Ana Sayfa

Vatan Kitap - 14 - Aralık 2005   -   Ahmet Kuyaş

 

ORHAN KEMAL’İN BABASI ABDÜLKADİR KEMALİ BEY’İN ANILARI

 
 

Adı oğlunun gölgesinde, anıları tarihin karanlık sayfalarında kaldı

 

 

Sultan II.Abdülhamit’in otuz yıl süren mutlakiyet rejimine son verenlerin,büyük ölçüde Fransız Devrimi’nden ödünç aldıkları bir sloganları vardır: “Hürriyet,müsavat,uhuvvet,adalet”;yani özgürlük,eşitlik,kardeşlik,adalet. “Büyük ölçüde” dememin nedeni,bu dört isteğin yalnızca ilk üçünün Fransız Devrimi’nin sloganı, “adalet”in ise Jön Türkler tarafından eklenmiş olmasıdır.Bu farklılık daha önce de tarihçilerin ilgisini çekmiş,hatta François Georgeon bu konuda bir de makale yayımlamıştır.Osmanlı meşrutiyetçilerinin neden adaleti de sloganlarına dahil ettiklerini tarih kitaplarına başvurmadan anlamak isteyenlere,mutlaka Abdülkadir Kemali Öğütçü’nün anılarını okumalarını öneririm.Yazarın 1908 öncesinin İstanbul’undaki öğrencilik yıllarından Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli bölgelerinde savcılık ve kaymakamlık yaptığı II.Meşrutiyet’in sonlarına kadar anlattığı belki de tek şey,sivil olsun asker olsun,Osmanlı devlet memurlerının nasıl halka zulmettiklerinin,nasıl ceplerini doldurmaya çalıştıklarının,nasıl devletin vatandaş için değil de,vatandaşın devlet için varolduğunun öyküsü.

 

NASIL RADİKALCİ OLDULAR?

Abdülkadir Kemali’nin anılarında daha birçok ayrıntı bulmak mümkün.Nitekim mütareke dönemi başlarında Balıkesir yöresinin,Balkan Savaşı sıralarında da Bitlis ve çevresinin toplumsal koşulları hakkında çok öğretici ayrıntılar var kitapta.Bu koşullarda yöneticilik yapan son Osmanlılar’ın neler çektiklerini,nasıl devrimci radikaller olduklarını biraz olsun anlayabilmek de cabası.Ancak söz konusu eser,yazarını I.TBMM’de milletvekili,1930’da da bir muhalefet partisi kurucusu olarak tanıyan ve Şeyh Sait İsyanı sonrasında birçok gazeteci gibi Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmış bir zanlı olarak bilen birçok okur için,epey düş kırıklığı da yaratıyor.Bunun nedeni,anıların 1919 başlarında son bulması.Acaba,diyorum kendi kendime, Abdülkadir Kemali Bey 1919 sonrasını hiç yazmadı mı?Yazmadıysa,neden yazmadı?Yoksa yazdı da sonradan yok mu etti?Ya da son yıllarda sıkça karşımıza çıkan bir “anılarda aile sansürü” vakasıyla mı karşı karşıyayız?

 

Yazarın,kitabı yayına hazırlayan torunu Işık Öğütçü’nün “Sunu” yazısında vurguladığı gibi,o “dönemde tuttuğu notları çeşitli nedenlerle kayıp” etmiş olması,bizi bu konuda hiç aydınlatmıyor.Çünkü anı metninin çeşitli bölümlerinde Abdülkadir Kemali Bey,daha önceki dönemlerde tuttuğu notlarını da şurada burada,örneğin Birinci Dünya Savaşı sırasında Filistin cephesinde kayıp ettiğini söylüyor.Bellek zaaflarının yanı sıra bu kayıplar da,yazarın kendisinin de belirttiği gibi,bazı kronolojik karışıklıklara neden olmuş.Örneğin,ikinci seçim döneminde Meclis-i Mebusan’ın feshedilmesi sonrasında İttihat ve Terakki Cemiyeti mensuplarının tutuklanmaları (Kasım 1912),aynı yılın şubat mart aylarındaki seçim kampanyasına ilişkin anılardan önce verilmiş.Ama bu tür ufak tefek kronolojik kaymalar,anıların bütünlüğüne zarar vermemiş doğrusu.Sonuçta da,1912-1918 dönemine ilişkin ve yer yer çok ilginç ayrıntılarla bezeli bir anı anlatısı çıkmış karşımıza.

