Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Adım Dergisi


 

ORHAN KEMAL VEYA UNUTULMAYA YÜZ TUTAN BİR DUYGUYA DAİR: İYİMSERLİK

Sadece kendi ülkesinde değil, Rusya, Doğu Avrupa ülkeleri ve Balkanlar'da da iyi tanınan, toplumcu gerçekçiliğin bu önemli ismiyle ilgili -bir çeviri serüveninin ortalarında gelen- yazı önerisini kaygıyla bulamaç olmuş bir mutluluk duygusuyla benimsedim. Kaygılandım çünkü, bu yazının ansiklopedik bilgi veren bir metin yerine 20'li yaşlarının başlarında bir gencin "Üç Kemal'ler"'in ikincisi Orhan Kemal'e tanışma deneyiminden izler taşımasını istiyordum. 

Orman Kemal (1914-1970) edebiyatımızda toplumcu gerçekçilik alanında ürün veren önemli isimlerden biriydi. Gençliğinde koyu bir Nazım Hikmet hayranlığıyla şiire yöneldi. 1938'de hapse mahkum oldu. Bursa Cezaevinde "Benim gerçek öğretmenimdir" dediği Nazım Hikmet'le tanışması hayatının dönüm noktasını oluşturdu. Düzyazıda karar kıldı. 1970'in 2 Haziranına kadar roman, hikâye, oyun alanlarında durmadan çalıştı, üretti. Köyden kente göç eden insanlar, işçiler, Çukurova'nın ırgatları, vahşi kapitalizmin hayatın her alanına saldırması, dağılan aileler, kadınlar, çocuklar... yani halkı, bitmez tükenmez ilham kaynağı oldu, dikkatle okuduğunuzda onun çarpan kalbinin sesini duyabileceğiniz yüzlerce sayfalık metinlerinde... 

Bugün, bir aydın aday adayı olarak hayatı anlamaya, soru sormaya, pozitif ütopyaların yankısını duymaya ve eleştirel bir bilinç geliştirmeye çalışırken Orhan Kemal'in de hayata bakışından ağırlığını hissettiren bir gerçek giderek daha fazla önem kazanmaya başladı benim için. Çoktandır ihmal edildiğini düşündüğüm ve birçoğumuzun eksikliğinden dolayı yaşadığı kültürel, zihinsel patinajın kökeninde, yarın'ın unutulup an'ların yüceltildiği haz fetişizmi çağında bilerek ya da bilmeyerek gözden kaçırılan bir duygu: İyimserlik. 

Başta Aydınlanma felsefesi olmak üzere materyalist dünya görüşü gelmiş geçmiş en iyimser felsefelerden birisidir. Bir inanç felsefesi olarak zamanın bir ruhu, hayatın diyalektik bir enerjisi ve tarihin bir mantığı olduğunun sürekli vurgulandığı marksizmin en temel özelliği aydınlık gerçekçi Orhan Kemal'in eserlerinde kendini hissettirir. Orhan Kemal'in işlediği konuların bugün de güncelliğinden hiçbir şey yitirmediğini söyleyebiliriz. Klasikleşen eserlerin yazarı olmak ölümsüzlükle eş anlamlı değil midir?

Bereketli Topraklar Üzerinde, Gurbet Kuşları, 72. Koğuş, Kanlı Topraklar, Murtaza, Eskici Dükkanı... Birbirinden güzel bu eserlerin listesini uzatmak mümkün. 

Biraz önce de söylediğim gibi günümüzde çok büyük bir önem kazandığını düşündüğüm iyimserlik duygusu üzerinde, özellikle gelmiş geçmiş en kötümser bir çağda yaşadığımızı düşündüğümüzde, önemle durmak gerekiyor. Çünkü "X Kuşağı"nın ayak seslerini duyuyorum. Sözün işlemediği, uykuyla uyanıklık arasında, rüzgârda savrulan yapraklar misali rastlantısal bir hayat süren sözüm ona gençler beni ürkütüyor: "Acelesi olmadığı halde sürekli koşuşturup duranlardan oluşan biri kültürün doğurduğu hiçbir şeyin aciliyeti olmadığına inanan, tüm yaşamlarını ertelemeye endeksli bezgin bekirlerden oluşan bir kuşak. Koşmaktan vazgeçen ve tüm bu koşturmanın nereye varacağını görmek için boş gözlerle bir kenarda oturup bekleyenlerden oluşuyor. (...) Yaşam bir bekleme odasında, kimbilir ne zamandan kalma tozlu dergileri üstünkörü karıştırmak, durakta beklerken reklam panolarındaki fotoğraf ve sloganlara dalıp gitmek, trafikte sıkışıp kalınca bulunan ilk radyo kanalında ne varsa onu dinlemek,sinema kuyruğunda beklerken gelecek program afişlerine göz gezdirmek ya da (...) oturup gelip geçen banliyö trenlerini sayarak vakit öldürmek gibi."(1) "X"'lerle her an karşılaşabilirsiniz. Öyle Amerika'ya falan gitmeyin, hiç gerek yok. Onlarla aynı şehri paylaşıyorsunuz ama, görmek yerine bakmayı tercih eden bir hayat tarzını benimsemişseniz, onlarla sık sık karşılaşmış olsanız bile, onları görmemiş olabilirsiniz. 

