Ana Sayfa

Adana Haber - 25-26 Kasım 2005 - Recep Ünal / Işık Öğütçü

 

DÜNYA SAHİPLENDİ, BİZ UNUTTUK

 
 


Ölümün 35. yılında Orhan Kemal'e ilgi daha da artıyor. Kitapları yeniden basılıyor, farklı dillere çevriliyor, dünyanın dört bir yanında okunuyor. Ama kitaplarında Çukurova'yı, Adanalıyı, Ceyhanlıyı dünyaya tanıtan Orhan Kemal'in eserlerine Adana'da yeterince ilgi gösterilmiyor. Oğlu Işık Öğütçü, Adana Büyükşehir Belediyesi'nin ilgisizliğinden yakınıyor.


"1953 kışı. Vakit gece. Tükürsem donacak kadar bir soğuk. Çocuklar her zamanki örtülerini, üstüne evde ne kadar battaniye, kilim varsa almış, uykuya geçmişlerdi. Ben uyanık. Gözüme uyku girmiyor. Çocukların ayakkabıları yok. Soba, odun, kömür hak getire. Kara kara düşünüyorum. Geçtim iç odaya. Avuçlarımı hohlayarak başlıyorum işe. "

Bir yazar düşünün bu kadar imkansızlık içinde yazmaya uğraşıyor. Yayınevinin açılış saatine kadar da bitmiş olmalı yazdıkları üstelik. Hem güzel yazacak hem de çabuk. Evde ondan ekmek bekleyen dört çocuk var çünkü. Bir yazar düşünün. Ülkenin en aydınlık romanlarında, hikayelerinde imzası var ama durup dinlenmeden bir "yazı ırgatı" gibi yazmak zorunda. "Çok yazıyorsun" diye eleştirilmek pahasına...

"Çok yazıyorsun diyorlar da bu yazışın gerçek sebepleri üzerinde durmuyorlar. Kalemimden başka geçim imkanım yok. Ama kalemimi hiç mi hiç daha iyi bir geçim için araç olarak kullanmadım. Satmadım. Hani şöyle vaktim olsa da ağır ağır yazabilsem."

Bu yazı ırgatının adı Orhan Kemal. Orhan Kemal 1914 Ceyhan doğumlu. Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü. Çukurova insanı en çok onun romanlarında, hikayelerinde konu edildi. Hem de tüm gerçeğiyle. Çünkü hep Adanalıyla içiçe oldu Orhan Kemal. Halkını, köylüsünü, ırgatı, fabrika işçisini küçümsemedi. Kendisi de onlardan biriydi. Pamuk tarlalarında işçilik de yaptı, Milli Mensucat Fabrikası'nda ambar memurluğu da, dokumacılığı da öğrendi, katipliği de. Bereketli topraklar üzerinde yaşayanlara, ekmek kavgasına tutuşmuş insanlara, Bekçi Murtaza'lara yakın oldu hep. Adana'nın varoşlarında, tarlalarında konuşulanlara kulak verdi. Sadece tanıklıkla yetinmeyip o insanlara daha iyi bir yaşam için yol da gösterdi. Edindiği tek malvarlığı ölmeden iki yıl önce aldığı küçük bir evdi. Sanki öleceğini sezinler gibi 2 Nisan 1970'de oğluna şu sözlerini not ettirmişti: "Eşe dosta selam. İnandığım doğruların adamı oldum. Böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım, kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir."





Adana Haber Gazetesi olarak ölümünün 35. yılında Çukurova'dan yetişmiş olmasıyla övündüğümüz büyük yazar Orhan Kemal'i bir kez daha anmak istedik. İstanbul Cihangir'de bulunan Orhan Kemal Müzesi'ni ziyaret edip, oğlu Işık Öğütçü'yle sohbet ettik. Öğütçü "Atalarımın toprağı" diyerek andığı memleketinden babasına biraz daha fazla ilgi gösterilmesini bekliyordu. Haksız da sayılmazdı. Onlarca eserinde Çukurova'yı dünyaya tanıtmış kaç yazarımız var ki?

