Ölümün 35. yılında Orhan Kemal'e ilgi
daha da artıyor. Kitapları yeniden
basılıyor, farklı dillere çevriliyor,
dünyanın dört bir yanında okunuyor. Ama
kitaplarında Çukurova'yı, Adanalıyı,
Ceyhanlıyı dünyaya tanıtan Orhan
Kemal'in eserlerine Adana'da yeterince
ilgi gösterilmiyor. Oğlu Işık Öğütçü,
Adana Büyükşehir Belediyesi'nin
ilgisizliğinden yakınıyor.
"1953 kışı. Vakit gece. Tükürsem donacak
kadar bir soğuk. Çocuklar her zamanki
örtülerini, üstüne evde ne kadar
battaniye, kilim varsa almış, uykuya
geçmişlerdi. Ben uyanık. Gözüme uyku
girmiyor. Çocukların ayakkabıları yok.
Soba, odun, kömür hak getire. Kara kara
düşünüyorum. Geçtim iç odaya. Avuçlarımı
hohlayarak başlıyorum işe. "
Bir yazar düşünün bu kadar imkansızlık
içinde yazmaya uğraşıyor. Yayınevinin
açılış saatine kadar da bitmiş olmalı
yazdıkları üstelik. Hem güzel yazacak
hem de çabuk. Evde ondan ekmek bekleyen
dört çocuk var çünkü. Bir yazar düşünün.
Ülkenin en aydınlık romanlarında,
hikayelerinde imzası var ama durup
dinlenmeden bir "yazı ırgatı" gibi
yazmak zorunda. "Çok yazıyorsun" diye
eleştirilmek pahasına...
"Çok yazıyorsun diyorlar da bu yazışın
gerçek sebepleri üzerinde durmuyorlar.
Kalemimden başka geçim imkanım yok. Ama
kalemimi hiç mi hiç daha iyi bir geçim
için araç olarak kullanmadım. Satmadım.
Hani şöyle vaktim olsa da ağır ağır
yazabilsem."
Bu yazı ırgatının adı Orhan Kemal. Orhan
Kemal 1914 Ceyhan doğumlu. Asıl adı
Mehmet Raşit Öğütçü. Çukurova insanı en
çok onun romanlarında, hikayelerinde
konu edildi. Hem de tüm gerçeğiyle.
Çünkü hep Adanalıyla içiçe oldu Orhan
Kemal. Halkını, köylüsünü, ırgatı,
fabrika işçisini küçümsemedi. Kendisi de
onlardan biriydi. Pamuk tarlalarında
işçilik de yaptı, Milli Mensucat
Fabrikası'nda ambar memurluğu da,
dokumacılığı da öğrendi, katipliği de.
Bereketli topraklar üzerinde
yaşayanlara, ekmek kavgasına tutuşmuş
insanlara, Bekçi Murtaza'lara yakın oldu
hep. Adana'nın varoşlarında,
tarlalarında konuşulanlara kulak verdi.
Sadece tanıklıkla yetinmeyip o insanlara
daha iyi bir yaşam için yol da gösterdi.
Edindiği tek malvarlığı ölmeden iki yıl
önce aldığı küçük bir evdi. Sanki
öleceğini sezinler gibi 2 Nisan 1970'de
oğluna şu sözlerini not ettirmişti: "Eşe
dosta selam. İnandığım doğruların adamı
oldum. Böyle yaşadım, karınca kararınca
bu doğruların savaşını daha çok
sanatımda yapmaya çalıştım, kursağıma
hakkım olmayan bir tek kuruş dahi
girmemiştir."
Adana Haber Gazetesi olarak ölümünün 35.
yılında Çukurova'dan yetişmiş olmasıyla
övündüğümüz büyük yazar Orhan Kemal'i
bir kez daha anmak istedik. İstanbul
Cihangir'de bulunan Orhan Kemal
Müzesi'ni ziyaret edip, oğlu Işık
Öğütçü'yle sohbet ettik. Öğütçü
"Atalarımın toprağı" diyerek andığı
memleketinden babasına biraz daha fazla
ilgi gösterilmesini bekliyordu. Haksız
da sayılmazdı. Onlarca eserinde
Çukurova'yı dünyaya tanıtmış kaç
yazarımız var ki?
