Yazarı : Orhan KEMAL
Yayınevi : Epsilon Yayınevi
Basım Yeri / Tarihi : Istanbul / 2005 - Mart
Sayfa Sayısı : 104
KİTAP HAKKINDA
KORKU
Kitabın asıl başlığı yazılanları bir çırpıda anlatmak ister gibi: Küçük Adamın Romanı...
Kimdir küçük adam denilen? Küçük adamlıkla suçlanan? Sorgulanmada yargılanan? Nedir kabahati, ya da çektiği sefaletin sebebi? İyi okuyamamak, babasına (atasına) benzemek, yetersiz olmak kişiye ne kazandırır? Aralarındaki farklar nelerdir? Hangisi değerlidir, hangisi değildir? Aynı ‘’kalemimin yazarken yarattığı tıkırtının beni uyandırması gibi’’ bir –farkındalılık- peşinde büyük yazar! Büyük yazar diyorum; çünkü bir okuyucuya; yüreğimde taşıdığım onca duygunun yanına; hiç bilmediğim bir duyguyu daha kattı Orhan Kemal! Kelimelerin yarattığı utancı tattırdı zihnime. Yüreğimse onamadan başka bir başeğiş bilmiyordu ki zaten! Düşündüm! Bu ne katı bir gövde gösterisiydi, yazarınkisi! Zahmeti, kıskançlığı, çaresizliği, açlığı, fakirliği... onca insanlık kıyısını, kıyıda olması gerekeni, öyle ortalayarak, yaşamın ta ortasına iteleyerek, zihnime taş gibi ağır bir şekilde kazıdı adeta! Kazındı ve yaşandı, evet! Artık, daha çok şey bilir oldum Orhan Kemal’in sözcüklerinde. Romanda adı dahi anılmayan bir insan(!) var. Bir adam. Ama o küçük bir adam! Adının anılmaması bu yüzden olsa gerek. Anılmamasına hacet duyulmamasından olsa gerek!
BİR ADAM...
Beş yaşından beri (kendini bildi bileli) babası tarafından ezilen, hakarete uğrayan, dövülen bir küçük adam o! Oyun oynaması yasak; çünkü baba sert, siyasi. Kendisi gibi ‘’okuyan’’ olmasını istiyor oğlunun. Azimli, zeki, atılgan. Fakat küçük adam bir türlü atamıyor üstündeki tutukluğu. O kadar korkuyor ki otoriteden, tir tir titretiyor onu düşüncesi dahi! Sevgisizlik, katılık, disiplin yıldırıyor küçük adamı. Erkek otorite saygının ve sevginin değil; şiddetin ve nefretin simgeleştirdiği bir gölge oluyor ancak!
Zaman harp zamanı, sürgün zamanı olduğundan gerek, Adana’dan Beyrut’a kaçıyorlar. Tüm aile. Beyrut, çilenin asıl adresi oluyor. Küçük adam yaşça büyüyor büyümesine; lakin ezildikçe eziliyor babasının karşısında. Yoksulluk bir yandan, işsizlik bir yandan, yabancı olmak bir yandan. Ne yaşadığı ülkeden haz ediyor küçük adam ne yaşadığı evden, evin insanlarından! İkisi de O, ne kadar yaklaşmaya çalışırsa çalışsın elinin tersiyle geri geri itiveriyorlar onu yaşadığı karanlık çukura sanki! Sevgisini yeşerttiği her insan, her mekan nefretini, kızgınlığını kazanıyorlar küçük adamın artık!
KAÇIŞ
Geriye tek bir çare kalıyor kuşkusuz: kaçış... Vatana, eski bildik, sıcak hayallere, arkadaşlara, dostlara, varlığa, Anadolu’nun verimli ovalarına geri dönüş... Kavuşma... Geri dönüşteyse onu neyin karşılayacağıysa aynı romanın ilerleyiş şekli ve sonu gibi tam bir muamma! Onca delip geçen, yürek burkan gerçekliğin ezici ağırlığıyla beraber bağıran ‘’yaşanan’’ küçük adamı ne hale sokacak acaba?