Recep Ünal: Öncelikle sizi tebrik etmek istiyorum. Orhan Kemal'e ait özel eşyaları, fotoğrafları, çok özel belgeleri unutulmaktan kurtardığınız için. Orhan Kemal Müzesi nasıl oluştu?

Işık Öğütçü: Ailemizin ortak projesiydi. Tabii imkanlar nedeniyle açılması gecikti. Burayı 1997'de aldım. Hazırlık yapıyorduk ama bazı edebiyatçı dostlarımız "Orhan Kemal için hiçbir şey yapmıyorsunuz, oturuyorsunuz." diyerek eleştirdi bizleri. O kişiyi karşıma aldım, yapacaklarımızı anlattım. İnanamadı. Ama bu kadar şeyi toplamak zaman istiyordu. Bu müze oluşturulunca o arkadaş da şaşırdı. Elbette Orhan Kemal unutulmayacaktı ama 2000 yılından sonra ilgi daha da artı. Orhan Kemal benim babam ama 70 milyon için de bir değer. Eserleri yolumuzu aydınlatıyor. Genç kuşak çok çabuk krize giriyor, umutsuzluğa düşüyor. Orhan Kemal kitapları okudukça yaşama asılacaklar, umutlu olacaklar.

R.Ü: "Orhan Kemal ve ailesi çok zor günler geçirdi. Hep yazmak zorundaydı." denir. Nasıldı o yıllarınız?

I.Ö: Sabah, öğle, akşam kıvırcık salatası yediğimizi hatırlıyorum. Bunları anlatınca fakirlik edebiyatı yapılıyor gibi gelir ama biz yaşadık bunları. Parasızlığın ne olduğunu çok iyi biliyoruz ama hiçbir zaman daha çok paramız olsun, köşeyi dönelim gibi bir arayışta olmadık. Ne imkanımız varsa o imkanlarla yaşadık.

R.Ü: Orhan Kemal isyan ediyor muydu zaman zaman?

I.Ö: Tabii çok iyi şeyler yazdığını biliyordu ama onun karşılığını alamadığını görünce üzülüyordu. Yakın bildiği dostlarının işlerini engellediğine şahit oluyordu. Ama o yılmadı. Orhan Kemal'in bir iyimserliği vardır. O iyimserliği kitaplarında da görürsünüz. Annemle babamın evliliğini anlatan "Avare Yıllar"ın finali şöyledir. Düğünde konu komşuya karşı zengin görünmesi için eşten dosttan eşyalar gelir, halılar gelir. Zengin bir yaşam var zannedilsin diye. Düğün bitip eşyalar gidince iki insan çıplak olduklarını görür. Orada da babam bu duruma çok üzülür. Evlenmiştir, karısını mutlu etmek ister. Karısı, oradaki kahraman Cemile şunu söyler: "Aldırma kocacığım aldırma. Herkes sakız çiğner ama çingene kızı tadını çıkartır." Şöyle biter kitap: "Hayatın tadını çıkarmaya devam ettik."

RÜ: Annenizle Adana’da mı tanışıyor?

I.Ö: Evet annem Yugoslav göçmeni. Milli Mensucat Fabrikası'nda dokuma işçisi. Babam iki yıl peşinde koşuyor. Annemin de gönlü var tabii. Babam sonunda gider kendisi ister dedemden. 1937'de evlenirler ve o anılar "Cemile" romanına konu olur. "O kadar zor koşullarda sıkıntılar çektin. Niye evlendin babamla?" diye takılıyorum anneme. "Çok seviyordum" diyor. Babam da "Cemile"nin kapağına şöyle yazmış, "Yıllardır kahrımı çekmekten yorulup usanmayan cefakar karıma" demiş. Günümüze bakınca herkes ufak bir sıkıntıda "Allahaısmarladık" diyor. Onlar o dönemde çok büyük sıkıntılar çekiyorlar. Yine de birbirlerini kırmıyorlar. Bunun tek açıklaması birbirlerini çok sevmeleridir.