Recep Ünal: Öncelikle sizi tebrik
etmek istiyorum. Orhan Kemal'e ait özel
eşyaları, fotoğrafları, çok özel
belgeleri unutulmaktan kurtardığınız
için. Orhan Kemal Müzesi nasıl oluştu?
Işık Öğütçü: Ailemizin ortak
projesiydi. Tabii imkanlar nedeniyle
açılması gecikti. Burayı 1997'de aldım.
Hazırlık yapıyorduk ama bazı edebiyatçı
dostlarımız "Orhan Kemal için hiçbir şey
yapmıyorsunuz, oturuyorsunuz." diyerek
eleştirdi bizleri. O kişiyi karşıma
aldım, yapacaklarımızı anlattım.
İnanamadı. Ama bu kadar şeyi toplamak
zaman istiyordu. Bu müze oluşturulunca o
arkadaş da şaşırdı. Elbette Orhan Kemal
unutulmayacaktı ama 2000 yılından sonra
ilgi daha da artı. Orhan Kemal benim
babam ama 70 milyon için de bir değer.
Eserleri yolumuzu aydınlatıyor. Genç
kuşak çok çabuk krize giriyor,
umutsuzluğa düşüyor. Orhan Kemal
kitapları okudukça yaşama asılacaklar,
umutlu olacaklar.
R.Ü: "Orhan Kemal ve ailesi çok
zor günler geçirdi. Hep yazmak
zorundaydı." denir. Nasıldı o
yıllarınız?
I.Ö: Sabah, öğle, akşam kıvırcık
salatası yediğimizi hatırlıyorum.
Bunları anlatınca fakirlik edebiyatı
yapılıyor gibi gelir ama biz yaşadık
bunları. Parasızlığın ne olduğunu çok
iyi biliyoruz ama hiçbir zaman daha çok
paramız olsun, köşeyi dönelim gibi bir
arayışta olmadık. Ne imkanımız varsa o
imkanlarla yaşadık.
R.Ü: Orhan Kemal isyan ediyor
muydu zaman zaman?
I.Ö: Tabii çok iyi şeyler
yazdığını biliyordu ama onun karşılığını
alamadığını görünce üzülüyordu. Yakın
bildiği dostlarının işlerini
engellediğine şahit oluyordu. Ama o
yılmadı. Orhan Kemal'in bir iyimserliği
vardır. O iyimserliği kitaplarında da
görürsünüz. Annemle babamın evliliğini
anlatan "Avare Yıllar"ın finali
şöyledir. Düğünde konu komşuya karşı
zengin görünmesi için eşten dosttan
eşyalar gelir, halılar gelir. Zengin bir
yaşam var zannedilsin diye. Düğün bitip
eşyalar gidince iki insan çıplak
olduklarını görür. Orada da babam bu
duruma çok üzülür. Evlenmiştir, karısını
mutlu etmek ister. Karısı, oradaki
kahraman Cemile şunu söyler: "Aldırma
kocacığım aldırma. Herkes sakız çiğner
ama çingene kızı tadını çıkartır." Şöyle
biter kitap: "Hayatın tadını çıkarmaya
devam ettik."
RÜ: Annenizle Adana’da mı
tanışıyor?
I.Ö: Evet annem Yugoslav göçmeni.
Milli Mensucat Fabrikası'nda dokuma
işçisi. Babam iki yıl peşinde koşuyor.
Annemin de gönlü var tabii. Babam
sonunda gider kendisi ister dedemden.
1937'de evlenirler ve o anılar "Cemile"
romanına konu olur. "O kadar zor
koşullarda sıkıntılar çektin. Niye
evlendin babamla?" diye takılıyorum
anneme. "Çok seviyordum" diyor. Babam da
"Cemile"nin kapağına şöyle yazmış,
"Yıllardır kahrımı çekmekten yorulup
usanmayan cefakar karıma" demiş.
Günümüze bakınca herkes ufak bir
sıkıntıda "Allahaısmarladık" diyor.
Onlar o dönemde çok büyük sıkıntılar
çekiyorlar. Yine de birbirlerini
kırmıyorlar. Bunun tek açıklaması
birbirlerini çok sevmeleridir.
R.Ü: Orhan Kemal Anadolu halkını
konu aldığı, onu konuşma diliyle bizlere
aktardığı için zaman zaman eleştirildiği
de oluyor. Anadolu insanına el uzatan
yazarlar köylü olmakla eleştiriliyor.
