Ana Sayfa

Dorutay Kültür,
Edebiyat ve Dil Sayfası

RECEP

'

 

Öğle zimmetine yetişecek. evrakı Cezaevi Müdürüne

imzalatıyordum ki, kapı vurulmadan açıldı. Kısa boylu, tıkız bir köylü Çocuğu

odaya daldı.

Al beni sübyan koğuşundan be beyim! diye bağırdı, düğüyorlar beni, el

atıyorlar uçkuruma, bıçak çekiyorlar, istiyorlar haraç!

Dolu dolu gözlerini şayak ceketinin koluyla sildi.

Müdür:

Kim dövüyor? diye sordu.

Çakır Mustua, Aşim bubanın adamı. El atıyor uçkuruma...

Sonra?

Hem sıkılır canım aylâk durmaktan, ver bana bir iş ceyiz!

Müdür güldü :

İşceyiz mi? Ne işceyizi?

Çocuk omuz silkti :

Ne işceyizi... Olasın koskoca bir müdür bey... Helbet uydurursunuz zâtınız...

 

Müdür bir kahkaha attı :

Ne ömür şey bu böyle yahu... Nerelisin sen be?

Yakın köylerden birinin adını söyliyen çocuk, ellerini gocuğunun ceplerine soktu

:

Asıl maciriz biz... Gelmiş bubamlar Urumelinden ben, te bukağmışım...

Hapse neden düştün? Suçun ne?

Kıtallik!

Kimi vurdun?

Hiç be beyim... İstemezdim ama oldu bir cayillik, doldurmazdı incir çekirdeyini...

 

Anlat bakalım, nasıl oldu?

Oldu bir cayillik, taksirat... Beklerdim harman yerinde, geceydi, vardı ay...

Komşu harmanda da uyurdu Üsüyn. Vardı Üsüyn'ün bir finosu, beslerdi şekerle. hem

de fındık, fıstıkla.. Başladı ulumağa aya karşı meret hayvan... Dikildi

tüylerim, korktum çok, var Allah, sülemem yalan... Dedim oşt bire uğursuz

hayvan... Susmaz. A be oşt! Nafile, susmaz. Nâz kavrarım çomağımı, atlarım

üzerine, başlar çenilemeğe pis hayvan. Uyanır Üsüyn, der ne döversin be finomu?

Derim ulur aya karşı be Üsüyn âbi! Kavrar yakamı, atar iki tokat, iki tekme,

yanar canım, kararır gözlerim... Başlarım süvmiye, hem de kaçmıya harmanlara,

kovalar. Sonra kapar bir taş, savurur arkamdan, yarılır kafam, yuvarlanırım

tozlara tepe aşağı. koşar gelir piner sırtıma. başlar vurmıya arkacığıma.

Haykırırım Bubaa, buba! Duymaz bubam, diyirmende, çeker iki saat. Hay Allah...

Yanar canım, kalırım naçar, çıkarırım cepceğizimden sustalımı, savururum

karanlıklara, görmez gözüm bubamı bilem... Der Yandım Allah! yıkılır tepe üstü

Üsüyn... Hepsi bu beyim... Saklanırım ondan sonra koruluğa, gelir candarmalar,

olduk mapis...

Müdür uzun uzun güldükten sonra :

Demek dedi oldun mapis?

Ne yaparsın be beyim, varmış kaderde...

Nereye vermeli seni, ne iş yapabilirsin bilmem ki? Kaç yaşındasın?

Te bu nisanda girdim on dörtçeyzime... İsterseniz Müdür Bey, dedim

revire verin... Revire mi? Ne yapar revirde bu?

Kiraz Ali evvelki gün İmralı'ya gitti, aşçıya bir yamak lazım nasıl olsa...

 

Müdürün aklına yatmıştı :

Git çağır bana aşçıyı... dedi. Cocuk Cıktı.

O günden sonra Recep'le dost olduk.

