Türk edebiyatının Aydınlık Gerçekçi,
büyük yazarı Orhan Kemal’in kitaplarında
yer alan, ömrünün bir bölümünü sürgünde
geçirip sonra afla Türkiye’ye dönen
babası Abdülkadir Kemali Öğütçü’nün
anıları nihayet yayınlandı.
İmparatorlukta başlayan mücadeleli bir
yaşamın Cumhuriyet’te de süren gerçekten
renkli serüveni bir dönemin inanmış,
muhalif kimliklerine, siyasal ve
toplumsal ortamına da ışık tutuyor.
Anıları, yayıma torunu Işık Öğütçü
hazırladı.
Abdülkadir Kemali’nin yakın
arkadaşı, Türkiye’den Kahire’ye,
Sibirya’ya kadar uzanan, mücadeleleriyle
az bilinen Ahmet Kemal (Akünal)’in
çizdiği tip, onun için de geçerlidir:
‘Kemali, dedi. Biz hürriyet için
çalıştık. Hem de Türk hürriyetçisi
sıfatıyla çalıştık. Türklük tabirini;
İstanbul saltanatının Türk
padişahlarından, Türk paşa ve
memurlarına kadar eşeklikle
vasıflandırdıkları zaman, Türklük için
çalıştık.’
Anıların önemli bir bölümünde,
Galile, Bruno başta olmak üzere;
bilim ve fikir dünyasından doğruları
söyleyenlerin, gerçekleri keşfedenlerin
başına gelenler anlatılıyor. Ahmet
Kemal’in bu mücadeleden sonra ne
yaptığını merak ederseniz, uzak bir
köyde kendi küçük bahçesinde kavun,
karpuz yetiştirerek hayatını kazanarak
ömür tükettiğini söylemek gerek.
Abdülkadir Kemali’nin yaşamı
sanırım bu anılarla öğrenilecek, önemi
de kavranacaktır.
Araştırmacı Meral Demirel doktora
tezinde şöyle yazmış:
‘Abdülkadir Kemali Bey’in siyasi
yaşamının, şimdiye kadar kendisine
gösterilen ilgisizliği hak etmeyecek
derecede önemli özellikler taşıdığını
görmekteyiz.’
Abdülkadir Kemali Bey hep siyasetin
içinde bulunmuştur.
Orhan Kemal’in Taha Toros’a
gönderdiği mektupta sözünü ettiği,
‘Abdülkadir Kemali Bey, ateşli bir
İttihatçı olmasına rağmen keyfi
idarelere, kanunsuzluklara ve zorbalara
düşmandı.’
Onun halkın dertlerine yakınlığı,
istibdat döneminde de, Cumhuriyet
döneminde de iktidarla mücadele
etmesinin nedenidir.
Haksızlığa karşı öfkesinin dozu
karakolda da yüksekti, Meclis’te de.
Onun yaşamındaki çelişkiler, Türk
siyasetindeki çelişkilerin yansımasından
kaynaklanır.
25 Kasım 1920’de Pozantı İstiklál
Mahkemesi Başkanı olarak görev yapmış.
1923 yılında milletvekili görevi sona
erince Adana’da avukatlık yapmaya
başlamış, bu Suriye’ye gidiş tarihi olan
1930’a kadar sürer.
24 Eylül 1930’da Ahali Cumhuriyet
Fırkası’nı kurmuş, Ahali
gazetesini çıkararak muhalefet etmiştir.
Serbest Fırka’nın kapatılmasının
ardından, Ankara İstiklál Mahkemesi’nde
kendisinden ‘Bir daha muhalefet
etmeyeceğine dair’ bir senet alınmış,
Ahali gazetesinin de yayımlanması
yasaklanmıştır.
Daha sonra tutuklanacağını haber aldığı
için, 17 Aralık 1930’da Türkiye’den
ayrılmıştır.
Sekiz buçuk yıl süren sürgünlük yılları
Beyrut, Şam, Halep, Kudüs’te geçmiş.
İsmet İnönü’nün yurtdışında
yaşayan muhaliflerin dönmesine müsaade
etmesi üzerine de 1939’da Türkiye’ye
dönmüş, yargıçlık, avukatlık yapmış, 21
Temmuz 1949’da Ankara’da ölmüştür.
10 Ağustos 1889’da doğan Abdülkadir
Kemali Bey’in fırtınalı yaşamının
kısa öyküsü böyle.
Abdülkadir Kemali’nin Anıları’nı
iki açıdan okumak gerekli. Birincisi,
Türkiye siyasetindeki özgürlük
mücadelesinin her dönemde nasıl
yapıldığının bireysel öyküsünü öğrenmek
için, ikincisi de Orhan Kemal’in
babası olduğu için.
Orhan Kemal’in romanlarında babası
Abdülkadir Kemali
KIZINI BANA VERECEK BABAMA DEĞİL!