Nasıl değerlendiriyorsunuz?
I.Ö: Bu eleştiriyi yapanlar halkı
tanımıyor demektir. Çok büyük bir
üstadımız var Türk Edebiyatı ondan
soruluyor ya. Nobel’e de aday oldu! Onun
geçende bir sözünü Ahmet Oktay'ın bir
röportajında okudum. Demiş ki üstat
"Orhan Kemal kahve ağzıyla yazıyor."
Şöyle düşündüm: " Sen de kahve ağzıyla
yazsaydın da senin eserlerinde okunsaydı
kardeşim." Orhan Kemal için kahve
ağzıyla yazmak büyük bir şereftir. Çünkü
kahve ağzı, halkın ağzıdır. Halkı yazan
insanı halk hiçbir zaman unutmaz. Bu
eleştiren insanlar kendilerine şunu
sorsun. "Ben Türk halkını ne kadar
tanıyorum?" Türk insanını tanımak sadece
İstanbul'u tanımak demek değil. İstanbul
halkı da var Orhan Kemal'in
kitaplarında. Ama varoşlar da var.
R.Ü: Orhan Kemal de "Fakir,
ezilmiş, hor görülmüş halkımı ayak
altına alacak romanlara milyon verseler,
benim için önemli değil. Halka, halkıma
inanıyorum ben. " diyor. Anadolu insanı
da ona sahip çıkıyor değil mi?
I:Ö: Elbette. Bakın size iki
güncel örnek vereyim. Ramazan ayında
davulcu gelmiş kapıya. Müze müdürü
çıkmış "Hayrola" diye seslenmiş. Davulcu
para isterken "Ben Adanalıyım. Orhan
Kemal bizim yazarımızdır." demiş. Başka
bir gün bir ziyaretçi kitap almaya
geliyor buraya. Elindeki kağıtta "Eskici
Dükkanı" yazıyor. Bizim arkadaşlar merak
etmişler. "Neden bu kitabı
istiyorsunuz?" demişler. Adam "Ben
İzmirliyim. Arabayla giderken ağacın
dibinde kitap okuyan bir çobana
rastgeldim. Önce önemsemedim. Geçtim.
Sonra meraklanıp döndüm. Yanına gidip
sordum ne okuyorsun diye. Çoban ‘Eskici
Dükkanı’nı okuyorum. Size de tavsiye
ederim.' diye yanıtladı." demiş. Eğer
bir ramazan davulcusu, bir çoban Orhan
Kemal'i sahiplenmişse yapılan
eleştirilerin hepsi havadadır.
R.Ü: Adana'yla ilgili sizlere
neler anlatırdı babanız?
I.Ö: Babam 1970'de öldüğünde ben
13 yaşındaydım. Adana muhabbetlerine
tanık olamadım. Ama kitaplarını pekçok
kez okuyunca babamın anlatmasına da
gerek olmadığını gördüm.Çünkü en azından
10-12 kitabında Adana'yı o kadar güzel
anlatıyordu ki sanki Adana'nın insanları
içindeydim. Adana'nın Kuruköprüsü'nde,
Milli Mensucat'ın çevresinde dolaşmaya
başladım. Onun için Adana'ya gittiğimde
hep "Oraları bana gösterin" derim.
Değişik semtleri, Ceyhan'ı...Ceyhan
Nehri için şöyle der babam: "Duruyormuş
gibi akan bir nehir" der.
R.Ü: Kullandığı kelimeler de
Adana'da hala yaşayan kelimeler.
Gittiğinizde hiç sordunuz mu hala
kullanılıyor mu bu kelimeler diye?
I.Ö: Tabii.. Romanlarından
birinde "mavrayı kes" diye bir deyim
vardır. Milli Mensucat'ın bekçisine
sordum. "Tabii biz kullanıyoruz." dedi.
Pamuğun şif denilen koza kabukları
vardır. Dedim "Şif bulabilir miyiz
burada?" "Bak şurda şifler duruyor işte"
dedi. 1930'lar, 1940'ları anlatıyor ama
bugünlerde bile güncel. Babam
kitaplarından birinde "karsambaç yerdik"
diye yazar. Dedim "Karsambacı nerede
bulabiliriz?" Tabii şimdi modernleşmiş,
Toroslardan kar getirmek yerine buzu
kazıyorlar.
