Ana Sayfa

Berfin Bahar / Sayı:88 - Haziran 2005 - Işık Öğütçü

' 35 YIL SONRA

 

             “Ben doğduğum zaman babam, Çanakkale’de Dardanos’ta bataryasının başında, kumral bıyıklı, enveriyeli bir ‘Topçu teğmeni’ymiş. Dedem benim doğduğumu babama benim imzamla, şöyle tellemiş:

            ‘Ben de dehr’in sitemin çekmeğe geldim dehr’e’

            Bu satırları “Baba Evi”nde okuduğum yıllarda sanıyorum 14 yaşındaydım. O zamanlar bizim ailenin çok sıkıntılar çektiğini yaşayarak öğrenmiştim. Ama babamın dedesinin sanki torunu Mehmet Raşit’in(Orhan Kemal) gelecekteki sıkıntılarını görür gibi telgrafta yazmış olduğunu, ancak 2000 yılından itibaren babamın kitaplarının sihirli dünyasına tekrar girince bu cümlenin gerçekliğini anladım. Bu kitaplarda çok büyük bir dünya, çok büyük bir yaşam vardı. Kitaplardaki satırlarda hem kendi dünyası hem ortak hasretlerimiz olan biz insanların maceraları bulunuyordu.

            “Boşnakça bir halk türküsüydü bu. Bu türküde bir Avşar kilimindeki renklerin cümbüşü vardı. Bu türküde hasret vardı, bu türküde arzu, bu türküde aşk. Bu türkünün motifleri Hint’de, Çin’de, Kazablanka’da, New York’da, Po Vadisi’nde, Güney Amerika Bozkırları’nda, Orta Anadolu’da da vardı. Bu türkü insanlığın hasretlerini, arzularını belirten nakışlarla işli bir türküydü.”

            Bazen bir fabrika, bir mahalle, bir makine onun eserlerinde dile geliyordu...

            “Çürümüş tahta, paslı teneke ve kerpiç yığınlarından ibaret evleriyle işçi mahallesi sanki bir seldi, bir seldi de bu sel, uzak, çok uzaklardan yuvarlana yuvarlana, köpüre köpüre, korkunç anaforlar yapa yapa gelmiş, yıllardanberi mahallenin nabzı gibi atan fabrikanın ağır beyaz taşlarla örülü, kalın sağlam ve yüksek dört duvarına yandan yüklenmiş, ama duvarları aşamadan, takılmış kalmıştı.”

            Ama en çok işçiler, ustalar, öğretmenler, çocuklar, küçük insanlar onun dünyasındaydılar...

            “İnsanlarımızın anadan doğma kabiliyetsiz, aptal, aylaklığı zanaat edinmişliklerini ileri süren acayip fikirlere katılmıyorum. Bizim insanlarımız da, dünyanın öbür insanları kadar kabiliyetli, çalışkan gözü açık ve güçlüdürler. Elverir ki, onları anlayan ‘Öğretmen Ali’ler, namuslu Öğretmen Ali’ler kollarını sıvasın...

            İçimde,içimin derinliklerinde kara yağız kuru bir ‘Öğretmen Ali’ yobazlık,yokluk,gerilik gibi birbirinden kara karanlıkların içinde,elinde ‘Köy Enstitülerinden’ bilmem hangisinin verdiği bir çıra,bir zeytinyağı kandili,pek pek küçük bir idare lambası,karanlıkları gücünce aydınlatmaya çalışıyor.

            Bir de büyük şehirlerimizin,elindeki bilmem kaç voltluk elektrik ampullerini karanlıklara sıkıp,karanlıklarla savaşmaktan çekinen,yılgın,sözüm ona aydınlarını düşünüyorum...

             Selam olsun benden bütün Türkiye, hatta bütün dünyadaki Öğretmen Ali’lere!”

