Ana Sayfa

http://www.mevsimsiz.com/ Mahmut Temizyürek TL cilt 6 104-105

 
 

Orhan Kemal, İkinci Dünya Savaşı yıllarında edebiyat hayatına girdi. O yıllar Türk roman ve hikayesinde, özellikle savaşın yol açtığı bir durgunluk ve verimsizlik dönemiydi. Gerçi önceki yıllarda Sadri Ertem, işçi ve köylünün sömürülüşünü toplumcu anlayışıyla ele alan öyküleriyle tanınmıştı. Ömer Seyfettin ve Refik Halit’in sürdürdüğü “memleket hikayeleri” anlayışı ile Sadri Ertem’in eleştirel gerçekçilik anlayışı, Sabahattin Ali ve Sait Faik’in ortaya çıkışıyla bir anlamda büyüsünü yitirmiş görünür. Sabahattin Ali sistemli ve yöntemli olarak köye ve köylüye yönelmiş eserler veriyordu. Sait Faik ise insancıl bakışı, halktan insanlara yönelik ilgisiyle, içten, coşkulu ve savruk anlatımıyla başka bir öykü çizgisi geliştirmeye başlamıştı, farklılığı ilk anda hissedilen yepyeni bir sesti.

 

İşte bu iki farklı yaklaşım karşısında Orhan Kemal, Sabahattin Ali’nin yanında yer aldı.  Orhan Kemal, İkinci Dünya Savaşı yıllarında bir yazar olarak tanınmaya başladı. Türk edebiyatına Çukurova’yı ve işçiyi soktu. Eserlerinde çalışan kesimlerin sorunlarını gerçekçi bir anlatımla irdeledi. Gözlemlediği toplumsal gerçekleri yansıttı. Sanat anlayışını dile getirirken Stendhal’in “Roman yol üstüne konmuş, aynı anda hem masmavi gökyüzünü, hem de çamurlu kaldırımları yansıtan bir aynaya benzer.” Biçimindeki ünlü tanımına gönderme yaparak, “Ben gerçekçiliği içinde yaşadığımız toplumun insanlarına ayna tutmuş gibi saymıyorum” dedi. Onun gerçekçilik anlayışında yalnızca yansıtma değil, aynı zamanda sorunlarla kuşatılmış insanlara yol gösterme de vardı. O bunu “İnsanlığın, insanlık tarafından, insanlık için yönetilmesi adına sanat” gibi bir formüle bağlamaya çalıştı.

 

Bütün eserlerinde evrensel bir tema olan insanı, insan severliği, sevgiyi işledi. Anlatmayı biliyordu, insanı anlattı. İnsanın dünya ve toplum içindeki serüveninin sevinciyle, üzüntüsüyle, umutları ve düş kırıklıklarıyla dile getirdi, olumlu tipler yarattı, topluma yol da gösterdi.

 

Orhan Kemal’in ele aldığı kişiler, Çukurova’dan işçi, ırgat ve ağadır.; İstanbul’dan gecekonduda yaşayan yoksul insanlar, dar gelirli memurlar, işsizler, fabrikatörler, hayat kadınları, mahpuslar, aydınlar, çocuklardır. Böylece Orhan kemal, başta işçinin olmak üzere köylünün, küçük insanın, hapisteki hükümlünün gerçekçi toplumcu bir anlayışla hikayeleştirir, romanlaştırır.

 

Orhan Kemal Adana’dan İstanbul’â geldikten sonra hikaye ve romanları hem dergi ve gazetelerde tefrika edilmeye, hem de kitap olarak yayımlanmaya başladı. İnsanları,  dünyayı, yaşamayı seven, ama yoksulluktan bir türlü kurtulamayan halktan insanları anlatıyordu.

 

Orhan Kemal, çizdiği bu halktan insanları, kimi zaman varlıklı çevreler, ikiyüzlü aydınlar arasında da gezdiriyor, kokuşmuş saydığı bu sonuncuları eleştirel bir dille yansıtıyordu. Toplumcu gerçekçi çizgideki hikaye ve romanlarındaysa, bu insanlar kavga ediyor, düş kuruyor, geleceklerini görüyorlardı. Romanlarını olmasa da hikayelerini tematik özelliklerinden dolayı çocuk, hapishane, işçi, küçük insan, aşk hikayeleri olmak üzere gruplamak mümkündür.

 

Orhan Kemal’in romanları, hikayelerinin daha geniş ve kapsamlı biçimi olarak düşünülebilir. Gene de onun romanlarını biyografik nitelik taşıyan romanlar; Adana’da toprak ve fabrika işçilerinin dünyasını anlatan romanlar; İstanbul’da küçük insanların yaşamlarını yansıtan romanlar olarak bölümlemeyi düşünenler vardır.

 

Mahmut Temizyürek TL cilt 6 104-105

                     

 

 
 

 
 

.
.


[email protected]

1