“SÜRÜDEN AYRILANI KURT KAPAR!” ORHAN KEMAL’İN BABASI ABDÜLKADİR KEMALİ BEY, ÖMRÜNCE KURTLARLA DÖVÜŞMÜŞ BİR MUHALİF… MERAL DEMİREL, İŞTE BU ÖNEMLİ İSMİN HİKAYESİNİ YAZDI. TAM BİR MUHALİF, DERS KİTABI TADINDA OLSA DA ZEVKLE OKUNUYOR.
Adanalı Abdülkadir Kemali misali küstürülmüş çok kahraman var yakın tarihimizde: Rıfat Çalıka(Kayseri), Zeki Kadirbeyoğlu(Gümüşhane), Şeref Aykut(Edirne) gibi. Yaşarken yaftaları boynuna asılmış, cüzamlı gibi görüldüğü her yerde taşlanmış bu insanlar, acaba “resmen” anlatıldığı gibi birer “şarlatan” ya da “meczup” muydular? Yoksa bir diyecekleri vardı da susturuldular mı? Yeni yeni merak ediyoruz bu konuları, yeni yeni gün ışığına çıkıyor bu konularda bazı kitaplar. Bunların en yenisini Meral Demirel’in “Tam bir Muhalif/Abdülkadir Kemali Bey” başlıklı çalışması.
Bundan yıllar önce Bursa cezaevinde bir sohbet sırasında, Orhan Kemal, Nazım Hikmet’e bir portre armağan etmişti; “Memleketimden İnsan Manzaraları” kitabına koysun diye. Bu babasının hikâyesiydi:
Abdülkadir Kemali Bey, Birinci Millet Meclisi’nde, dev gibi gövdesiyle kürsüde yükselir ve sağ kolunu öne doğru fırlatıp, her nutkunun sonunda daima şu beyti okurmuş: “İnsaniyet nâmına, iman ve vicdan nâmına, hak ve hürriyet yolunda fışkıran kan nâmına…” Grupların dışında muhalifti. Cesurdu. Onu ikinci seçimde Meclise almadılar. Dövüştü, İstiklâl Mahkemesi’ne düştü, hapisten çıktı Halep’e kaçtı. Burada çoluk çocuk aç kaldılar… Sonrası malumdu: Dağlar gibi Abdülkadir Kemali Bey, yılmış, kaçak yaşantısında şifalı otlara merak sarmıştı, bir de dini sırlara. Mesela “Protestan” bir Kuran yorumu üzerine çok çalışmış. Atatürk’ün ölümünün ardından ilan edilen aftan sonra Adana’ya dönmüş, politikaya bulaşmayıp, zar-zor bağlattığı emekli maaşı ve terzi kalfası oğullarının haftalıklarıyla hayatını idame ettirmişti. Nazım Hikmet, Orhan Kemal’in babası Abdülkadir Kemali’nin hikâyesini “Memleketimden İnsan Manzaraları” kitabında (küçük bir isim değişikliğiyle) şöyle devam ettirir:
Ve Şevki Bey
Anlaşılmamış bir kahramanın ölüsü yüreğinde
Ve hâlâ bu ölüden bile korkarlar, diye bir teselli,
Ve koltuğunda Protestan bir Kuran’la döndü memlekete
Halep’ten.
Şevki Bey,
Masalların Bağdatlı halifeleri gibi hükmeder kendi evinde:
Kendine has şahane merhameti,
İnsafsız adaleti,
Akıl almaz hasisliği ve cömertliğiyle…
Sürüden ayrılanı kurt kapar!
Orhan Kemal’in babası tam da bu darbı meselde anlatıldığı gibi ömrünce kurtlarla dövüşmüş bir muhalif. Onun Birinci Meclis aritmetiği içinde tuttuğu yere bakınca ne demek istendiği daha net görülecek: 1920 yılında sıcak savaşın yalazı Ankara’yı yalarken, Meclis’te Mustafa Kemal’in çevresinde birleşen çoğunluk ve “İkinci Grup” diye kodlanan muhalifler yer alıyordu. Bunlardan başka adı konmasa da “üçüncü” bir grup daha vardı. Onların başında da Abdülkadir Kemali Bey bulunuyordu. Meclis’in açılışının ilk haftası Abdülkadir Kemali Bey kürsüden Millet Meclisi’ni açmakla nasıl geri dönüşü olmayan bir yola girdiklerini anlatmak için şöyle haykırmıştı: “… hatta Padişah Efendimiz Hazretlerini kurtardıktan sonra da biz karar vermedikçe bu Meclis’i feshedecek hiçbir kuvvet yoktur. Bu böyle bilinmeli!”
