SÖYLEŞİ - IŞIK ÖĞÜTÇÜ
VİRGÜL DERGİSİ: BEHÇET ÇELİK - MUSTAFA ARSLANTUNALI
• B.Ç. Merâl Demirel, dedeniz Abdülkadir Kemali Beyle ilgili kitabına Tam Bir Muhalif adını vermiş. Abdülkadir Kemali Beyin bir muhalif olduğu, sürgüne gittiği bilinir de –bu da daha çok Orhan Kemal’in romanları nedeniyle bilinir sanırım–, Atatürk döneminde bir parti kurduğu pek bilinmez. Bunun nedeni belki de, hiç olmadık şekilde, partinin başkent Ankara’da değil de, Adana’da kurulmuş olmasıdır. Kemali Bey, mebusken de yalnız bir siyasi. Demirel’in kitabından anladığım kadarıyla, ne birinci grupla ne ikinci grupla arası iyi. Mevcut yönetime tepki gösterirken ikinci grupla “ittifak” haline giriyor, ama ikinci grubun üyesi olmuyor. Her zaman muhalefette kalıyor.
• Dedem, sadece Cumhuriyet’in ilk yıllarında muhalif değil, Osmanlı dönemine gittiğinizde, orada da zaptiyeye, saraya muhalif daha sonra İttihat ve Terakki’ye giriyor, yanlışlarını görünce onlara da muhalefet ediyor. Siirt’te savcılık yaparken, dönemin kadılarının, yöneticilerinin, kanunu yanlış uygulamalarından doğan hareketlerine karşı durması, aslında onun kanuna saygısını gösterir. Yoksa muhalefet etmek için muhalefet eden birisi değil Abdülkadir Kemali Bey. Bu kanunlar madem çıktı, neden bunları uygulamıyoruz diye muhalefet ediyor. Hatta Tanzimat Fermanını örnek verir; Tanzimat Fermanında da kurallar sıralanır, ondan sonra da çözümler Allah’a havale edilir. Cezalandırma yerine Allah’tan medet umulması dedeyi isyan ettirir. Kont Ostrorog’un sözlerini aktarır dedem anılarında. Kont Ostrorog,Osmanlı adaletini iyileştirmek için devlet görevinde çalıştırılmış olan hukukçu, diyor ki “Osmanlı Devleti’nde ıslahat kanunlarının bazıları Fransa kanunlarından birebir kopya edilmiş ve tamamı o kanunlara benzetilmiştir.Fakat kişi hürriyetini sürekli ve uyulması zorunlu bir esas yapmak için Fransa kanunlarının belirlediği cezalar ya bir gaflet veya garip bir endişe tesiriyle Osmanlı ceza kanunu yazanlarının dikkatlerini hiç çekmemiş veya uyulmaması istenmiş olmalıdır ki;diğer hususlarda Fransa kanununu madde madde takip ederlerken ‘Yürütme gücünün,zulüm ve tecavüzüne karşı’ kişi hürriyetinin korunması ve savunulması için konulan maddeleri ya hiç aktarmamışlar veya anlaşılmayacak bir hale koymuşlardır.” Dedem bunları okuyor, uygulamaları görüyor, bilfiil uygulamanın içinde, savcılık yapıyor. Mahkeme düzeni yok, yani kadısı yanlış iş yapıyor, kaymakamı yanlış iş yapıyor. Dedem bunlara karşı.
• B.Ç. Hatta hükümet yanlış yapıyor kimi zaman. Bütün jandarmalar terhis ediliyor ve savcılardan kaymakamlardan eşkıyalığın önlenmesi isteniyor. Abdülkadir Kemali Beyi isyan ettiriyor bu.
• Evet, Kirmastı kaymakamıyken oluyor bu. Dedemin birtakım saptamaları var, katılmamak imkânsız: “Eşkıyalığı kanun azdırmaz, kanunsuzluk azdırır, Sen kanunu herkese eşit olarak uygula, ne eşkıyalık kalır ne başka şey” diyor.
• M.A. Kemali Bey, Kirmasti’deki eşkıyalığa son verince de bu kez komşu ilçeler, “Eşkıyalar buraya geldiler,” diye itiraz ediyorlar.
