Ana Sayfa

Evrensel Kitap Eki - Evlerden biri - Güngör Gençay - Temmuz 2006
 

 

 

‘EVLERDEN BİRİ’ VE MÜLKİYET TUTKUSU 

  

   

Yakıştırılmış olanları dışta tutup, halkın tanıklıkları ve deneyimleri sonucu süzülüp gelmiş gerçek atasözlerinden birçok ipucu elde etmek olasıdır. Örneğin, “Dünyada mekan, ahirette iman” atasözü yerleşik düzene geçildikten sonra İslam kavimlerinin yaşamıyla örtüşmektedir.

İşinin mekanı olarak tarlayı, korunak mekanı olarak da evi elde eden kavimler, artan nüfusun dayatması ya da yönetimi ele geçirmek adına birbirlerinin mekanlarına göz koymuşlardır. Aralarında başlayan çatışmalar, savaşlara kadar uzanmıştır. Bu kavga, içinde bulunulan zamanın yapısına ve koşullarına göre değişerek günümüze kadar gelmiştir.

Orhan Kemal, “Evlerden Biri” adlı romanını 1956 yılında yazmıştır. Roman, yazarının da bir süre oturduğu İstanbul’un kenar mahallelerinden biri olan Cibali’de yaşanmış olup, mülkiyetin neden olduğu bir aile dramını konu edinmiştir. 

Özet

Aynı avlu içine karşılıklı olarak yapılmış iki katlı evlerden birini emekli ikramiyesiyle Şimendiferci Şadi almış; eşi Hayriye, çocukları Ayşe, İskender ve Erdal’la birlikte oturmaktadır. Diğer ev de, Leman Hanım’la kızı Nursen’e aittir. Avluda bulunan musluktan ise, bu evlerde oturanların tümü ortaklaşa yararlanmaktadır.

Şimendiferci Sadi, Devlet Demiryolları’ndan emekli olmuştur. Kalp hastalığının yanı sıra, şeker ve tansiyonu vardır. Leman Hanım’ın trikoda çalışan kızı Nursen’e aşıktır. Evin alt katındaki, avluya bakan odada yatıp kalktığı için, musluğa geldiği zamanlarda sevgilisini görebileceği, zaman zaman konuşabileceği bir konuma sahiptir.

Her sabah, mahalledeki Pehlivan Ali’nin kahvesine giderek orada eski maliyeci Müçteba Bey’le buluşur.

Müçteba Bey de, aynı mahallenin üst yanında, varisleri tarafından elli kadar odaya bölünen, çoğunlukla işçilerin oturduğu beş katlı, eski bir konağın kiracısıdır.

O da, kendisi gibi, konak eskisinin bir odasında oturup tütünde çalışan Nursen’in arkadaşı Ayla’ya aşıktır. İhtiyarların aşklarından kızların haberleri yoksa da, yiyecekmiş gibi bakmalarından rahatsız olurlar.

İşte bu iki arkadaş, buluştukları kahvede, sevgilileri hakkında kurdukları hayallerden birçoğunu gerçekmiş gibi birbirine anlatır, onları işe gittikleri ve işten çıkıp eve dönecekleri saatlerde gözlerler.

Şimendiferci Sadi Bey’in kızı Ayşe, bir markette çalışmakta olup, çirkin ve evde kalmış olmanın bilincindedir. Bu nedenle cinsel ihtiyaç içinde kıvranmaktadır.

Erdal, hukuk fakültesinin son sınıfında okumakta ve kendisine “kurtarıcı” gözüyle bakılmaktadır. Ev nedeniyle, aile arasında hiç eskimeyen tartışmalar kimi zaman kaba güç kullanmaya kadar varmaktadır. Erdal, önceleri, evin satılarak paranın Paris’te yapacağı doktora için; damat adayı olduğu zaman da, zengin kayınpederin gözünü boyamak için kendisine verilmesini; İskender, paranın hakça bölünmesini ister.

Ayşe, babasından boşalacak odada, kocasıyla birlikte sürdüreceği evlilik hayalleri büyütür. Anne de kendi geleceği açısından evin satılmasına karşı çıkar.

