi biliyorum. Çünkü meslek hayatım boyunca karşılaştığım
binlerce insandan pek çoğu genel geçer kıstaslara göre başarılıydılar.
Fakat hayatından memnun olanlar aslında kendinden memnun olanlardı.
Onlar ise fikrinin ucunu salıverenlerdi, sadece.
İnsanoğlunun en yobazı bile nevi şahsına münhasır olmak
istiyor. Zihni hür olanlarınsa tek derdi bu. Zaten bunu
becerebildiğinde sıyrılıveriyor kolayca, kalabalıktan. Ve o
tohum oluyor. Ondan yeni kalabalıklar doğuyor. Tarih şahittir.
Mesela sanatçılar... Orhan Boran'ın jübilesini seyrederken düşündüm
de bir adam eğer gerçekten tohumsa yıllar vız gelip tırıs
gidiyor, onun ışığına. Ve dünyayı korku manyağı yapan
hastalığa o ışık, kafa tutuyor: Hadi leyn!
Yine seyrederken düşündüm ki kim demiş vefasız milletiz diye?
O gece Açıkhava'yı dolduran binlerce insanla birlikte ekran karşısında
onları seyreden milyonların gönüllerinde hala hükmünü sürüyor,
Orhan Boran. Gözden ırak edilmek, beyhude.
İşte adaşı Orhan Kemal de bugünlerde adını yeniden öğrenen
halkıyla kucaklaşıyor. Yıllar sonra hakkı teslim ediliyor
nihayet. Gençler şaşkınlar. Çoğu ilk kez okuyor, o şahane
kalemin onlara bıraktığı paha biçilmez hazineleri.
Bir tanesi aynen şöyle yazmış bana: "Az önce "Vukuat
Var"ı bitirdim. Roman okumayı severim ama ben böyle su gibi
akıp gidenini görmemiştim. Hayranlığımı tarif edemem. Kitabın
sonunda "birinci cildin sonu" diyor. Acaba devamı var mı?"
Bilgiç seçicilerle, yabancı balonlara ayran budalası olanlar
ancak bu kadar saklayabildi Orhan Kemal'i, bizden ve dünyadan. Şimdi
Yunanistan'a doğru yola çıkıyor, en sevdiğim Orhan ve en sevdiğim
Kemal. Birkaç ay sonra ilk aşkı Rum kızı Eleni'yi onun dilinden
anlatacak Baba Evi'nde.
Sonra benim düşüm gerçekleşecek. Tıklayacağım
www.amazon.com'a, Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, Çince,
Japonca, Rusça olarak dökülecek Orhan Kemal'in memleketine, insanına
sevdası. Ve ben "Dünyanın gözü Orhan görsün" deyip
anlamadığım bir dilden sipariş vereceğim, Cemile'yi, maksat şan
olsun.
Kim demiş uyuyan milletiz diye?
Gösterilmeyeni de görüyoruz, gösterilmeyeni de seviyoruz.
Amerikan Hastanesi'nin kaldırımları şahittir.
Muhabirken çok cenaze takip ettim, çok hastane kapısında
bekledim. Gazeteci milleti, o sırada haber atlamamak, işini yapmak
için, orada yatan babasının oğlu olsa makinasına sarılıp gözyaşı
dökmez, dökemez.
Ama o Cumartesi günü gencecik muhabirleri kaldırımlara oturmuş
ağlarlarken gözlerimle gördüm.
Ertesi gün uyuyanlar da uyandı, Kazım Koyuncu'yu bütün Türkiye
tanıdı.
Hani 'Haziran'da Ölmek Zor'du?
|
|