Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Hürriyet Gazetesi

Doğan Hızlan
 

Dört çocuklu odada roman yazmak

AYDINLIK gerçekçiliğin büyük ustası Orhan Kemal'in Yazmak Doludizgin kitabındaki, günlüklerini, şiirlerini okudum. 

Bursa Hapishanesi'nden başlayıp hayatının son günlerine kadar tuttuğu günlükte, bir büyük yazarın günlük düşüncelerini; çoğu zaman, hayata, yoksulluğa gülerek direnen bir kişiliği bulacaksınız.

Hapishanede bile satırlar arasında gülümseyen Orhan Kemal'in sağlığı bozulduğunda, o gülümsemenin söndüğünü farkedeceksiniz.

Oğlu Işık Öğütçü'nün yayına hazırladığı Günlük'ten bazı bölümleri okurken, birden İkbal Kıraathanesi'ndeki Orhan Kemal canlandı gözümde.

Gelen geçenlere muziplik yapan, yazmakla yaşamak arasındaki çizgiye hep sevgiyi yerleştiren bir yazar.

Dört çocuk babası yazarın günlüğündeki bir not, onun kişiliğinden bir kesittir:

'1957 Türkiye'sinin pahalılığı ile alay eder gibi, dördüncü çocuk babası olarak, yeni güne giriyorum. Hayırlısı.'

Günlüklerde; geçim sıkınıtısının cenderesinin onu günden güne nasıl sıkıştırdığını okurken, gene de yaşama sevincini karartmamasını çok seviyorum.

Názım Hikmet hapishanede resim yaparken, Orhan Kemal onu izler ve günlüğüne kaydeder:

'Názım Hikmet guvaş diye adını öğrendiğimiz ve annesinin hediye ettiği sulu boyalarla beyaz taşın üzerine lálesini yapadursun, ben sürekli onu gözlemekteyim.'

Şair, resim yaparken ıslık çalarmış, resmin önemli yerinde fırça işlerken ıslık hızlı ve düzenliymiş, resmin ince yerlerine gelince ıslık kısılır ve ağırlaşırmış.

Orhan Kemal'in yazma koşullarını, yaşama zorluklarını bilenler için tekrar olabilir ama bilmeyenlerin mutlaka 3 Aralık 1946 tarihli günlüğünden bu yakınmasını okumalısınız:

'Bir tek odada oturduğumuzu biliyorsun. Bu odada dört kişinin dört ayrı faaliyetini tasavvur et.

Canlı bir makine gibi mütemadi bir hareket halinde durmak durulmak bilmeden kapanmayan Názım'ın (oğlu) çenesini de bu dört kişinin faaliyetlerine iláve et. Yazı yazıyorum, meselá, kafam tam kıvamında oğlan belá yüklü bir tehlike haline gelir.'

Günlük'ün daha sonraki satırlarını okuduğunuzda, onun bunu bir yakınmaya dönüştürmeden çocuk sevgisiyle ördüğünü göreceksiniz.

O çok sevdiğim Suçlu romanının yazılış öncesi sevinci nasıl da yansımış günlüğe:

'Pırıl pırıl bir sabah. Moralim çok düzgün. Bu düzgünlüğün sebebi malum: Yarın Vatan Gazetesi'nden, yeni romanın (Suçlu'nun) tefrika hesabına mahsuben para alacağım. Yüz, yahut yüzelli lira. Ve tabii çok severek çalıştığım romanımla tekrar başbaşa kalmanın keyfi.'

Şiirlerini okuduğunuzda, Názım Hikmet'in ona 'siz roman yazın', sözünün haklılığına elbet katılırsınız.

Ancak ben bu şiirlere başka açıdan bakıyorum. İyi bir şairin ürünleri değil bunlar. Şiirsel duyarlıkla gerçekçiliğin içten ama kıvamını bulamamış dostlukları.

Dokumacı Haydar şiiri (Bursa 1941) sanki kendi hayatının ve hayallerinin şiiridir:

'Evleri tek odadan ibarettir/ Çocuklar oynar/ Kadınlar konuşur/ O kitap okur!/ Yağmurlu ve soğuk bir gecede çıkınca fabrikadan/ Düşündü/ Bir evim olsa üç odalı diye/ Kapısından girince içeriye/ Çocukları çevirip etrafını/ Nerede kaldın baba? deseler/ Ve elinden tutup / Yemek odasına sürükleseler.'

Bir sanatçının bütün eserlerinin okunmasından yanayım. Aralarındaki göndermeleri, okurun sezebilmesi için şarttır.

Ayrıca Orhan Kemal gibi hayatı ile yazısı arasında çoğu zaman paralellikler, kesişmeler olan bir ustanın günlük ve şiirlerinden oluşan Yazmak Doludizgin'i okumak bunun için önem kazanıyor.

Kitabın üçüncü bölümünde Orhan Kemal'in ölümünün ardından yazılan şiirler var.

Bir büyük ustayı Türk şiirinin bir başka büyük ustasının, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın Orhan Kemal'e Ağıt şirinin dizelerle analım:

'Seslendi bez dokuyan basma dokuyana/ Duydunuz mu arkadaşlar,/ Kim çıktı dışarı/ Orhan Kemal.'

Seslendi ulu çınarın kökü uluca kavağın köküne/ Duydunuz mu kardaşlar,/ Kim girdi içeri/ Orhan Kemal.'


[email protected]