Bu konuda konuştuklarımız bundan
ibaret kaldı. Galiba üç gün sonra da,
gene usulcacık, çekti gitti. Nereye?
Bilmiyorum. Fakat gitmeden önce bana son
bir iyilikte bulunmayı ihmal etmedi:
Kayınbabamı görmüş, ona benden,
özellikle babamdan söz etmiş. Babamın
ismini duyan ihtiyarın yüzü gülmüş.
Parti zamanından gayet iyi tanıyormuş.
Demiş ki:
‘Bir değil, beş kız feda olsun böyle
adamın oğluna!’
İrkildim.
‘Aman ustam,’ dedim, ‘kızını bana
verecek, babama değil, bir yanlışlık
olmasın!’ (Avare Yıllar)
VARSIN OKUMASINLAR! OKUYUP DA HİSLERİ
Mİ İNCELSİN
İriyarı babası konağın geniş
sofasında, rugan ayakkabılarını
cızırdata cızırdata dolaşırken,
‘...Okumasınlar efendim,’ diye
bağırmıştı, ‘benim çocuklarım da okuyup
yüksek tahsil görmeyiversinler, kıyamet
kopmaz ya! Hem okuyup da ne olacak?
Gözleri açılıp, hisleri incelip, etrafın
çirkinlikleri karşısında adım başı
üzülmektense, neme lazımcı birer küçük
meslek sahibi olup çoluk çocuklarının
ekmeğinden başkasını düşünmeyi
bilmesinler daha iyi!’ (Cemile)
BABASI ADAMDI AMA, KENDİSİ SUYA
BATMAZIN BİRİ
Ne konuştularsa konuştular, baba
dostum ayağa kalktı. Beni göstererek:
- İşte, dedi, sana istediğinden álásı.
Babasını tanırsın...
Babamın adını fısıldadı, sonra ekledi:
- Babası adamdı ama, kendisi suya
batmazın biri!
Birden tokat yemişçesine sarsıldım.
Döndü baktı, bozulduğumu anlamış olacak,
düzeltmeye çalıştı:
- Bununla da beraber, şeytana da
pabucunu ters giydirir mi giydirir ha!
Sütbeyaz saçlı adamla göz göze geldik.
Aniden sormaya başladı:
- Yedi kere sekiz, sekiz kere sekiz,
dokuz kere dokuz?
Hepsini ardı ardına cevapladım, bayağı
kızdı.
- Peki dedi. Cezr-i murabba almasını
biliyor musun?
Bunu okulda karekök diye bellemiştik.
- Biliyorum, dedim.(...)
Haylaz, maylaz, anasının gözü, suya
batmaz falan ama, bu işlerden de iyi
anlıyordum. Babamın az tokadını
yememiştim bellerken. Şipşak yaptım.
Buysa adamı kızdırmaktan başka işe
yaramadı. (Arkadaş Islıkları)
BEN VE BABAM
Ben doğduğum zaman, babam
Çanakkale’de Dardanos’ta bataryasının
başında, kumral bıyıklı, Enveriyeli bir
topçu teğmeniymiş. Dedem benim doğduğumu
babama benim imzamla, şöyle tellemiş:
‘Ben de dehr’in sitemin çekmeğe geldim
dehr’e!’ (...)
Akşama doğru, babamın eve gelmesinden az
evvel, tekrar hapishaneme konulurdum. O,
gelirdi. Tahtaları gıcırdatan, evi
sarsan ağır yürüyüşü yaklaştıkça,
yerimde küçülür, ufalır, mutlaka
yiyeceğim dayağın korkusu ile beklerdim.
Babam ne, neciydi? Bilmiyorum.
(...) Ama ben babamı asıl Fırka (siyasi
parti) mücadelelerinde tanıdım.
Yine böyle günlerdi... Nutuk
söyleyenleri niçin alkışladıklarını çok
defa bilmeyen sokaklar dolusu insanın
kinle, küfür şimşekleriyle yüklü
kalabalığı... Kalabalık, kalabalık, hep
kalabalık... Aynı parkelere basan
ayakkabılı, çarıklı veya yalınayakların
mahşerini hatırlatan, insanı coşturan
müthiş kalabalığı.
(...) Bana doğru kollarını uzattı:
‘Evladım,’ dedi, ‘babanız ölüyor
artık... Öksüz kalıyorsunuz. Sana çok
eziyet ettim, çok dövdüm seni... Hakkını
helal et... Size dünya malı bırakamadım.
Kader kısmet böyleymiş. Aklını başın al,
annene itaat et, kardeşlerine eziyet
etme, onları kanadının altına topla.
Sakın birbirinizden ayrılmayın...
Memlekete, hısımlarımıza yazın, babamız
öldü deyin, kimsesiz kaldık deyin, dönün
memleketinize!’ (Baba Evi)
|