            “İnsanlara kızmamaya alışın. İnsanlar kızılmaya değil acınmaya ve sevilmeye muhtaçtırlar. Hastasına kızmayan bir doktor olmaya çalışın. Ekmeğinizi alnınızın teriyle kazanın, kitaplar satın alın, bol bol okuyun. Benim kim olduğumu öğrenip de ne yapacaksınız? Bir insan işte...” 

            Kara günün kararıp gitmeyeceğini, her karanlığın ardından aydınlığın geleceğini satırlarında duyuran Orhan Kemal’e bir takım suçlamaların yapılması da olağandı. O bunları göğüsleyerek doğru bildiği yoldan ayrılmadı.

            “Olma kula kul, öpme el ayak, kirlenmesin ağzın. Ya olmalı insan, vermeli canını insan için, yahut etmemeli kalabalık dünyamız da...”

            Zaman zaman insanı coşturan ama sıkmayan, usandırmayan tasvirlerle başka duygulara yol almamızı sağlayan satırlar mı bulunmuyordu...

            “Sonbaharın, ilkbahar ve yaza benzemeyen, ama gene de kendine mahsus bir hüznü olan güneşi dünyayı kucaklamıştı...”

            “Pencereye gitti. Kalın ipek perdeleri araladı. Kristal aynada sabah oldu...”

            “Evet, büyük, güzel, çok güzel bir şehirdi İstanbul. Uçurum kenarlarında bitmiş göz alıcı çiçekler gibi. İnsanı kendine çekiyor, sonra da uçuruma yuvarlanışına sadece bakıyordu...”

            Mutluluğu ve umudu gözlerdeki pırıltılardan aktardı.

            “Önce ıslak gözleriyle babasına yaş yaş baktı, sonra yağmur bulutlarının arasından çıkıveren güneş gibi, güldü...”

            Bazen sonsuz maviliklerde akan bir yaşantımız vardı.

            “Gökyüzünde geniş kanatlarıyla bir alıcı kuş, sanki uçmuyor, akıyormuşçasına mavi gökten geçiyordu...”

            Ölümünden 35 yıl sonra kitaplarını okuduğumda bu duygular, bu bölümler beni hâlâ eğitiyor, olgunlaştırıyor ve insanları sevmeyi hoşgörüyle yaklaşmamı sağlıyor.

            Evladı olarak onun unutulmamasını arzuluyorum. Özdemir İnce şu değerlendirmeyi yapıyor:

            “Gerçek yazarlar konusunda ‘Unutulmak’ fiili geçersizdir. Onlar ‘Var’dır. Öylesine vardırlar ki, bütün moda yazarların yok oluşlarını görürler. Orhan Kemal, Türk edebiyatının Sirkeci Garı’dır...”

            Orhan Kemal sanatçı duyarlılığıyla ölümünden bir hafta önce Bulgar radyosunda yaptığı bir röportajda, tüm dünyanın tarihi ders alacağı şu mesajı vermektedir:

            “Bulgaristan’la ilişkimiz bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu günlerinden başlar. İki Millet halkları yüzyıllar boyunca kardeşçe yaşadıkları gibi zaman zaman da politik nedenlerle karşı karşıya gelip dövüşmüşlerdir. Sevişmek ve dövüşmek milletleri birbirleri ile kaynaştırır.(.....) Düşmanlıklar tarihin karanlıkları içinde unutulmalı, yerini temiz tertemiz dostluk ve kardeşlik almalıdır kanısındayım...”

            Böyle evrensel dostluk ve kardeşlik duyguları taşıyan Orhan Kemal’in bu mesajlarının aydınlarımıza, edebiyatçılarımıza ve tüm insanlığa rehber olmasını diliyorum.

            Babamın bizlere ve ulusumuza miras kalan şu sözlerini hatırlatmak isterim:

            “Eşe dosta selam. İnandığım doğruların adamı oldum. Böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım, kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir...”

                                                                

 

                                                                                                Işık Öğütçü                                     



.


[email protected]

1