Ana Sayfa

Cumhuriyet Kitap Eki  /MEHMET NURİ GÜLTEKİN  - 16 -02-2006

 

 

“ESKİCİ DÜKKÂNI”NIN DUVARLARINDAN YANSIYANLAR

 

Mehmet Nuri GÜLTEKİN

Orhan Kemal’in edebiyattaki eleştirel gerçekçi yerini gösteren önemli romanlarından biridir “Eskici Dükkânı”. Yazar, Türkiye’de toplumun yaşadığı değişimlerin izlerini, bir ailenin, bir bireyin yaşam çizgilerinden aktarırken sosyolojik anlamlar barındıran güçlü bir olay ve karakter örgüsü çizer. 19. yüzyılda giderek hız kazanan Osmanlı’nın siyasal ve toplumsal çözülmesinden 1950’lere kadar uzanan gelişmelerin roman diliyle anlatımına rastlarız. Başarılı bir karakter olarak “Topal Eskici”nin temsil ettiği geleneksel-feodal zihniyetin anlatımı, toplumsal değişimlerle birlikte simgesel çözülmenin ve ‘düşüşün’ romanı vardır.

Eskici, Trablus’ta Osmanlı askeriyken kaybettiği bacağıyla Adana’ya döndüğünde büyük çözülmenin gürültüsü hâkim olmaya başlamıştır artık. Akla, eğitime, makineye ve en çok da ‘fabrika’ya karşı sınırsız bir hayranlığı ve öngörüsü bulunan babasının yolundan gitmekten çok, dedesi büyük toprak sahibi ve feodal değerlerin güçlü savunucusu Resul Ağa’nın zihniyetini benimsemek daha kolay gelir ona. Babasının Çukurova Ermenilerinden (“Gülbenkyanlar”)  öğrendiği yabancı dil, teknik bilgi ve ‘makineyle dostluk’ (dede Resul Ağa gibi) ona da cazip gelmez. Sadece, Ermeni bir ustanın yanında ayakkabıcılık öğrenmekle yetinir. Ve her bakımdan düşüşü yaşarken işine yarayacak yegâne nitelik de bu olur.

Ermeni tehciri, gidenler, gelenler, modernleşme-makineleşme ve yeni iktisadi ilişkiler, tüm Türkiye’de olduğu gibi Çukurova’da da bütün hızıyla etkisini sürdürmektedir. Eskici’nin yanında çalışan iki oğlunun, kendini iyice dayatan kapitalist üretim tarzına geçiş için ısrarı pek işe yaramaz, o bildiğini okumaya devam eder. Böyle yaptıkça da sona biraz daha yaklaştığının farkında olmasına rağmen geleneksel hafızanın toplumsal koşullar kadar hızlı değişmeyen geçmiş takıntılarıyla kentten pamuk tarlalarında ırgatlığa doğru düşerler. Pamuk toplamadaki sefalet tablosu derinleştikçe kente, artık sosyal statüsüne ‘razı’ ya da artık daha az ‘mezar taşlarıyla övünür’ halde dönerler. Gelinen aşamada toprak ağası bir dedenin her bakımdan gerilemiş, düşmüş, yaşlı, sakat bir torunu vardır artık…

Orhan Kemal’in toplumsal dönüşümü betimleyen diğer önemli eserleri gibi bu roman da çöküşü, makinenin ya da aklın yolundan uzaklaşmanın kaçınılmaz sonucu olarak görür. Çünkü Trablus’ta bırakılan bacağın kimseyi ilgilendireceği dönemler, artık çoktan geride kalmıştır. Geçmişte yaşamanın kimseye kazandırdığı bir şey yoktur. Bin bir türlü dalavereyle savaşlardan kaçıp servet edinenlerin daha somut ve daha geçer akçe güçlerinin zamanı hüküm sürmektedir. Dolayısıyla, Topal’ın uğrunda ölüme gittiği nedenlerden geriye hiçbir eser kalmamıştır, hatırladıkları dışında:

“Yıllar geldi geçti. Yeni düzenin hâyi hûyu, devrilip giden imparatorlukla birlikte Topal eskicinin sol bacağı da unutulmuştu. Şimdi mal, mülk, iş, güç, takım, tezgâh devriydi. Yağmurlar yağmış, yarıklar kapanmıştı. Trablus mırablus…Onlara neydi Derne’den Bingazi’den, Yemen, Kafkasya, Allahüekber’den? Hem neydi kılkuyruk Topalın suratı? Gittiyse gitti, bacağını kızgın çöllerde bıraktıysa bıraktı. Onlar mı göndermişlerdi? Bacağını orada bırakmasını onlar mı söylemişlerdi? Açsın gözünü, mal, mülk kapışma yarışına o da girsindi. Bu yarışa tahta bacakla girilmez demiyordu ki kanun!”

Topal yoksulluğa paralel olarak meyhanelerde bile katlanılması zor bir adam haline gelmiştir. Aileyi bir arada tutma çabasına karşın ekonomik gereksinimleri karşılamadaki zayıf çalışma istekleri ve teknikleri, süreci giderek onların aleyhine işletir. Feodal ilişkiler, toplumun nesnel ekonomik, kültürel, siyasi dinamiklerine çarpıp parçalanırken, biçim değiştirirken, eskicinin 19. yüzyıldan kalma Çukurova toprak ağalığı zihniyetindeki ısrarı çöküşü giderek hızlandırır.

Romanda üzerinde durulması gereken başka bir nokta daha vardır: Cumhuriyet’ten sonra sayıları artan mübadiller ya da yerli-göçmen zıtlığı. Zayıflayan, yoksullaşan, etkinliğini giderek kaybeden bütün insanlar gibi Topal Eskici de, en yakınındakine, (kendince) daha zayıf olana öfkesini yönelterek bu durumu bir nebze hafifletmek ister. Bunu istediği vakit, ‘yerli’ olmayan göçmenler en yakın hedef olur. Çünkü onun geleneksel hafızasında zenginliğin toprağa dayanan bir tarafı mutlaka olmalıdır. Topraktan yoksunluk, hemşeri olmama gibi özellikler de göçmenlerde bulunmaktadır. Diğer (asıl) neden de, öfkesinin hedeflerinden olan muhacirin, Topal’dan daha gelişmiş makineler kullanıp daha ucuza iş yapmasıdır.

Romanda, modernleşmeye karşı zihinsel farklılık olarak Topal Eskici’nin bireysel, sonu kaçınılmaz anomik karşı çıkışı söz konusudur. Toplumdaki bütün ilişkiler kapitalist pazara göre biçimlenirken, bu sürece uyum sağlamakta direnen her toplumsal nüvenin, bu değişimin ivmesiyle, kenara nasıl itildiğini okuruz. Yaşlı eskici, artık yaşanan sürecin içinde bir “fazlalık”tır. Fazlalıklarından da toplumsal ilişkilerin nasıl kurtulduğu, romanın diliyle anlam kazanır.

Kısaca, “Eskici Dükkânı” 19. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk yarısına kadar Çukurova’daki feodal zihniyetin her bakımdan güçlü bir simgesi olan Topal’ın modern yaşamın gerekleri karşısındaki yenilgisinin romanıdır. Yaşamın bütün alanlarına nüfuz eden ‘makinenin dilinden anlamamanın’ zorunlu bir seyridir. Çöküşün, geleneksel değerlerin çözülüşünün, yenilginin ve zayıflamanın romanın perspektifinden yansıyan anlatımıdır.

 

[email protected]

1