R.Ü: Orhan Kemal Anadolu halkını konu aldığı, onu konuşma diliyle bizlere aktardığı için zaman zaman eleştirildiği de oluyor. Anadolu insanına el uzatan yazarlar köylü olmakla eleştiriliyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

I.Ö: Bu eleştiriyi yapanlar halkı tanımıyor demektir. Çok büyük bir üstadımız var Türk Edebiyatı ondan soruluyor ya. Nobel’e de aday oldu! Onun geçende bir sözünü Ahmet Oktay'ın bir röportajında okudum. Demiş ki üstat "Orhan Kemal kahve ağzıyla yazıyor." Şöyle düşündüm: " Sen de kahve ağzıyla yazsaydın da senin eserlerinde okunsaydı kardeşim." Orhan Kemal için kahve ağzıyla yazmak büyük bir şereftir. Çünkü kahve ağzı, halkın ağzıdır. Halkı yazan insanı halk hiçbir zaman unutmaz. Bu eleştiren insanlar kendilerine şunu sorsun. "Ben Türk halkını ne kadar tanıyorum?" Türk insanını tanımak sadece İstanbul'u tanımak demek değil. İstanbul halkı da var Orhan Kemal'in kitaplarında. Ama varoşlar da var.

R.Ü: Orhan Kemal de "Fakir, ezilmiş, hor görülmüş halkımı ayak altına alacak romanlara milyon verseler, benim için önemli değil. Halka, halkıma inanıyorum ben. " diyor. Anadolu insanı da ona sahip çıkıyor değil mi?

I:Ö: Elbette. Bakın size iki güncel örnek vereyim. Ramazan ayında davulcu gelmiş kapıya. Müze müdürü çıkmış "Hayrola" diye seslenmiş. Davulcu para isterken "Ben Adanalıyım. Orhan Kemal bizim yazarımızdır." demiş. Başka bir gün bir ziyaretçi kitap almaya geliyor buraya. Elindeki kağıtta "Eskici Dükkanı" yazıyor. Bizim arkadaşlar merak etmişler. "Neden bu kitabı istiyorsunuz?" demişler. Adam "Ben İzmirliyim. Arabayla giderken ağacın dibinde kitap okuyan bir çobana rastgeldim. Önce önemsemedim. Geçtim. Sonra meraklanıp döndüm. Yanına gidip sordum ne okuyorsun diye. Çoban ‘Eskici Dükkanı’nı okuyorum. Size de tavsiye ederim.' diye yanıtladı." demiş. Eğer bir ramazan davulcusu, bir çoban Orhan Kemal'i sahiplenmişse yapılan eleştirilerin hepsi havadadır.

R.Ü: Adana'yla ilgili sizlere neler anlatırdı babanız?

I.Ö: Babam 1970'de öldüğünde ben 13 yaşındaydım. Adana muhabbetlerine tanık olamadım. Ama kitaplarını pekçok kez okuyunca babamın anlatmasına da gerek olmadığını gördüm.Çünkü en azından 10-12 kitabında Adana'yı o kadar güzel anlatıyordu ki sanki Adana'nın insanları içindeydim. Adana'nın Kuruköprüsü'nde, Milli Mensucat'ın çevresinde dolaşmaya başladım. Onun için Adana'ya gittiğimde hep "Oraları bana gösterin" derim. Değişik semtleri, Ceyhan'ı...Ceyhan Nehri için şöyle der babam: "Duruyormuş gibi akan bir nehir" der.

R.Ü: Kullandığı kelimeler de Adana'da hala yaşayan kelimeler. Gittiğinizde hiç sordunuz mu hala kullanılıyor mu bu kelimeler diye?

I.Ö: Tabii.. Romanlarından birinde "mavrayı kes" diye bir deyim vardır. Milli Mensucat'ın bekçisine sordum. "Tabii biz kullanıyoruz." dedi. Pamuğun şif denilen koza kabukları vardır. Dedim "Şif bulabilir miyiz burada?" "Bak şurda şifler duruyor işte" dedi. 1930'lar, 1940'ları anlatıyor ama bugünlerde bile güncel. Babam kitaplarından birinde "karsambaç yerdik" diye yazar. Dedim "Karsambacı nerede bulabiliriz?" Tabii şimdi modernleşmiş, Toroslardan kar getirmek yerine buzu kazıyorlar.

