1/ Coğrafya, yeryüzü devinimlerinin ortaya çıkardığı bilimsel sonuçlardır. Yer ve yüzündeki varlıklar devinim halindedirler. Bu devinimler, yeryüzüne geniş, derin anlamlar kazandırır. Yeryüzünün egemeni coğrafyadır. Varlıkları biçimlendirir; en anlamlısı insanlardır.
İlk coğrafya bilgileri, yazının bulunuşuyla (MÖ 3200) ortaya çıkmıştır. İlkçağa ait eski coğrafya bilgileri; MÖ 2700 yıllarında Sümerlerin tuğla üzerine yazdığı bilgiler; MÖ 1600’lerde Ramses döneminden kalma altın madeni haritasıdır...
Coğrafya bilgilerinin gelişmesinde; Fenikeliler, Grekler, Romalılar etkin olmuştur. Thales, Herodot, Aristo, Ertoshenes, Poseidonios, Strbon, Batlamyus ilkçağın; Mesudi, Marzavi, Sanad bin Ali, Usturlabi, Buhari, Biruni, İbni Havkal, İdris, İbni Batuda, İbni Haldun, Kadızade Rumi, Uluğ Bey ortaçağın; Kiristof Kolomb, Bartemi Diaz, Vasko de Gama, Magellan, Amerco Vespucci, Marko Polo, Piri Reis, Katip Çelebi, Evliya Çelebi yeniçağın; A.Mackenzie, W. Clark, Mango, R.Scott, R.Edwin, R. Amudsen, Edmund Hilary, J. Piccard (...) da yakınçağın coğrafya yazarlarıdırlar(1).
2/ Çukurova, uçsuz bucaksız bir ova. Onu, Toroslardan akıp gelen aluviyonlar oluşturmuştur. İrili ufaklı onaltı ovayı kapsar. Atatürk, 1923 Mart’ında Adana’ya geldiğinde bastonunu havada tutuyor, yere vurmuyormuş; sormuşlar, neden? Yeşerecek diye korkuyorum demiş!
Çukurova, Toroslar, 5000 km2’lik bir bütündür. 1.403.000 hektarı Adana’nındır. Burada, Milad öncesi ve sonrasında Taşköprü yakınlarında uluslararası Pazar kurulurdu. Tüccarlar mallarını burada değerlendirirdi. Marko Polo’nun babası da tüccardı; Polo, buraya kadar gelmiş gördüklerini yazmış, coğrafyaya hizmet etmiştir...
Çukurova’dan, Luwi, Kizwatna, Klikya, Romalılar, Bizanslılar, Osmanlılar (...) gibi kırktan fazla uygarlık geçmiştir(2).
Şimdi kimi yazarlarımızın coğrafyasal işlevlerinden söz edeceğiz:
3/ Karacaoğlan’ın coğrafyası Çukurova dışına taşar. Onun gezmediği, görmediği yer yok gibidir. Keklikler, turaçlar, bülbüller öter. Pınarlar çağlar. Bozbulanık seller akar. Güzelleri sevişir...
“Çukurova bayramlığını giyerken / Çıplaklığın üzerinden soyarken / Şubat ayı kış yelini kovarken / Cennet dense sana yakışır dağlar//Ağacınız yapraklarla donanır / Taşlarınız bir birliğe inanır / Hep çiçekler bağrınızda gönenir /Pınarınız çağlar akışır dağlar // Rüzgar eser dallarınız atışır /Kuşlarınız birbir ile ötüşür / Ören yerler bu bayramda pek üşür / Sümbül niçin yaslı bakışır dağlar //Karacoğlan size bakar sevinir / Sevinirken kalbi yanar gövünür / Kımıldanır her dertlerim devinir / Yas ile sevincim yıkar dağlar” (3).
4/ Orhan Kemal’in coğrafyası, Ceyhan, Adana, Çukurova, Lübnan, İstanbul çizgisinde dolaşır.. Fakat o, İstanbul’dayken bile Çukurova’da gibidir.
Yapıtlarının kaynağı “Bereketli Topraklar” dır. Onun coğrafyasında Murtaza, Muzaffer Ağa, Cemileler vardır.
Murtaza 1925’lerde yapılan “mübadele” de Çukurova’ya, Yunanistan’'dan Alasonya Kasabası’ndan gelmiştir. Köyde geçim zorlaşınca on dönümlük toprağını satıp kente göçer. Sivri uzun burunlu, dik başlı; doğrucu Kolağası Hasan dayısını kendine örnek alır; 45 numaralı postalıyla, karnı içerde, göğsü dışarda, kaz adımlarla yürür, göçmen ağzı konuşur, inat biridir.. Önce mahalle bekçiliği, sonra Milli Mensucat Fabrikası’nda işçiliğe başlar. Çok serttir. En küçük kusuru bile bağışlamaz.Çırçır makinesinde gece vardiyasında çalışan kızı Firdevs uyuduğu için yere çarpar, kız beyin kanamasından ölür. Fabrikada kavgalı günler eksik olmaz. Murtaza’yı ve kollayanını isteme-yenler DP’ye geçerler. Fen Müdürü de arka çıkmaz. Murtaza, işinden ayrılmak zorunda kalır (4).