 

Abdülkadir Kemali Bey’in 1910’ları bu kadar iyi anlatabilmiş olması,1920’lerden hiç söz etmemesini daha bir anlaşılmaz kılıyor.Kitap,1919 başlarına ilişkin anılardan sonra, Abdülkadir Kemali Bey’in 1937’de sürgündeyken Türkiye’nin Kudüs konsolosuna yazdığı bir mektup ile,1938 Ekim’inde Arap İsyanı sırasında (eylül 1937-ocak 1939) Kudüs’te tutulmuş birkaç günlük bir günceye atlayarak sona eriyor.Ancak,yazarın verdiği bazı kronolojik ipuçlarından ya da bazı olaylara gönderme yapış biçiminden, 1919 öncesine ilişkin anılarını 1930’ların ilk yarısında,hatta partisinin kapatılması üzerine Suriye’ye kaçtığı 1930 Aralık’ından kısa bir süre sonra kaleme aldığı anlaşılıyor.Gerek Şark İstiklal Mahkemesi üyesi Ali Saip (Ursavaş) Bey’e yanıt mahiyetindeki satırları,gerek İsmet Paşa’nın basın hakkındaki sözlerine yaptığı göndermeler,gerekse Türkiye’den çıkışı konusunda söyledikleri,Aralık 1930 öncesine ilişkin olayların henüz Abdülkadir Kemali Bey’in belleğinde -ve yüreğinde- çok taze olduğu izlenimi uyandırıyor.Ayrıca,bunlarla hesaplaşmak ve bir anlamda savunmasını yapmak niyetinde olduğu da gayet açık.

 

Yazar,anılarının birkaç yerinde,ileride yazacağı sayfalarda bu döneme ilişkin birçok konuya değineceğini söylüyor.Bütün bunlardan çıkan sonuç şu: Abdülkadir Kemali Bey,anılarını yazmaya hemen 1930’ların başında ve büyük bir şevkle koyulmuştur.O sıralarda niyeti 1919-1930 dönemini de kaleme almaktır.Ancak elimizdeki kitapta bu yıllara ilişkin hiçbir şey yok.

 

I.TBMM döneminde Kastamonu milletvekilliği ve İstiklal Mahkemesi başkanlığı yapan Abdülkadir Kemali Bey,muhalif İkinci Grup’ta yer almamakla birlikte,Mustafa Kemal Paşa’nın grubundan da uzak durmuş,bu nedenle 1923 seçimlerinde meclise girememiştir.Adana’da çıkardığı “Toksöz” gazetesindeki yazıları yüzünden 1925’te Şark İstiklal Mahkemesi’nde,sonra da Şapka Giyilmesine Dair Kanun’a muhalefet suçlamasıyla Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan Kemali Bey,iki mahkemeden de beraatla ayrılmıştır.

 

GADRE UĞRAMIŞ MUHALİF

1930 Eylül’ünde Ahali Cumhuriyet Fırkası’nı kurmuş,partisinin aralık ayında kapatılması üzerine yurtdışına kaçmıştır.Tek kelimeyle söyleyecek olursak, Abdülkadir Kemali Bey bir muhaliftir.Kendini tam bir adaletsizlik ortamında gadre uğramış biri olarak gören Kemali Bey’in anılarında,bu muhalefeti 1930’ların başlarında da sürdürdüğünü,1930’ların sonlarında ise muhalefetten vazgeçtiğini gösteren ve neden bugünkü okurlarının 1919-1930 dönemine ilişkin anılarından mahrum kaldığına ilişkin birer ipucu oluşturan,iki öğeye rastlıyoruz.Bunların biri dolaylı olarak,diğeri de doğrudan Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili.

