Kardeş
Payı’ndan bugüne
|
Hastanede (hemen belirteyim Sosyal Sigortalar Hastaneleri’nden birinde) ameliyatı bekliyordum. Bir karambol olmuş hafta sonuna doğru yatmışım. “Bakan yarın hastaneye geliyormuş. Gelirse hoş geldi safa geldi” söylentileri, sosyal sigorta hastanelerinin temizlikten sonra yemek işini de özel şirketlere devrederek yarı yarıya özelleştirme gayretleri, özel şirket dağıtıcılarının, tıpkı üniversite hastanelerindeki gibi “normal mi yiyorsun, diyet mi, tansiyonun, şekerin var mı?” soruşturmalarıyla kimi zaman hastaya yaranma gayretleri, kimi zaman “sigorta personeli töbe yemekleri böyle dağıtmazdı, bu yüzden düzen değişti” diye kendilerini övmelerini izleyerek keyifli bir hafta sonu geçirmeye çalışıyordum. Kolay değil, tansiyonun yüksekliği olağanüstü pahalı bir ilaçla engellenebilmişti. Yüzde onu on milyona yakın. Rapor aldıktan sonra da ilacı kodunsa bul. Günlerdir okuyamadığım gazeteleri gözden geçiriyor, sağlık emekçilerinin romanının yazılıp yazılmadığını düşünüyorum. O sıra gözüme çarptı işçi sınıfına başsağlığı dileyen ilan. Gazeteleri tarih sırasına dizip olayın ayrıntılarını anlamaya çalıştım.
Eve döndüğümde ilk işim Orhan Kemal’in “Kardeş Payı” adlı kitabını aramak oldu. 1957’de “Seçilmiş Hikayeler” basmıştı. Bulamadım. Tekin Yayınevi’nin “Oyuncu Kadın” diye düzenlediği kitaptaymış. Yeni baskıydı. Bir ambarın yük taşıması işinin öyküleştirilmesiydi bu. Öykünün ana kişilerinden biri “hamalbaşı”dır. Görevi “gezip dolaşmak, iş bulmak, ücretleri kesişmektir.” Orhan Kemal’in deyimiyle “işçinin hakkını korumak” zorundadır. Ama anlaştığı ambarlardan biri ücret kıran bir gruba işbaşı yaptırmıştır. Ambar sahibi, anlaşmalarını hatırlatan hamalbaşını da rüşvet vererek savar. Hamalbaşı, parayı alıp içmeye gider. Adam öldürmeden hapiste yatmışlığına, sustalısına güvenmektedir. Ona kim hesap soracaktır? Hamalların en aptalı saydığı Siverekli düşer arkadaşlarının önüne önce ambara giderler. “Yadırgı hamallar tozu dumana katarak iş görüyorlardı. Sepetler doluyor, tartılıyor, mavnaya koşturulup boşaltılıyordu. Depo sahibi kantarın başındaydı. Bakmış aldırmamıştı.” Siverekli ambar sahibiyle konuşup işbaşı yapamayacaklarını öğrenir. Ambar sahibinin hamalbaşıyla anlaştığını da. Hamallar üzgün ve sinirlidir. “Belleri kırılmış gibi kahveye döndüler. Omuzları düşmüştü. Kurşunla vurulmuş, avratlarına sövülmüş gibiydiler. Hiçbirinden tek laf çıkmıyordu, dokunulsa ağlayacağa benziyorlardı.” Sonunda meyhaneye gidip hamalbaşından hesap sormaya karar verirler. Elebaşı Siverekli’dir. Hamalbaşı, adam yerine koymak istemediği hamalların sorularına cevap vermez. Siverekli’yi tokatlar. Siverekli üstüne yürüyünce de sustalısını çeker. Sonrası mı:
“Elinde sustalı adım adım geriliyor. Siverekliyse adam adım yaklaşıyordu. Atik bir davranışla sustalıyı tutan bileğe yapıştı. Kuvvetle sıktı, sıktı... Acıdan yüzü buruşan hamalbaşı iki kat oldu, oldu... Bıçak elinden düştü. Yere diz verdi, yanüstü devrildi, hayaları burulan bir öküz gibi böğürmeye başladı. Yenilmişti. Meyhane önündeki caddenin parkeleri üzerinde Siverekliyle arkadaşlarının ayakları dibinde kıvranıyordu. Siverekli eğildi, yerden sustalıyı aldı, ortadan kırıp uzattı: ‘Al.’ Arkadaşlarına döndü: ‘Bundan böyle kendi göbeğimizi kendimiz keselim arkadaşlar!’ dedi. ‘Bu herife gerek yok. Kazancımızı da kardeş payı ederiz oldu mu? Olmayacak ne vardı?”
“Kardeş Payı”, bir emekçi liderinin doğuşunun öyküsüdür. Son satırla bunu vurgular: “Arkasında elleri, omzunda ceketi, ensesinde yıkılı ama siperi döndüş kasketiyle arkadaşlarının önünde, elektiriklerin aydınlattığı caddede ağır ağır yürüyordu.”
Bin dokuz yüz ellili yıllarda yazılan bu öykü ve benzerleri bugünki örgütlenmelerin temellerini atmıştı. Bugün gelinen noktanın öyküsünü yazacak, işçi sınıfını kışkırtmalardan korunmasını sağlayacak öykücülere gerek var bence.
İşçi sınıfına bu yaşadığı son acı, son kışkırtma olsun dileklerimi sunuyorum.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|