Ana Sayfa

Evrensel Kitap Eki - 03.03.2006 - Turgay Keser 

 

 

Osmanlı’ya çomak sokan adam

  

    
 
 

Orhan Kemal’in babası Abdülkadir Kemali’nin Arapça el yazısı anıları torunu Işık Öğütçü tarafından gün ışığına çıkarıldı. 1889 yılında İstanbul’da doğan Abdülkadir Kemali Bey, yıkılmaya yüz tutmuş Osmanlı devletinin son yıllarında ülkenin çeşitli yerlerinde kaymakamlık ve savcılık yapmış, I. Dünya savaşında ise Çanakkale’de bulunmuştu.

1920’deki ilk TBMM’de milletvekilliği de yapan Kemali Bey, dürüstlüğü, haksızlığa karşı olan nefreti ve mücadelesiyle dikkat çeken ilk dönem siyasetçileri arasında yer aldı. Ve bu temel özelliklerinden dolayı da farklı bir siyasetçi portresi çizdi. Ancak aynı özellikleri onun ikinci TBMM’ye seçilmesine de engel oldu. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra savaşa katılmayan ağalar ve kişiler tarafından memleketin yağmalandığına tanık olan Kemali Bey, yoksul Anadolu halkının yaşamının Cumhuriyet’ten sonra da aynı yoksullukla sürdüğünü görünce yeni gelen düzene karşı muhalefet etmişti.

Abdülkadir Kemali Bey Cumhuriyet kurulduktan sonra işte bu muhalefeti dolayısıyla ülke dışına sürülmüştü. Orhan Kemal’in de Babaevi gibi kitaplarda anlattığı ve başka romanlarında da söz ettiği bu göç, Beyrut ve Şam gibi yerlerde 9 yıl sürmüştü.

Padişahım çok yaşa
Kitap daha çok hayatı boyunca dürüst bir devlet adamı olmanın cezasını sürgünler, kovuşturmalar ve kavgalarla ödeyen bir kaymakamın yer yer trajikleşen öyküsünü anlatıyor. Ama onun asıl hikayesi Abdülhamit’in istibdat döneminde daha gençken üye olduğu İttihat ve Terakki Partisi’yle başlar.

A.Kemali Bey kitap da “Zulüm, baskı, haksızlık bugün Osmanlı idaresini kasıp kavuruyor...” diyerek Abdülhamit döneminin resmini de çeker. İstibdat devrinin iki gazetesi olan Sabah ve İkdam’dan da bahseden Kemali Bey, bu gazetelerin ‘padişahım çok yaşa’dan başka bir şey söylemediğini vurgulayarak, Abdülhamit’in gazete çıkarmayı imkansız hale getiren basın kanunundan örnek verir ve böylece okurun bu resmi tamamlamasına yardımcı olur.
O dönemde bir İkdam gazetesi alan vatandaş, gazetede haber olarak yalnız şunları görecektir, “Ordu görevlilerine rütbe verilmesi haberleri, resmi ilanlar ve padişaha dualar...”

Padişahın yıkılan sarayı
Otuz yıldan fazla süren Abdülhamit döneminin tüm baskı ve şiddete rağmen bir pazar günü Meşrutiyet’le yıkılıp gidişi karşısında Kemali Bey, hüngür hüngür ağladığını gizlemeyecektir, “...Hemen Sabah gazetesini aldım. ‘Kanuni Esasi’nın yeniden ilanı’ başlığını gördüğüm zaman hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Bugün 24 Temmuz 1908 sabahıydı. Bugün, padişahın sarayı karşısında, milletin sarayının temelinin atıldığı bir gündü... Bugün otuz küsür sene saltanat süren bir hükümdarın bu saltanatına milleti ortak etmeyi kabul ettiği bir gündü... Bugün hakkın şahlandığı haksızlığın bittiği esirliğin kaldırıldığı, hürriyetin ilan edildiği bir gündü.”

Dağılıp giden istibdatın baskısı karşısında bezmiş olan İstanbulluların ilk gün bu müthiş olayı korkudan kutlayamadığını belirten A. Kemali Bey ikinci günden sonra, “İstanbul tamamen ayaktaydı” der.

İlk gazeteci cinayetleri
Belki de milletvekilliğinden sonra gazetecilik yaptığı için Kemali Bey, anılarında gazete ve gazetecilere önemli bir yer veriyor. O yüzden Kemali Bey, Serbesti gazetesi yazarı Hasan Fehmi’nin 5 Nisan 1909’da öldürülmesini atlamamıştır ve bunu “hürriyet devrinde” basın hürriyetine sıkılan ilk kurşun olarak değerlendirecektir. Yine Gazeteci Ahmet Samim de 9 Haziran 1910 da tabancayla vurulacaktır.
Onun hakkında ise “Yazılarından dolayı zabitler tarafından öldürülmüş” denecektir. İttihat ve Terraki’nin yarattığı hayal kırıklığı “özgürlük” için mücadele edenlere yeni tecrübeler kazandıracaktır böylece. Çünkü önemli olan bir hakkın anayasada yazılı olması değil, onun uygulanabilmesidir.

