Müzmin muhalif
Genç Cumhuriyet'in önde gelen siyasetçilerinden, yaman bir demokrat olan Orhan Kemal'in babası Abdülkadir Kemali Bey'in yaşam öyküsü bir kitaba konu oldu.
ŞULE ÇİZMECİ
İnsanın kişiliğini biçimlendiren, büyüdüğü ortam... İnsan neyi görüyorsa ona göre biçimleniyor. Örnek mi? Türk edebiyatının önemli yazarlarından Orhan Kemal (Öğütçü)... Siyasi görüşleri nedeniyle genç yaşta hapisle tanışan, yazın yaşamı boyunca halktan insanların, emekçilerin, ezilenlerin yanında olan Orhan Kemal, hık demiş babasının burnundan düşmüş. Meğer babası Abdülkadir Kemali Bey de tam anlamıyla müzmin bir muhalifmiş: TBMM'nin ilk devre Kastamonu milletvekili. Hem iktidara karşı olmuş, hem de ana muhalefete. O daima 'üçüncü göz' olmayı seçmiş. Birinci Meclis döneminde bağımsızlığı seçen milletvekillerinin önderi. Bu dönemde Meclis'te farklı çıkışlarıyla dikkat çekiyor. Üç günlük bakan, İstiklâl Mahkemesi'nin hem reisi, hem sanığı... Türkiye'nin siyasi hayatındaki önemi görmezden gelinen Kemali Bey'in yaşam öyküsü ve siyasi mücadelesi Merâl Demirel'in doktora tezine konu olmuş, sonra Demirel metne bazı eklemeler yaparak kitaplaştırmış; Tam Bir Muhalif / Abdülkadir Kemali Bey, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlandı.
Kemali Bey (1889-1949), İstanbul Hukuk Mektebi'ndeyken İttihat ve Terakki Cemiyeti'nde gençlik lideri olarak sivriliyor. Talat Paşa'nın hayranı. 1912'de İttihat Terakki ile kurduğu bağ nedeniyle üç ay hapis yatıyor. Aynı yıl diplomasını aldıktan sonra Siirt'te savcı yardımcısı, Basra'da ise savcı makamında. Seferberliğin ilanıyla orduya katılıyor. 1918'de Adana'da Hukuk İşleri Müdürlüğü'ne atanıyor. Ardından Mustafakemalpaşa'da kaymakam. Bu görevi sırasında, 2 Nisan 1919'da 18 Ermeniyi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanıyor; aklanır aklanmaz savcı olarak Kastamonu'ya gidiyor. İşte Birinci Meclis'e milletvekili seçilmesi bu döneme rastlıyor.
İstiklâl Mahkemesi reisi
Kemali Bey, ülkenin dört bir yanında kurulan İstiklâl Mahkemeleri'nin destekçisi. Hem de "Korkup çekinmeye lüzum yoktur. İcap ederse bu memleketi kurtarmak için 500 bin kişiyi idam etmeli ve bunda asla tereddüt etmemelidir. Çünkü üç beş kişinin yanlışlıkla haksızlığa uğratılması, memleketin genelinin felaketinden daha mühim bir şey değildir," diyecek kadar. Kimi zaman Meclis'ten izin alarak bu mahkemelerde mesleğini icra ediyor. Hep adaletten yana; 1922'de kimi mahkemelerdeki uygulamalardan duyduğu rahatsızlığı dile getirecek kadar gözü pek: "Efendiler Koçgiri hadisesinde hapishaneye gittiğimiz vakit, 60 yaşından yukarı bir ihtiyar ayaklarımıza kapanarak oğlunun yüzünden vüsk sıfatıyla yattığını söyledi. Niğde kasabasında bulunduğum bir zamanda Jandarma Komutanı Naci Bey, bana ağlayarak birtakım aileler gösterdi. O sırada kar yağıyordu. Niğde'de çok soğuk vardı. Çocuklar kucağında olduğu halde perişan vaziyette hapishanenin önüne atılmışlardı."
İşte bu sivri dili ve fevri çıkışları yüzünden iktidarın gözünde 'tekin' biri değil. 1923'ten sonra İkinci Meclis'in dışında kalıyor. Derken Mücâhede adlı bir gazeteyle yayın hayatına dönüyor. Ardından Toksöz'ü çıkartıyor. Ama gazetesi henüz 15 günlükken hükümet tarafından kapatılıyor. Bu kez tepkisini "Toksöz kapatılır, fakat hürriyetin sesi susturulamaz," sözleriyle dile getiriyor. Kemali Bey, bir makalesinden dolayı altı ay hapis yatıyor. Söz konusu makalede Cumhuriyet Halk Fırkası'nı kavak ağacına sarılarak özsuyunu emen ve ağacı kurutan bir sarmaşığa benzetmiş! Artık gözler üzerinde! Hapis sonrası kimi yazılarıyla Şeyh Sait Ayaklanması'nı kışkırttığı gerekçesiyle Şark İstiklâl Mahkemesi'nde yargılanıyor. Siyaset yapmamak koşuluyla beraat ediyor. Kitapta, söz konusu gazetelerdeki bazı makalelerinden alıntılara da rastlayacaksınız.
Beyrut'ta lokantacı
Kemali Bey, 1926-1930 arasında Adana'da sade bir vatandaş. Kartvizitinde avukat ve çiftçi yazılı. Ancak, 1930'da Serbest Fırka'nın kurulmasıyla siyaset aşkı alevleniyor yine. Adana'da Ahali Cumhuriyet Fırkası'nı kuruyor. Bu, kişisel hak ve özgürlüklere arka çıkan bir parti. Ancak yine iktidarın tepkisini çekiyor. Hükümet baskıyı artırınca tek seçeneği kalıyor: Kaçmak. Artık Suriye yolcusu. Bu, sekiz buçuk yıl sürecek sıkıntısı bol bir sürgün hayatı demek.
1931 yazında ailece Beyrut'talar... Öğütçüler, artık lokanta sahibi. O günleri Orhan Kemal'den dinleyelim: "Beyrut'ta Fıstıklı tarafında oturuyorduk. Lübnan teb'ası olmadığımız için, babama avukatlık yaptırmıyorlardı. Babam da annemin bileziklerini bozdurdu, 10 altın lira sermayeyle, Burç Meydanı'na çıkan aralıklardan birisinde, yüksek bir apartmanın altında, küçük bir lokanta açtı. Babam lokantaya pek uğramazdı. Yemekleri Süreyya adında bir Türk mültecisi pişirir, Niyazi'yle ben de lokantanın garsonluğuyla bulaşıkçılığını yapardık. 17 yaşındaydım ve hayatımın bu tarzından çok memnundum." Tabii beklenen son; iflas... Orhan Kemal 1932 Haziranı'nda tek başına Türkiye'ye dönüyor. Altı ay sonra da annesi ve kız kardeşleri onu izliyor. Kemali Bey ise Kudüs'e geçerek avukatlık yapıyor.
Atatürk'ün ölümünden sonra, bir zamanlar arasının limoni olduğu İsmet İnönü'yle mektuplaşarak ülkesine dönmenin yollarını arıyor. 1939'da vatanında. Ancak, yine rahat yok. Bu kez Orhan Kemal, bir düşünce suçlusu olarak hapse giriyor. Avukatı ise babası. 1946'da Demokrat Parti'ye göz kırpan Kemali Bey'in bu flörtü kısa sürüyor. 21 Temmuz 1949'da fırtınalı hayatına veda ediyor. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|