Cezaevi kaleminde yazı iştlerine bakan biz üç arkadaş revirde yatıp kalktığımız

için Recep'i yakından izleyebiliyordum. Reviri çabucak eline aldı. Asçının

istediği saatten çok erken kalkıyor, ortalığı birbiri ardı sıra iki su siliyor,

betonları likrolliyor, akşamdan bulaşık kalmışsa yıkayıp kuruladıktan sonra

hastaların çorba tenceresini ocağa oturtup altını tutuşturuyordu. Uyandığı zaman

her işi görülmüş bulan aşçı keyifli keyifli gülerek :

Ulan Recep diyordu, at da sana, avrat da! Doldur şu çaydanlığı anasını

satayım...

Bir gün :

Bir fikir geçer aklımdan be abi... dedi Recep. Ne fikri be Recep?

Var daha iki senem çıkmıya mapustan... Bubom fıkara... Oldu yaşımız on dört,

ayıptır bakayım bubo eline...

Doğru. Ne düşünüyorsun?

Derim bakayım üçün beşin yoluna, olmaz büle...

Napacaksın?

Satacağım şeker, zarf kaat, kuru üzüm, hem de incir...

Revirin gedikli hastalarından bazıları bu işi yapıyorlardı zaten. Aralarına

Recep de katılınca, sıkı bir çekişmedir başladı. Recep bu işde olanca zekâsını

kullanıyordu. Cezaevi doktoriyle de arası iyiydi, ahbaptılar. Ne yaptı yaptı

doktoru kafesledi, rakiplerini taburcu ettirip kurtuldu.

Gardiyanlara getirttiği kesme şekerlerini gece karyolasında teker teker ayırır,

sayar, ince kağıtlara sarıp bavuluna istif eder, üzüm ve incirlerin çöplerini

ayıklar, külâhlara doldurur, ertesi güne hazırladı.

 

Çok geçmeden ikinci bir tahta bavul satın aldı. Sonra bir pantalon, omuzları

eprimiş bir ipek gömlek, bir kravat, iskarpin... Daha sonra da diş fırçası,

macun, havlu ve kokulu sabun getirtti. Her sabah, öğle ve akşamları dişlerini

fırçalıyor, kokulu sabunla elini yüzünü uzun uzun yıkıyor, ama ipek gömlekle

pantalonu giymiyordu.

Bunları diyordu giyeceğim taliye olduğum gün:

Kaldı şimdi bir ceketle bir kaskete itiyacım...

Sonraları onları da satın aldı.

Gazetelerle resimli dergilere karşı yüreği pek yufkaydı. Onlardan birini eline

alır, evirir, çevirir, resimlerine bakar, bir şeyler mırıldanır, içini çekerdi.

Birinde, niçin içini çektiğini sordum.

Nâz çekmezsin be abi... dedi. Kimbilir yazar ne güzel sözler? Ama, nah

kafa... Sülemez bize...

Bir başka gün : .

Abi ben dedi, ben şimdi istesem ürenmek okuma hem de yazma, ürenebilir

miyim?

Öğrenebilirsin.

Demek ürenebilirim? Nâz be âbi?

Ben sana öğretirim be Recep...

Gözleri parladı.

Sayı mı sülersin be abi?

Sahi söylüyorum : Al bir alfabe, bir defter, bir kalem, karışma gerisine..

Boynuma sarıldı, iri başını göğsüme yasladı : Olurum kölen, içerim ayaklarının

sucağızını..

Derslere' başladık. Öyle taze ve obur bir iştahla sarıldı ki, ticaret ve

ötekiler bir kenara atıldı. Gece yarılarına, bazan gece yarılarını saatler

geçene kadar çalışıyor ..., be, e, be-be, a, bo-be, o, bo diye hecelerken,

uykuya bayılıyor, elinde kitap, iki kat, hala abe, e, be-be, a, ba-be, o, bo

diye sayıklıyordu.

Nerde, ne iş görürse görsün alfabesini yanından ayırmıyordu. Bulaşıklarının

başında, elleri makine gibi işlerken, bulaşık suyunun sıcak dumanları arasında

... be, e, be-be, a ba-be, o, bolarla dünyayı unutuyordu.

Az zamanda harfleri okuyup yazmayı öğrendi. Gazetelerin iri puntolu başlıklarını

heceliyoe heceliye söktükçe coşar, kabına sığmazdı.