Her tartışmada ya da satış öncesinde, Sadi Bey’in değişmez sözleri; “Defolsunlar başımdan... Bu ev benim evim. Ben bu evi devletin verdiği ikramiyeyle aldım. Satmayacağım. Satmayacağım işte. Parasını ite köpeğe yedirmeyeceğim” olur.

Diğer evde, 16 yaşında evlendirilen, iflas edince kocasını kapı dışarı eden Leman Hanım, kızı Nursen’le oturur.

Dünyanın dingilini para olarak kabullenen ve hafifmeşrep bir kadın olan Leman Hanım, zengin erkeklerle yatarak para kazanır. Genç erkeklerle de zevki için yatar. Birkaç ayda öldürebileceğini söyleyerek, kızını uyuşturucu kullanan zengin bir ihtiyara verme hesapları yapmaktan kaçınmaz. Nursen ise, annesinin yaşamından utanan bir kız olup, evlenme kararı aldıkları İskender’le ilişkisini sürdürür.

Ayla’ya sarkıntılık yapan Müçteba Bey, karısı tarafından suçüstü yakalanınca, hem mahalleye rezil, hem de evden çıkamaz olur.

Kahveci Pehlivan Ali, bir gün yolda rastladığı Sadi Bey’e, oğlu İskender’in Nursen’le bir ilişkisini anlatır. Sevgilisinin oğluyla seviştiğini öğrenince fenalık geçiren Sadi Bey, eve getirilir. Bir süre sonra da ölür.

Bu kez cenaze başında küfürle başlayan iki erkek kardeşin kavgası yumruklaşmaya ve birbirini yaralamaya kadar varır. Kardeşlerin başlarını alıp gitmeleri üzerine cenaze mahallenin yardımıyla kaldırılır. 

Roman hakkında yapılan eleştirilerden

“...Bu romanında da sevgili teması, dağılmaya yüz tutmuş, ilişkileri iyice gevşemiş orta halli memur ailesinin, dışarda ve ev içindeki hayatını anlatıyor. Onun bu serideki romanlarının en dengelisi, yaşlı ve genç, kadın ve erkek kişilerini en iyi belirleyeni bu romandır diyebiliriz. Ekmekle aşk arasında bocalayan, her yaştaki bu küçük adamların yaşama savaşlarını anlatırken, bu çevreleri çok iyi bilmenin ustalığı ve rahatlığı içinde.

Tahir Alangu, May Dergisi, Aralık 1967 

Yaşarmaya duydukları özlem, onları tatlı düşlere ve aşka götürüyor. Kolaylıkla baştan çıkmaya ve bozulmaya doğru iteliyor. Orhan Kemal, bozulup çözülen, dayanma ve direnme güçleri kalmamış ailelerin çözülüp dağılmanın eşiğindeki debelenişlerini tasvir ederken, artık yorumlama, toplumcu ana düşünce ve açıya bağlamanın gereğini de duymuyor. Bu diyalogu hızlı bir anlatımla büyük şehrin kenar mahallelerinden bir kesit vermekle yetiniyor.

Tahir Alangu, Varlık Yıllığı, 1968 

“Evlerden Biri” romanı, yazarın ailede ağır basan bir yanı olan “ev”i anlatan eseridir. Küçük bir evin duvarları arasındaki yaşantının romanıdır. “Evlerden Biri” bütün küçük insanların, bütün küçük evlerin çilesinin ortak yanı burada usta bir dille anlatılmış...”

Tanju Cılızoğlu, 1971 basımına önsözden 

“...Öte yandan yazar da iyi bir yaşama kavuşmayı, bu küçük insanlara ancak rüyalarında göstermekte, görkemli bir yaşayışı onlar gibi yoksulların gözüyle görüp onların günahsız bu hayranlığı biçiminde betimlemektedir. Bu yönseme romancının bir karamsarlığı değil, gerçekliği olduğu gibi anlatma gücüdür...