1839 yılında okunan Tanzimat Fermanı’yla özgürlüklerin yanında toprağı özelleştirme yasası da çıkarılır. Osmanlı’da bu ilk toprak devrimidir denilebilir, toprak özelleştirilir. 1860’lı yıllarda sanayi devrimi kendini gösterir! Çırçır fabrikası kurulur. 1899’da Havece Tırpani, 2688 iğlik, bir başka yurttaşımız Aristidi Kosma, 1906’da 1800 iğlik iplik fabrikası kurar. Cumhuriyet döneminde ilkinin adı Sümerbank, diğerinin adı Milli Mensucat olur.
Orhan Kemal, Milli Mensucat’ta işçilik, katiplik yapmıştır. Yazarın Murtaza’ sı bu fabrikanın işçisidir. Fabrikayı 2004 Mayıs başlarında, O.Kemal’in oğlu Işık Öğütçü ile gezmiş görmüştüm. Fabrika 68.570 dönümlük alana kurulmuş, Yeni Vilayet’in güneyinde, Döşeme Mahallesi’nde yer almaktadır. Çevresi yüksek duvarlarla çevrilmiş; bitişiğindeki onaltı lojmanın birinde O. Kemal kalmıştır. İçerisi, içaçıcı değildir. Kazan dairesi, makineler çürümeye bırakılmış, duvarlardaki saatler durmuş, tuvaletler kullanılmaz durumda. Avlusunda dut, yenidünya, başka ağaçlar, otlar büyümüş. Giriş kapısı kocaman demirden yapılmış, bir bekçi bekliyor. Ama, Murtaza’ya benzemiyor (5).
O yıllarda Adana, bir kasaba görünümündedir, 15/20 mahalleyi geçmez. Tepebağ, Kuruköprü, Döşeme, İstiklal, Hurmalı, Hanedan, Kocavezir, Alidede, Sarıyakup, Türkocağı, Karasoku, Eski İstasyon, Karşıyaka...
Kent nüfusu ise 1940’ta 118,5, 45’te 139,5, 50’de 166,7 bindir (6).
5/ Murtaza romanına bakalım (7):
Bir süre mahalle bekçiliği yapan Murtaza, Fabrika’nın Fen Müdürü tarafından bekçiliğe alınır. Denetçi Nuh, onu gezdirir... O; “Ilık vınıltılı havasıyla iplikhaneyi, öğürtücü kokular salarak fokur fokur kaynayan kola kazanlarını; makine dairesini, çözgüleri, genzi yakan asit kokulu boyahaneyi, dev makineleri, santral bölümünü, marangoz, döküm atölyelerini, balya depolarını... dolaştıktan sonra dört yüz dokuma tezgahının şakırtılı havasına girince, ürker...” (s.155-156)
“Murtaza kapıda durmuştu, elleri arkasındaydı, içeriyi gözden geçiriyordu. Büyüklü küçüklü işçiler harıl harıl çalışıyordu. Makinelerin üzerinde çalışan işçilerden bazılarının olmadığına dikkat etmedi. Bir kızla şakalaşan oğlana fena takıldı...” (s.178)
“...İşçilerin Lortlar kamarası’ dediği erkek tuvaletinin aralığı gene yükünü almıştı. Yassı Bekir, Ensiz Necip, Matrak Cemal, ötekiler sigaraları yakmış muhabbeti sardırmışlardı.” (s.182)
“...Cemile, babasının yıldırım gibi geldiğini görünce makinesinden atlayıp kaçtı. Firdevs hala uyuklamaktaydı. Murtaza kızını saçlarından desteleyip havaya kaldırdı, yere çarptı.... Kız öldü. (s.234)
6/Orhan Kemal’in “Vukuat Var”(8), onun devamı “Hanımın Çiftliği” (9) romanındaki coğrafya, kent ova ikileminde sürer. Romanın kahramanları Muzaffer Ağa, Güllü, Cemşir, Berber Reşit, Ramazan, Kabak Hafız, Hıdıroğlu Habip, Gülizar, Yasin Ağa, Seyyara Bacı, filan.
Muzaffer Ağa, kenar mahalle dilberlerinden Güllü ile evlenir. Düşmanları çoktur. Hıdıroğlu Habip, köye girişteki çalılıklarda onu öldürür.
Doğudan biri olan Cemşir, Berber Reşit’ le İstanbul’a gelirler. Sirkeci’de şadırvanlı otele yerleşirler, havuzun başındaki içki masasında demlenirler... Havuzbaşı cıngıfırlı, çok geçmeden çalgılar çalınır, çengiler oynar” (s.9)...
Sonra, Berber Reşit dört eşli Cemşir Ağa, Adana’ya gelir, yerleşirler. Her fırsatta Kuruköprü’deki Giritli’nin kebap dükkanına giderler, içerler, eğlenirler. Hırslı, aç gözlüdürler. Güllü’yü çiftliğe satıp kurulmak isterler.