• Dedem kanunu iyi uygulayınca pek çok eşkıya teslim oluyor. Aslında dedemin anılarının her satırında günümüze göndermeler var. Dedemin yapılmasını istedikleri yapılmayınca,başlıyor eleştiriye o zaman da adı çıkıyor muhalefete.
• B.Ç. Kemali Beyin en çok önem verdiği konulardan biri de, kişi özgürlüklerinin korunması...
• Kimin zulüm ettiğini, kimin insanların ensesinde boza pişirdiğini biliyor. Yönetici olduğu için, bulunduğu yerden çok iyi görebiliyor yaşananları. Siirt’te savcılık yaparken karşısına bir sanık getiriliyor, yetmiş yaşında yaşlı bir adam. Oysa aranan kişi otuz yaşında. Dedem biliyor ki, bu getirdikleri adamı içeri atarlarsa adam ölecek. Bu gibi durumlarda insiyatif kullanmaktan çekinmiyor. Yanlış bir adamı cezaevine atmaktansa, bin kişiyi serbest bırakmayı savunabiliyor.
M.A.: Bir de yüzbaşı divanı harpte idam edilecekken, Abdülkadir Kemali Beyin onu kurtarması var.
• Doğru dürüst bir araştırma yapılmadan adamın idam edileceğini görünce isyan ediyor dedem. Yüzbaşı bel ağrısından yatıyor, ama onun için savaştan kaçtı diyorlar. Dedem yeterli araştırmayı yapınca yüzbaşının suçsuz olduğu ortaya çıkıyor. Yani haksızlıklarda dik duruşu çok önemli dedemin. Babam da otobiyografik romanlarında anlatır dedemi, onlardan da etkileniyor insan. Sonra bu anı kitabını okuyunca şaşırıyorsunuz. Merâl Demirel’in önemli bir boşluğu kapattığı kitabını okuduğunuz zaman dedemin karakteri çıkıyor ortaya. Belki ilerdeki aşamada, dedemin Toksöz’deki yazılarını derleyebilirim.
• B.Ç. Babanız dedenizle ilgili neler anlatırdı size? Bildiğim kadarıyla, babanız Orhan Kemal 6. Kolordu Mahkemesinde yargılanırken, dedeniz onun avukatlığını üstleniyor. Dedenizin devlete karşı oğlunu savunması, hele ki o yılların inanılmaz komünizm suçlamaları karşısında gayet iyi anlaşılıyor. Ama baş başa kaldıklarında oğluyla sosyalizm-komünizm hakkında konuşur muymuş dedeniz?
• Babam ağabeylerime dedemin anılarını okurmuş, heyecanlı, maceralı bölümlerini. Çeşitli araştırmalardan okuduğum kadarıyla, babamın hapse girip çıkmasını dedem “Bu bir hayat dersidir, bundan alınacak çok önemli dersler vardır,” diyerek olgunlukla karşılamış. Babamı reddetmesi, sen kötü insan oldun diye dışlaması mümkün değil. Çünkü babam da “öbür taraftaki adamın oğlu”ydu; dedem de “komünist yazarın babası” oluyor. Babamın aldığı ceza, komünizm propagandasından ötürü. Zaman zaman Bursa cezaevine babamı ziyarete gittiğinde Nâzım Hikmet’le görüşüyor. Nâzım onun yağlıboya resmini yapıyor. O kadar etkileniyor ki, dedem için şiir bile yazıyor. Geniş düşünceli, her düşünceyi en azından dinleyebilen bir insan dedem. Sosyalizm, komünizm, faşizm hakkında söyleyecek sözleri olan biri. Çok geniş bir kültürü var. Yurtdışında yaşadığı yıllar boyunca yanında taşıdığı Kuranı Kerim’in yanına açıklamalar yazıyor. Bugün bu işi çok iyi bilen insanlar, bu açıklamaların çok önemli olduğunu söylüyorlar.
• M.A. Peki ya dedenizin diğer defterleri?