Bir gün onu ecza odasında yakaladım. Arkası dönüktü, beni görmüyordu. Omuzu

üzerinden baktım. İlaç şişelerinin etiketlerini heceliyor, sonra bunları

defterine not ediyordu :

Te, e, ne ten-te. ü, re tür, tendür-de. i, di-ye, o, te, yot-tendürdiyor.

Naparsın be Recep?

Döndü :

Sen misin be âbi? Çok meraklıyım...

Neye be Recep?

Doktorluğa be abi...

Yazdıkların ne?

İlaçları yazarım be... Çok meraklıyım..

Meraklısın demek? Başka neye meraklısın?

iki şeye...

Neyle ney?

Süliyecem ama utanıyorum zatınızdan..

Niye utanıyorsun be Recep?

Bendenize gülersiniz be abi... Maytap geçersiniz diye, çekinirim...

Korkma, geçmem, söyle...

Demek geçmezsiniz bendenizle maytap?

Dalgayı bırak da söyle şunu.. Neyle. ney?

Yarın sülesem be abi...

......

Sağ olsun canın be abi.. Kızma.. Sülicem, battı balık yan gider... Harmanı

yanıklardanız azçok...

Ulan oğlum.. Bırak şu dalgayı...

Çok siyasisiniz maşallah.. Sezersiniz hile esen rügarlardan!

Ulan...

Valla sülicem abi, dur... İki şeye meraklıyım abim: biri evlenmek, öteki,

kazanmak onbaşılık askerde! Ama, unuttum şindi şindi evlenmeyi...

Niye?

İstemez canım dönmek köye...

Niye be Recep?

Var bir gavur Ali, öldürdüğüm Üsüyn'ün olur, amca çocuğu... Korkarım...

Yaşatmam, demiş onu... Gezdirmem köyde deyi salmış haber dirmencinin Asan'la...

Gidemem köye... Peki abi. istesem kalamam mı ben bu şehirde?

Zor...

Peki abi... Ben şimdi istesem olamam mı doktor?

Olursun be Reaep...

Olabilirim demek? Maşalah çok akıllısınız be abi... Demek olabilirim? Ama

inanmam size. Geçersiniz bendenizle maytap!

Vallaha geçmem be Recep... Olabilirsin...

Olabilirim ha? Naz be abi?

Dinle, bak: Önce, ilkokul imtihanını verirsin, sonro ortaokul, ondan sonra

lise. Liseden sonra doktor mektebine yazılırsın... Doktor mektebinde de altı

sene okuduktan sonra.

İçini Cekti.

Ne çektin içini be Recep? Gözleri dalmıştı.

Ha? Ne çektin içini? Deryada gemilerin mi battı?

Batmadı şükür, yüzerler ama... Zor bu iş be...

Hangi iş be Recep?

İmtihanlar be abi...

Kolay iş var mı be Recep? Köy yerinde işin kolay mıydı? Çift sürmek, düğen

çekmek, dağa oduna gitmek.

Peynir ekmek gibi gelirdi be abi... Peki abi ben şindi burada sıhhiyeliği

pişirsem iyice. askerde olamam mı sıhhiye onbaşısı?

Olursun...

Olabilirim demek?

Olabilir'sin...

Kazanınca onbaşılığı, çıkarttırıp tasvirimi, salacam fıkara anama... Vardı

bizim köyde bir kızan, kazanmış onbaşılığı, salmıştı tasvirini anasına... Bakar

bakar ağlardı fıkara kadın, ama sevincinden! Demek pişirirsem sıhhiyeliği,

olabilirim askerde onbaşı?

Elbette...

Benim de sevinsin anacığım... Desin şükür Rabbime, kazandı Receb'im

onbaşılık...

Cezasını doldurup çıkacağı günün gecesi cezaevini koğuş koğuş dolaşto. Küçük,

büyük, zengin, fakir, serseri bütün tutuklularla teker teker vedalaştı, helallık

aldı. Adem babalara cıgara dağıttı Sonra, revirde çay kaynattı, millete kolonya

 

Serpti,harmandalı oynadı, türkü çağırdı.

Sabahleyin elinde bavulları, zimmetçi gardiyanın ardında çıktı gitti.

 



.


[email protected]

1