R.Ü: Adana'dan Orhan Kemal'i
sahiplenen projelerle karşınıza birileri
geldi mi ya da siz memleketinde Orhan
Kemal'in hatırasını yaşatmak için
girişimde bulundunuz mu?
I.Ö: 2004 yılında Çukurova
Üniversitesi'nde bir bahar şenliğine
beni davet ettiler. Edebiyat bölümü çok
aktif. Adanalı edebiyatçılar ve gazeteci
dostlar da her zaman köşelerinde Orhan
Kemal'i anlatıyor ve bu beni çok memnun
ediyor. Ama onun dışında belediyeden
destek görmedik. Bir bulvara ismi
verildi o kadar. Hatta ben Sayın Aytaç
Durak'a bir yazı gönderdim. İki konudan
söz ettim. Birincisi, Toroslardan
Adana'ya gelirken babamın Çukurova'yla,
Adana'yla, bereketli topraklarla ilgili
çok güzel sözleri var. Bunlar büyük pano
yapılıp asılsın. Hem girişe hem çıkışa.
R.Ü: Orhan Veli'nin Gemlik'le
ilgili dizelerinin Gemlik'in girişine
asıldığı gibi..
I.Ö: Aynen öyle. Çok güzel sözler
seçtim. Gönderdim. İkinci olarak da
Milli Mensucat Fabrikası'nın bir kültür
merkezi olarak Adanalıların hizmetinde
olmasını çok istiyoruz. Orhan Kemal'in
ismi verilsin verilmesin hiç önemli
değil. Ama orası gerçekten de Adana
sanayinin gelişmesi açısından çok önemli
bir kurum. Hem de içinde çok büyük bir
sanatçı yetişti. Üstelik Avare Yıllar,
Murtaza, Kanlı Topraklar, Vukuat Var,
Cemile gibi kitaplarda fabrikayı mekan
olarak kullanmış. Hangi fabrikaya
böylesine önem verilmiş kitaplarda. Ama
her iki proje önerime de bir cevap
gelmedi.
R.Ü: Bir kırgınlık var mı?
I.Ö: Biz onları artık aştık.
Eskiden üzülürdüm ama demek işin kuralı
böyleymiş. Eski Kültür Bakanı İstemihan
Talay bir kütüphaneye adını verdi.
Devletten gördüğümüz tek yakınlık buydu.
Kırgın değilim. Bu bir zamanlama
meselesidir. Bugün hatırlanmıyorsa yarın
hatırlanacaktır. Ama bu projeler bizden
gelmemelidir. Kendileri bize öneride
bulunmalıdır. Sadece Orhan Kemal değil,
toplumda iz bırakan bütün sanatçılara
sahip çıkılmalı. Siz fabrikalar
kurarsınız. Bir süre sonra orası
yıkılır, unutulur gider. Ama siz
yazılmış, iz bırakmış bir kitabı yok
sayamazsınız. Bugün bir "Murtaza"yı
silip atamazsınız.
R:Ü: Son olarak neler söylemek
istersiniz?
I.Ö: Adana Haber için geldiniz,
sesimizi oradaki hemşerilerimize de
duyurdunuz. Çok teşekkür ederim. Tek
söyleyeceğim Adana bizi unutmasın.
Adanalılar gelsin buraya. Çaylarımızı
yudumlayıp sohbet edelim. Başka
yazarların çeşitli şehirlerle ilgili
belki kitapları vardır ama Orhan
Kemal'in Adana'yla ilgili 12 kitabı var.
Bizim dedelerimiz de Ceyhanlı. Dedem
anılarında "300 yıllık Anadoluluyuz"
diyordu. Aradan 100 yıl geçtiğine göre
400 yıllık Adanalıyız. Adana Orhan
Kemal'i herkesten daha çok sahiplenmeli.
Orhan Kemal Müzesi her zaman, her türlü
iş birliğine açık. Bize her zaman
ulaşabilirler. Gel desinler her ay gider
konferans veririm. Yeter ki bu kültür
değerimizi gelecek kuşaklara aktaralım,
öğrencilerimizle tanıştıralım. Ben
istatistiklere bakıyorum Orhan Kemal'in
en az okunduğu şehirlerden biri de
Adana. Oysa her yıl 500 bin satılması
gerek.
|