Evlerden Biri’nde, okuyucu bir yandan, dar gelirli bir ailede doğdukları için kurulu düzene başkaldıran (eylem biçiminde olmasa da düşünüş olarak) insanlarla tanıştırılırken, öte yandan toplumsal yaralarımıza parmak basıyor. Yoksulluğun kavurduğu köylü sınıfı gibi ağır koşullar altında yaşamak zorunluluğunda olan işçi sınıfının yaşama felsefesini yapmak ödevi okuyucuya bırakılıyor, bütün güç, biraz daha çok sayıda acı toplum gerçeğini önümüze sermek için kullanılıyor.”

Mahir Aksakal, Yeni Dergi, Ağustos 1967 

“Psikolojik boyutlara da uzanan bu roman dünyasında, Orhan Kemal’e malolmuş kişiler, bilinen durumları  ve yaşantıları, kaybolmayan fakat yumuşayan bir gerçek duygusuyla yenibaştan geliştiriyorlar. Roman, küçük burjuva evinin çözülüş tablosunu, sosyal temelleriyle vermekten çok, yüzeysel görünüşüyle tasvir ederken, gerçeğin basit yüzünde kalmaktan kurtulamıyor.

Taylan Altuğ, Türkiye Defteri, Ağustos 1974 

Evlerden Biri’nde ise aile, kıskançlıkların, ihtirasların ve güvensizliklerin hüküm sürdüğü sosyal bir birimdir...Bu çatışmayı başlatan ana unsur yine yoksulluktur.

Mehmet Narlı. O. Kemal’in Romanları Üzerine, Kültür Bak. 2002 

Değerlendirme

“Evlerden Biri” özellikle yapılan eleştiriler, içinde bazı doğruları taşıyorsa da ağırlıklı olarak yanlış sonuçların kapılarını zorlamaktadır. Çünkü Orhan Kemal’in bu romanda öne çıkarmak istediği, ailenin yoksulluğu ya da dar gelirli bir ailenin yaşamı değildir. Kişilerin günlük yaşamı içinde hayalleri, özlemleri, umutları, kırgınlıkları zaten doğal bir zorunluluk olarak görülecek ve esere yansıyacaktır. O nedenle romanın amacı, evin iç ve dış hallerini anlatmak hiç değildir. Orhan Kemal, bir iğneli fıçıya benzetebileceğimiz kapitalist düzende, teslimiyet aşamasında açığa çıkan ortamı, aile ilişkileri çerçevesinde, düzeni ayakta tutan mülkiyet kurumuyla karşılaştırarak somutlamıştır. İdeolojik teslimiyet içinde olan aile bireyleri, ekonomik teslimiyetin çıkmazları arasında bocalamaktadırlar.

Yazar, düzenin geliştirdiği mülkiyet duygusuyla; anne, baba, kardeş, arkadaş ve eşitinde yer alan değerlerin, bizzat kendi elleriyle nasıl yokedildiğini göstermiştir. Mülkiyet hırsıyla canavarlaşan insanın hallerini sergilemiştir. Sınıf atlama adına cüceleşen, kişiliğini yitiren insan tipleriyle karşı karşıya getirmiştir. Bütün bunları, romanın kişilerini çoğaltıp yayarak, ya da şok olaylar yaratarak kolaya kaçmak yerine, temel düşüncenin derinleştirmesi yoluyla gerçekleştirmeyi yeğlemiştir. Sadi Beyin sıkça tekrarlanan ve karşı çıkış içeren sözleri temel düşüncenin daha derine kazınması içindir.

Romancı, zaten bu romanın yapısına uymayan psikolojik tahliller yapmak yerine, kahramanların konuşma ve ilişkileriyle ruhsal durumlarını aktarma yoluna gitmiştir. Daha da önemlisi insanı parçalamadan düşünmüştür. Yani, insanı, yaşantısı içinde yer tutan cinsel, ekonomik, sosyal, kültürel vb. boyutlarıyla bütünlüklü olarak ele almıştır. Romanın sonunda görülen aile dağılması, olayların sonucudur. Yazarın iletisi değildir. Kahramanların istemleri ve eleştirmenlerin yargılarına karşı sorulacak “neden” sorusu, bizi önünde pisliklerin kaynaştığı kapitalist düzenin köklerinden biri olan mülkiyetin kapısına götürecektir.

 

 

[email protected]

1