O sıralar kafalar karışık, milletvekillerinin çoğu Hanedan’dan umudunu kesmiş değil, Hilafetin kaldırılacağı zihinlerden bile geçmiyor. Oysa Abdülkadir Kemali Bey bu sözleriyle, parlamenter rejimden dönüş olmadığını çoktan idrak etmiş olduğunu gösteriyor.
O, ancak üç yıl süren milletvekilliği sırasında birçok önemli yasanın çıkarılmasına ön ayak oldu. Mesela savaş sırasında bir çavuş bile “vatana ihanet etti” suçlamasıyla dilediği cana kıyabiliyordu. Abdülkadir Kemali Bey bu keyfiliğin kalkması için “Hıyaneti Vataniye Kanunu”nu hararetle destekledi. Ardından “İstanbul’daki hükümetin, Ankara’nın onayı dışında yaptığı bütün anlaşma ve icraatı geçersiz sayan” kanunun kabul edilmesine öncülük etti. Kişi özgürlük ve dokunulmazlıklarının, insanın insan olmasından kaynaklanan hakları olduğunu ve hiç kimsenin bu haklara tecavüz edemeyeceğini savunuyordu. Bu amaçla kaleme alarak 1921’de Meclis’e sunduğu “Hürriyeti Şahsiye Kanunu” nun çıkmasını sağladı.
İKİ AYRI PORTRE
Meclis’in üstünlüğü ilkesinin ateşli bir savunucusu olmakla birlikte, devletin güvenliği konusunu da çok önemli bulduğundan, savaş koşullarında, Meclis yetkilerinin geçici bir süre için Başkumandan Mustafa Kemal’e devredilmesine itiraz etmemiş ve ayrıca üzerinde hiçbir denetim olmayan İstiklal Mahkemeleri’ni de desteklemişti. Böylesine çalışkan bir milletvekiline, Mustafa Kemal acaba niçin ikinci bir şans vermemişti? Bunu bir zahmet edineceğiniz kitabın kendisinden öğrenebilirsiniz.
Cumhuriyette “Hukukun üstünlüğü” amacının en ateşli savunucusu olan Abdülkadir Kemali Bey, İttihat ve Terakki Fırkası’nda bambaşka bir porte çiziyor. Aslında “eli sopalı bir fedai” o. Bilhassa Talat Paşa’ya hayranlık düzeyinde bağlı, onun emrinde,çeşitli operasyonlara girmiş çıkmış. Dernek basmak, cam-çerçeve indirmek onun için sıradan gündelik işlermiş. “Bir defasında Karagöz dergisi çizerlerinden Ahmet Rıfkı’ya sopa ile hücum ederek kafasını kırmıştı.” Fırka bir ara onu Bilecik dolaylarına yolladı. Kaymakam yetkisiyle donatılmıştı. İşi bölgeye “çeki düzen vermekti.” Bu görev sırasında 18 Ermeni’nin öldürülmesinden sorumlu tutularak hapse girdi. Abdülkadir Kemali, Bekirağa Bölüğü namıyla anılan hapishanede yine boş durmaz. Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin tüzüğünü yazar ve bunu el altından Anadolu’ya gönderir. Burada, sonradan bütün yurda yayılıp Kuvayi Milliye ordusuna dönüşen hareketin tüzüğünden söz ediliyor.
Abdülkadir Kemali Cumhuriyet’ten sonra “Öğütçü” soyadını almış. Mânidar, öğüt veren-muhalefet edendir aynı zamanda. Önce bir diktatör taslağıyken, sonra bir diktatör karşıtına dönüşüyor Abdülkadir Kemali Bey’in garip yaşam hikâyesi. Merak Demirel, Toktamış Ateş Hoca’nın anlayacağı bir dilde yazmış kitabını. Yani ders kitabı gibi. Buna rağmen anlatılan kişinin enerjisi o kadar güçlü ki, o akademik sunum dahi sineye çekilebiliyor.
|