İşte A. Kemali Bey’in de işaret ettiği bu durum bugün de ülkemizde yaşanan bir gerçeğin altını çizmektedir.

İttihat Terakki ve özgürlük
1910 dan sonra İttihat ve Terakki’nin politikaları karşısında yaşanan hayal kırıklığı kendini iyice göstermeye başlamıştır artık. Hürriyeti meydana getirmek için hiç çalışmamış olanlar, hürriyetin ilanından sonra ikiyüzlükleri sayesinde çeşitli görevler ve mevkiler elde ederler. Bundan sonra da halkın ve devletin malını çar çur edip zimmetine geçirmek alışkanlık olacaktır. Bu durum Cumhuriyet’ten sonra da alenen kendisini belli eder ve Kemali Bey halka karşı yapılan bu açık haksızlığa büyük tepki beslediği için cezasız bırakılmaz.
Zaten Kemali Bey’in trajik öyküsü de hep burada ortaya çıkar. Uğruna savaştığı düşünceler iktidara gelince onun cezalandırılmasına sebep olur.

Bu durum Kemali Bey’e şunları söyletecektir; “Hürriyet diye bağıranlar da devletin başına geçtikten sonra kendilerinden öncekiler gibi zalim ve zorba olabilirmiş. Hürriyeti tattıktan sonra zulmün kudurmuş dişleri arasına düşmek daha acı olurmuş...” Ve A. Kemali Bey sonunda acıyla belirtir ki, “Meşrutiyetin ceza kanunu istibdat döneminin ceza kanunu ile aynı”dır. İttihat ve Terakki, Abdülhamit’e karşı özgürlük savaşı verirken iktidara gelince baskıyı bu kez kendi varlığını sürdürmek için bir yöntem olarak benimser. Bu aynı zamanda Osmanlı’nın da artık son dönemleridir. Rüşvet, adam kayırma, eşkıya, ağalar, zulüm halkın üzerinde fırtına gibi esmektedir. En son darbe ise patlayan savaş olur.

Kemali Bey’in anılarından bahsederken yine şunu da özellikle belirtmek gerekir ki, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Osmanlı parlamentosunda işçilerin grev hakkı tartışılırken Kemali Bey kendisini tutamayacak ve “Ah hürriyet ne kadar sevilecek şeymişsin sen” diye bağıracaktır.

Eşkıya ve ağalar
Kemali Bey’in diğer bir özelliği ise kaymakamlık yapmaya gittiği yerlerde ağaların halkla hükümet arasındaki aracılığını sona erdirmesidir. Halka karşı zalim, acımasız ama kendi üslerine karşı da itaatkâr ve çanak yalayıcı olan Osmanlı memurunu anlatan Kemali Bey, halkla yönetici sınıf arasındaki ilişkiyi anlamak isteyenlere zengin örnekler sunuyor. Anadolu kasabalarında ağalar okuma yazma bilmeyen cahil halkın devletle olan işlerini görerek, bir ara kurum gibi çalışmaktadırlar. Aynı ağaların halka karşı eşkıyayı kullanmaları ve devletin de onlarla işbirliği içinde olduğu bu yıllarda kaymakamlık yapmaya gittiği her yerde Kemali Bey, hem ağalara, hem halkı küçümseyen Osmanlı memuruna hem de eşkıyaya karşı mücadele ettiği için halk tarafından sevilen biri olmuştur.

Kemali Bey’in anıları 1900 yılının başından 1919’un sonlarına kadar sürer ama sonrası yoktur. Bunlara ya el konmuş ya da kendi deyimiyle kaybolmuştur. Son olarak bir dürüst kaymakam, milletvekili, hukuk adamı ve en son gazeteci olan Kemali Bey, bunca haksızlığa, halka yapılan zulme isyan ederken bunların dürüst bir idare tarafından düzeltileceğini zannetmesi belki de kendisinin en büyük yanılgısı olmuştur.

Kemali Bey tüm ülkeyi saran yolsuzluk, yoksulluk ve zalimlik karşısında tek silah olarak dürüstlüğü görse de, bunlarla savaşırken halka güvenmek yerine, hep “halkı kurtarma” yanlışına düşmekten kurtulamamıştır.

 

 

 

 

 

[email protected]

1