Orhan Kemal'in temsilcilerinden biri olduğuna inandığım tarihsel iyimserlik duygusunun ne kadar vazgeçilmez olduğunu daha iyi anlıyorum. Bu iyimserliğin beni çok etkileyen bir örneğini sizlerle paylaşmak istiyorum: "Yıkıyorlardı (...) ortalık çığlık çığlığaydı, ortalık duman duman. (...) Memed de mahvolmuçcasına çöküvermişti evinin yıkıntıları önüne. Ayşe yanıbaşında. Bir ara gözüne Gafur ilişti: El feneriyle ciplerin çapraz ışıkları arasında gülümseyerek bakan, memnun yüzü, Ayşe kızdı, deli oldu hatta. Kocasının, onun Memed'inin böyle kadın gibi çöküp ağlamasını mı gösterecekti ona? Onun maksadı bu değil miydi? 

Omzundan tutup çekti:

- Kalk lan kalk. Gene yaparık, yenisini yaparık!"(2)

Orhan Kemal, basılan kitaplarının, romanlarının geliriyle binbir zorluklar içinde yaşadı. Ancak yazmak, anlamak ve anlatmak tek derdi oldu: "Ne olursa olsun, roman konusunda hâlâ ilk zamanların heyecanı içindeyim. Öldürmeyip süründürüyorsa da 'Romancılık' mesleğimi seviyorum. Hem de deli gibi. Zaten işin içinde 'delilik' olmasa, el âlem it köpek yani, para kırarken, yüzlerce sayfa yazılır mı?"(3)

Orhan kemal sanatıyla neyi hedefliyordu? Buna en iyi cevabı yine kendisi veriyor: "Sanatımın amacı: İnsanlığın, insanlık tarafından, insanlık için yönetilmek çabası adına sanat...."(4) 

Onun eserlerinde halkı vardı. Köyünden Çukurova'ya gelen Pehlivan Ali'ler, Haydarpaşa'da "Gurbet Kuşları"'nı getiren trenden inen İflahsızın Memedler, "Vazife bir sırasında görmeyecek gözün dünyayı, demeyeceksin evladım, ciğerpârem!" ve benzeri nidalarla düdüğünü öfkeyle öttüren Bekçi Murtaza, etrafına okkalı küfürler savuran Topal Eskici... Onların arkaplanındaysa yavaş yavaş kök salan vahşi kapitalizm, "dünya düzeninin sonsuza değin sürüp gideceğine duyulan imanın sarsılmasıyla varoluş huzursuzluğunun arttığı bir süreç (...) bir dünya değiştirme sancısı", (5) köyden kente göç, dramlar, hayaller ve umutlar...

Orhan Kemal çeyrek yüzyıldan fazla bir zamandır yok. Ama eserleri onun yaşadığı çağı sorgulama kaygısının canlı tanıkları olarak her yerde bizi selamlıyor. Bana soracak olursanız onun her kitabının kapağına baktığımda, eşsiz tasvirlerle dolu satırlarına dalıp gittiğimde ister gözlerimin içine baktığı isterse de yanıbaşımda oturup yazdıklarını benimle birlikte okuduğu duygusuna kapılayım; her zaman gözlerimin önünde büyük bir iç huzuruyla gülümseyen bir yüzün görüntüsü oluşuyor. 

"Cenaze konvoyu, Edirne'den hüzünlü bir şekilde geçip, İstanbul yoluna çıktıktan bir saat sonra, Babaeski'de bir grup işçi tarafından durduruldu. Emekçiler yazılarıyla savaşlarını veren Orhan Kemal'i unutmamışlardı. Nitekim işçilerden biri, cenazeyi taşıyan minibüsün önüne 'BİZ İŞÇİLER SENİN HATIRAN ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİRİZ' yazılı bir pankart astı. Yol boyunca giden bu konvoyun kime ait olduğunu bilenler, saygı duruşunda bulunuyorlardı."(6)

Hayatın sınıfsallığı gerçeğini ve diyalektik materyalizmi çalışmalarının merkezine koyan "küçük adam" da kuşkusuz, uzlaşmaz çelişkilerin olmadığı Marx'ın gelişmiş komünal toplumunun hayaliyle yaşadı. 

Eğer "X Kuşağı"'ndan değilsek, felaketin bile yeniden üretilebilir olduğu bir çağda, hiçbir şeyi sorgulamadan bu sahte hayatı mutlaklaştırarak tüketim toplumunun kâbelerinde bireyci ve narsist yapay ihtiyaçlarımızı gidermek istemiyorsak hayatımızı anlamlandırmak zorundayız. Orhan Kemal aydınlık gerçekçiliğiyle bize bakıyor. Bize düşen tarihsel iyimserliği anlatan metinlerin peşine takılıp bu duyguya sımsıkı sarılmak. Çünkü elimizde başka hiçbir şey kalmadı... 

NOTLAR: 

1) Tuna Erdem "X Kuşağı", Virgül-Ekim 98, Sayı:132

2) Orhan Kemal, Gurbet Kuşları, s.443-444

3) Fikret Otyam, Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları, s.97

4) a.g.e., s.478

5) Ahmet İnsel, Türkiye Toplumunun Bunalımı, Birikim Yayınları, s.7,

6) F. Otyam... s.491-492.


[email protected]