• Diğer defterler ne oldu bilmiyorum. Genelkurmay arşivine, İçişleri arşivine, Adalet Bakanlığı arşivine yazılar yazarak, araştırıyorum. Şu ana kadar bulunan bir şey yok. Hatta sahafları da arıyorum. O muhalefet yıllarında mutlaka bir şeyler yazmıştır. Kendisi de söylüyor, aramalarda, taramalarda hepsi gitti diye.
• B.Ç. Yurtdışına gidiş geliş, taşınmalar...
• Dışarıya giderken, polis baskınında bütün evrakı gidiyor. Bu baskınlarda benim bütün siyasi birikimlerin alındı gitti, bunların alınmaması lazımdı. Kanunda böyle bir madde yoktur,hatta silahımı bile aldılar. O silah bana Meclis tarafından verilmişti, diyor. Bir gün bir yerden çıkacağı umudumu koruyorum. Bu defteri gün ışığına çıkarmamız bile başlı başına önemli. O açıdan ben umutluyum.
• M.A. Bize biraz da Orhan Kemal Müzesinden söz eder misiniz?
• Bir eleştirmen dostumuz bu müze açılmadan önce sohbet ederken şöyle demişti: “Aile olarak hiçbir şey yapmıyorsunuz. Roman armağanını jüri yürütüyor; telif haklarını bir ajansa vermişsiniz. Yani aile hiçbir şey yapmıyor,” dedi. Ben de bunun üzerine bu müzeyi ve başka projeleri anlattım. Ağzı açık kaldı. Ondan sonra 2000 yılının temmuzunda harekete geçtik, eylül ayında müzeyi açmıştık. Müzeyi yapmakla bir şey olmuyor ki. VCD yaptık. Ses kaseti yaptık. İngilizce ve Almancaya kitaplarını çevirttik, onları bastık. Uluslararası boyutta işler yaptık. Dokuza yakın ülkeye kitapları gönderdik. Şimdi kitapları inceliyorlar. İtalya’dan olumlu cevap çıktı. Teda projesi kapsamında destek istemişler Kültür Bakanlığından, bakanlık destek olacak, ama istedikleri boyutlarda değil. Bu nedenle tekrar yazıştık. Yani 2014’te, babamın yüzüncü yaşında, en azından yedi sekiz ülkede Orhan Kemal kitaplarını yayımlanmış görmek beni çok mutlu edecek.Murtaza’nın çevrilmesini çok istiyorum.
• B.Ç. Türkiye’de olduğu gibi dünyada da bir tipin özel adı olur belki de.
• Olabilir. Oradaki enteresan düşünceleri, yapısı... Şu an dünyanın tartıştığı, antikahraman dedikleri türde bir kahraman var o romanda.
• B.Ç. Müze dışında pek ilgilenen yok galiba Orhan Kemal’le. Geçenlerde romanlarını yeniden okurken bir kez daha fark ettim; bir zamanların Adana’sı hemen her yönüyle bu romanlarda mevcut. Adana Belediyesi ya da başka bir kuruluş hiç ilgilenmiyor mu Orhan Kemal’le?
• Pek de ilgilendikleri söylenemez. Tek tük şeyler oluyor tabii. İki yıl önceydi, Çukurova Üniversitesinin Orhan Kemal ile ilgili bir konferansı vardı. Bana gelir misiniz, konuşur musunuz dediler. Kabul ettim. Gitmeden önce babamın romanlarından aklımda kalanları not aldım. Gidince de Adana sokaklarını dolaştım. Babamın romanlarında gördüğümüz, okuduğumuz bici-bici, karsambaç aynen duruyor. Melekgirmez çarşısı, eski gar... Romanların geçtiği nereler varsa, Eski Adana’yı yaşatan bir dolu yer duruyor. Bu yerlerden birisi de, babamın vaktiyle çalıştığı Milli Mensucat fabrikası. Bekçisiyle konuştum. Gezebilir miyim, dedim; önce gezin dedi, sonra gezmeyin yasak dedi.
• B.Ç. Murtaza’lık yaptı yani...