Orhan Kemal sanki bir saat işçisi gibi çalışmış Baba Evi’nde! O kadar iyi yapmış ki yaptığı şeyi. O kadar iyi anlatmış ki yaşananları. Derdi yazmak değil yazarın, anlatmak! Sadece ‘’var olan’’, daha doğrusu varlığının bütün kıvrımlarıyla ‘’ var gibi’’ olan bir adamı, bir silüeti, bir nesneyi anlatmak. İnsanlığını bağırmak. Amacına bu kadar ulaşan, bu kadar başarıyla ulaşan çok az ‘’roman’’ okumuşsunuzdur. Baba Evi olması gerekenle oyalamak yerine olanı biteni bütün çıplaklığı, acısı ve ürpertisiyle dosdoğru söyleyip bırakıyor okuyucuya. Okuyucu ise, yüreğindeki ağırlıkla kalıveriyor öylece! Bir ‘’iyi okumanın’’ verdiği, hakikat bir ağırlıkla. O ağırlığı taşıyabilenlere, taşımak isteyenlere selam olsun!
YAZAR HAKKINDA
Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, 15 Eylül 1914’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Babası, 1920-1923 döneminde birinci B.M.M.’de milletvekilliği, 3 Mayıs 1920’de Vekiller Heyeti’nde Adliye Bakanlığı yapan ve 26 Eylül 1930’da Adana’da Ahali Cumhuriyet Fırkası’nı kuran Abdülkadir Kemali Bey’dir.
Partisinin kapatılması üzerine 1931’de Suriye’ye kaçan babasının yanına ailece gidince, orta son sınıftaki öğrenimini yarım bıraktı. Daha sonra burada bir basımevine işçi olarak girdi. Bir yıl kadar Suriye ve Lübnan’da kaldı. 1932’de Türkiye’ye dönünce, Adana’da çırçır fabrikalarında işçilik, dokumacılık, katiplik, ambar memurluğu yaptı. 5 Mayıs 1937’de evlendi. Nisan 1938’de kızı Yıldız doğdu. Aynı günlerde Niğde’de askerlik görevine başladı. Burada, “yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana muharrik” suçundan yargılanarak, 27 Ocak 1939’da beş yıla hüküm giydi Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1940 yılı kışında Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanıştı.
26 Eylül 1943’te tahliye olunca Adana’ya döndü. Karataş’ta toprak taşıma işinde bir ay amelelik yaptı. 14 Nisan 1944’te Devlet Demiryolları’nda “muvakkat hamal”olarak çalıştı. Aynı yılın haziranın da Güzel İzmir Nakliyat Ambarı’nda iş buldu. Bir sure sonra bu işten de çıkarıldı.
1945 yılı yazında Kilis’e giderek, kalan 35 günlük askerlik görevini tamamladı. Çorum’a sürgüne gönderildi. Babasının, dönemin başbakanı Recep Peker’e telgraf çekmesi üzerine, 26 Ekim 1946’da bırakıldı. Adana’ya dönünce sebze nakliyeciliği, Verem Savaş Derneği’nde katiplik yaptı. Bir süre sonra işsiz kaldı.
17 Nisan 1950’de ailece İstanbul’a yerleşti. İstanbul’da geçimini yazarlıkla sağladı. 7 Mart 1966’da bir ihbar üzerine iki arkadaşıyla birlikte tutuklandı. “Hücre çalışması ve komünizm propagandası’ yaptıkları gerekçesiyle tevkif edilerek Sultanahmet Cezaevi’ne gönderildi. 7 Nisan’da Türk Edebiyatçılar Birliği, Gen-Ar Tiyatrosu’nda 30. sanat yılı nedeniyle bir jubile düzenledi. Toplantıda Melih Cevdet Anday, Yaşar Kemal ve James Baldwin birer konuşma yaptı. Bilirkişice verilen; “suç teşkil eden bir cihet bulunmadığı hususundaki rapor üzerine 13 Nisan 1966’de serbest bırakıldı. 17 Temmuz 1968’de bu davadan beraat etti.Bulgar Yazarlar Birliği’nin çağrısı üzerine gittiği Sofya’da, tedavi edilmekte olduğu hastanede 2 Haziran 1970’te öldü.