 

Kitabın birçok yerinde Abdülkadir Kemali Bey’in ordu mensuplarına ilişkin anılarına rastlanıyor.Bunların çoğu, haklı nedenlere dayanan olumsuz yargılarla birlikte verilmiş.Bu olumsuz yargılardan Enver Paşa,Mahmut Şevket Paşa,İsmet Paşa ve daha bir yığın büyük yada küçük rütbeli subay paylarına düşeni almışlar.Anıların siyasal özgürlüğün, özellikle de eleştiri ve hesap sorma özgürlüğünün savunulduğu bir bölümünde ise,askerlik mesleğiyle siyasetin uzlaşmaz oldukları,çünkü siyasal özgürlük ortamıyla emir-komuta zincirinin kendine özgü mantığının,adeta ateşle su gibi bir arada bulunamayacakları söyleniyor.Hatta yazar,23 Temmuz 1908’den beri Türk siyasal yaşamında görülen eleştiri karşısındaki tahammülsüzlüğün,askerlerin siyasete karışmış olmalarından kaynaklandığını da ekliyor sözlerine.Her ne kadar İsmet Paşa’nın bir cümlesini hedef alıyor olsa da,söz konusu bölümün dolaylı olarak Mustafa Kemal Paşa’yı da eleştirdiğini söylemek pek abartılı olmasa gerek.

 

Anıların sonunda,maalesef yama gibi duran,ama içeriği nedeniyle önemli bir ipucu oluşturan öğe ise,Abdülkadir Kemal Bey’in 31 Aralık 1937 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Kudüs Konsolosluğu’na yazdığı uzunca bir mektup.Bu mektubunda,kendi siyasal geçmişi ve konsolosla olan bazı takışmalarına ilişkin birçok şeyin yanı sıra sözü edilen önemli bir mesele de,Kemal Bey’in Atatürk tarafından affedilip edilmemesi meselesi.Anlaşılan,Kemali Bey’le konsolos arasında bu konu daha önce de görüşülmüş.Bizi burada asıl ilgilendiren ise,yazarın Atatürk’e ilişkin çok mültefit sözleri.Nitekim, “Gazi” adıyla da gönderme yaptığı Atatürk hakkında Abdülkadir Kemali Bey, “O reisicumhur ki,asri ve medeni bir devlet tesisini inkılabın başlangıcından itibaren kafasında taşımakla kalmayarak,benim gibi yakınlarına açıkça söylemiş.O reisicumhur ki,asırların birbirine kenetlediği karanlıkların tamamını nurani ve karanlıkları örtmek kabiliyeti olan parmağının yalnız bir işaretiyle halletmiş.O reisicumhur ki,her gün yeni bir yenilikle dost ve düşmana eylemlerini zorlamaksızın ve tahakküm altına aldırmaksızın sevdirmek kabiliyetini göstermiş,vatanın,geleceğin en namlı bir şahsiyeti olduğunu ispat etmiş bir varlık...” sözlerini kullanmış.Yani artık karşımızda eleştirilere tahammülsüzlük gösteren bir asker yok. Abdülkadir Kemal Bey,1939’da İsmet Paşa tarafından affedilerek yurda döndü ve 1949’da vefat edene kadar siyasetle meşgul olmadı.1930’ların sonlarına doğru dışarıdan baktığı Türkiye’yi beğendiği için mi,yoksa memleket hasreti yüzünden mi,bilemiyoruz;ama o yıllarda Türkiye siyaseti hakkındaki eleştirel tutumundan vaz geçmiş olduğu kesin gibi görünüyor.Bu tutumundan ne zaman vaz geçmiş olduğunu bilebilseydik,belki 1919-1930 dönemi hakkında zehir zemberek sayfalar yazıp sonradan bunları yok mu ettiği ya da o dönemi hiç mi yazmadığı sorularına ilişkin aklı başında tahminler yürütebilirdik.Ama varacağımız sonuç, Epsilon Yayıncılık’ın bize tutarsız bir noktalama sistemi ve çok yazım hatasıyla sunduğu kitaptan yola çıkarak vardığımız sonuçtan farklı olmayacaktı:Siyasal tarihimizin renkli siması,insan hakları aşığı,ateşli muhalif Abdülkadir Kemali Öğütçü,bu dünyadan devrim Türkiyesi’yle barış halinde göçmüştür.

                     

 

 
 

 
 

.
.


[email protected]

1