• Evet. Murtaza çıktı karşımıza,dedim. O arada Allahtan oranın sorumlu müdürü geldi. Kendimizi tanıttık. Tabii ki gezebilirsiniz dedi. O kitaplarda hep söz ettiği, kömür vagonlarının taşındığı raylı sistem bile duruyordu. Parke taşlar, kazan dairesi... Hatta içerde yere atılmış Milli Mensucat fabrikası tabelası vardı. Erkek işçilerin tuvaletlerinin kapıları yarı belden kesiktir, babamın romanlarını okurken bu hep dikkatimi çekmişti, aynısını gördüm.
• M.A. Orhan Kemal’in kitapları Epsilon Yayınları tarafından yayımlanıyor. Bunların bugün nasıl okunduğunu düşünüyorsunuz. Her zaman klasik olmuş yapıtların bir uykuya yatma dönemi vardır. Bir süre yavaş yavaş unutulur, sonra yeniden keşfedilirler. Belki hatta her kuşak yeniden keşfeder. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? Bir de siz, müze olarak ya da mirasçılar olarak başka şeyler düşünüyor musunuz?
• Müze bir hareket getirdi. 2000 senesinden bu yana benim takip edip internete koyduğum yazıların haddi hesabı yok. Bunlar benim görebildiklerim. Radyo ve televizyonlardaki değerlendirmeler var bir de. Bütün bunlar Orhan Kemal’i yeniden gündeme getirdi. Biz aile olarak her zaman vardık, bulmak isteyen bulurdu. Şimdi daha çok ortadayız. Elimizdekileri paylaşıyoruz, dokümanları isteyenlere veriyoruz kullansınlar diye.
Epsilon çok büyük bir karardı aile için. Epsilon da Cemile’yi 100.000 basarak bir hareket yarattı. Yıllardır 10-20.000 satan toplam rakam bir yılda 300.000’e ulaştı. Bu çok güzel bir şey. Oğlu olarak telif falan değil, Orhan Kemal eserlerinin herkesin evine girmesini istiyordum. Bundan başka ne isteyebilirim?
Başlı başına Murtaza’yı alın. Her yıl iki üç milyon okunması lazım Murtaza’nın. Biblolarının, tişörtlerinin yapılması lazım.
• M.A. Galiba sizin en sevdiğiniz Murtaza.
• Ben hepsini seviyorum.
• M.A. Gene de bazıları öne çıkar. Sizin için öyle olan var mı? Mesela benim için Gurbet Kuşları farklıdır. Çok panoramik bir romandır.
• Gurbet Kuşları dediğiniz zaman, Orhan Kemal’in kaç kitabını okuduğunuza bağlı. Üç tane okuyup içinde Gurbet Kuşları’nı seçmek kolay, kırkını okuyup hangi birini seçeceksiniz? Bazen okuyorum. Düzeltme de yaptığım için defalarca okudum, okuyorum. Belki onuncu okumamda diyorum ki: “Baba şimdi işin içinden çıkamayacaksın.” Biliyorum ne olacağını, ama bunu söylüyorum. Babam için demiyorum, çok şaşırtıcı bir şey, bir cümleyle iki kelimeyle kitabı alıp başka bir yere hop uçuruveriyor. Tıkanacak, kalacak dediğim yerden başka yere götürüyor romanı. Hangi birini tercih edeceğim? Eskici Dükkânı’nı okuyorum. Gün geliyor topal eskici dedem oluyor, gün geliyor sayfalar geçtikçe babam oluyor. İki oğuldan biri ağabeyim oluyor.
• M.A. Tabii sizin için bambaşka şey bu romanlar...
• Bereketli Topraklar Üzerinde’yi yazışını anlatır babam. Köse Hasan arkadaşlarına bir tarak ve bir toka alıp veriyor kızına götürsünler diye. Babam bunu yazarken Kuruköprü’de bir yukarı bir aşağı dolaşıyormuş. “Kızım aklıma geldi,” O sahnenin etkili olması bundandır. “Başladım ağlamaya,” diyor. Sonra oturup hemen yazmış. O duyguları verebilmek insanları o kitap sayfalarında güldürebilmek, ağlatabilmek çok önemli. Bunun için her biri apayrı benim için.