R.Ü: Adana'dan Orhan Kemal'i sahiplenen projelerle karşınıza birileri geldi mi ya da siz memleketinde Orhan Kemal'in hatırasını yaşatmak için girişimde bulundunuz mu?

I.Ö: 2004 yılında Çukurova Üniversitesi'nde bir bahar şenliğine beni davet ettiler. Edebiyat bölümü çok aktif. Adanalı edebiyatçılar ve gazeteci dostlar da her zaman köşelerinde Orhan Kemal'i anlatıyor ve bu beni çok memnun ediyor. Ama onun dışında belediyeden destek görmedik. Bir bulvara ismi verildi o kadar. Hatta ben Sayın Aytaç Durak'a bir yazı gönderdim. İki konudan söz ettim. Birincisi, Toroslardan Adana'ya gelirken babamın Çukurova'yla, Adana'yla, bereketli topraklarla ilgili çok güzel sözleri var. Bunlar büyük pano yapılıp asılsın. Hem girişe hem çıkışa.

R.Ü: Orhan Veli'nin Gemlik'le ilgili dizelerinin Gemlik'in girişine asıldığı gibi..

I.Ö: Aynen öyle. Çok güzel sözler seçtim. Gönderdim. İkinci olarak da Milli Mensucat Fabrikası'nın bir kültür merkezi olarak Adanalıların hizmetinde olmasını çok istiyoruz. Orhan Kemal'in ismi verilsin verilmesin hiç önemli değil. Ama orası gerçekten de Adana sanayinin gelişmesi açısından çok önemli bir kurum. Hem de içinde çok büyük bir sanatçı yetişti. Üstelik Avare Yıllar, Murtaza, Kanlı Topraklar, Vukuat Var, Cemile gibi kitaplarda fabrikayı mekan olarak kullanmış. Hangi fabrikaya böylesine önem verilmiş kitaplarda. Ama her iki proje önerime de bir cevap gelmedi.

R.Ü: Bir kırgınlık var mı?

I.Ö: Biz onları artık aştık. Eskiden üzülürdüm ama demek işin kuralı böyleymiş. Eski Kültür Bakanı İstemihan Talay bir kütüphaneye adını verdi. Devletten gördüğümüz tek yakınlık buydu. Kırgın değilim. Bu bir zamanlama meselesidir. Bugün hatırlanmıyorsa yarın hatırlanacaktır. Ama bu projeler bizden gelmemelidir. Kendileri bize öneride bulunmalıdır. Sadece Orhan Kemal değil, toplumda iz bırakan bütün sanatçılara sahip çıkılmalı. Siz fabrikalar kurarsınız. Bir süre sonra orası yıkılır, unutulur gider. Ama siz yazılmış, iz bırakmış bir kitabı yok sayamazsınız. Bugün bir "Murtaza"yı silip atamazsınız.

R:Ü: Son olarak neler söylemek istersiniz?

I.Ö: Adana Haber için geldiniz, sesimizi oradaki hemşerilerimize de duyurdunuz. Çok teşekkür ederim. Tek söyleyeceğim Adana bizi unutmasın. Adanalılar gelsin buraya. Çaylarımızı yudumlayıp sohbet edelim. Başka yazarların çeşitli şehirlerle ilgili belki kitapları vardır ama Orhan Kemal'in Adana'yla ilgili 12 kitabı var. Bizim dedelerimiz de Ceyhanlı. Dedem anılarında "300 yıllık Anadoluluyuz" diyordu. Aradan 100 yıl geçtiğine göre 400 yıllık Adanalıyız. Adana Orhan Kemal'i herkesten daha çok sahiplenmeli. Orhan Kemal Müzesi her zaman, her türlü iş birliğine açık. Bize her zaman ulaşabilirler. Gel desinler her ay gider konferans veririm. Yeter ki bu kültür değerimizi gelecek kuşaklara aktaralım, öğrencilerimizle tanıştıralım. Ben istatistiklere bakıyorum Orhan Kemal'in en az okunduğu şehirlerden biri de Adana. Oysa her yıl 500 bin satılması gerek.



                     

 

 
 

 
 

.
.


[email protected]

1