“Kuruköprü’deki Giritli’nin kebapçı dükkanı, dar, derin, loş bir yer. Daha çok cumartesileri, iplik, bez, sabun, çırçır fabrikalarının mavi tulumlu işçileri, ustaları, katipleri gelir buraya” (s.18)... Fırsat buldukça Cemşir Ağa, oğlu Hamza, Berber Reşit, Muzaffer Ağa’nın yiğeni Ramazan’la kafayı bulurlar, Güllü’nün satış kararını alırlar (s.84).
“Yasin Ağa’nın odası, Muzaffer Bey’in babasından kalma tek gözlü ufacık, kerpiç huğdur. Muzaffer Bey’in çiftlikte kaldığı günler hizmetine bakan Gülizar, bu ufacık odayı her gün birkaç posta siler süpürür. Sonra da Ağa’nın banyoluk işlerini görür” (s.89).
DP kurulmuş, ABD yardımı gelmeye başlamış. Makineler, tarım araçları, mibzerler, çapalar, traktörler, pulluklar vd.
Yasin Ağa, “Şu kadar yıllık kahyayım. 1927’lerde böyle olduydu. Fordson’dan geçilmiyordu, sonuç değişmedi!” (s.121) der. Zaman Yasin Ağa’yı doğrulamaz!
“Köyün tek kahvesi, öteki yapılar gibi üstü saz örtülü, büyükçe bir huğdu. Birkaç masa, hasır iskemle, radyo vardı. Köylü merakla haberleri dinliyordu, ikiye ayrılmıştı. Demirkıratlar, Halkçılar” (s.129).
Arap Kemal, Cemşir’in kızı Güllü’ye aşıktı, Güllü de ona. Muzaffer Ağa’nın yiğeni Ramazana sattılar, 500 peşin 1000 liraya. Güllü istemiyordu. Evde kıyametler koptu. Babası, Ağabeyi Hamza, Berber Reşit kızı evin direğine bağladılar, dövdüler. Seher gürültüyü duyar duymaz koşup, Güllü’nün arkadaşı Pakize’ye haber verdi. O da kebapçıda içen Kemal’e ulaştırdı haberi. Kemal yetişti, kapıyı omuzlayıp girdi içeri. Hamza tabançasını ateşledi, öldürdü Kemal’i. Hapse girdi.
“Onikinci aya girilmiş, bereketli yağmurlar günlerden beri yağıyordu. Ama kış gelmiş sayılmazdı. Hoş, güneyin kışı yazı belli olmazdı... Kış ortasında, hatta zemheride güneş açtı mı, ortalık yaz günlerince kavrulmaya başlardı” (s.289).
“Yasin Ağa, Ramazan taksiyle gelip, paranın diğer yarısını verip Güllü’yü alıp Çiftliğe götürdüler” (s. 447).
Muzaffe Ağa, kültürlü, Avrupa görmüş, burma bıyıklı, çatık kaşlı, iri gözlü, uzun boylu, hovarda, eteğine düşkün, acımasız, brokrasiye yakın,sahipsiz toprakları ele geçiren biri. Ankara’dan gelmiş, Şehir Kulübü’nde Zekai Bey’le değişen koşulları konuşuyorlar, içkilerini yudumluyorlar. Zekai Bey, DP’ye girmesini öneriyor. Giriyor da. Sonra bara gidiyorlar, Muzaffer Ağa, tanıştığı Nesrin’i kentin en büyük oteline götürüyor. Bir başka gün Kadillak satın alıp, zevkine zevk katıyor (s.80-94).
Yasin Ağa; Muzaffer Bey’in yiğeni için satınalınan Güllü’yü, koynuna almasını içine sindiremiyor. Yıllarca çalıştığı, taşını, toprağını, ezbere bildiği çiftlikten ayrılıyor (s.127). O sırada Kabak Hafız köyün kahvesinde, kallevi kahvesini yudumluyor. Yanında oturan Hıdıroğlu Habip, oradan geçen Yasin Ağa’yı çağırıyor. Yasin Ağa, “Nerde ırz düşmanı, haksız, adaletsiz varsa Allah kahretsin” diyor; sonra, omzunda yükü bodur çalıların arasından kayboluyor (s.129).
Yasin Ağa, Berber Reşit’i bulur Kuruköprü’de, olayı haber verir. Berber Reşit, müşterileri bile tıraş etmez, sevindirik olur (s.168). Çok geçmeden, Cemşir’le birlikte Çiftliğe yerleşirler (s.273).
Güllü, bej renkli Kadillak’ı sürer mahallesine. Dostları, arkadaşları, komşularıyla özlem giderir (s.285).
Muzaffer Ağa, Şehir Kulübü’ ne uğramış, doktora gitmiş, yurtdışına gitme hazırlığına başlamıştı. Kadillak’a binmiş, çiftliğe dönüyordu, bodur meşeliğin dar bozuk yolunda keskin dönemeci dönerken, Hıdıroğlu Habip tarafından öldürüldü. Tanık olmadığı için kim vurduya gitti (s.354).
Muzaffer Bey’le evlenince Güllü’nün adı Serap olmuştu. Çiftliğin avukatı toprakları onun üzerine geçirmeye çalışıyordu. Bu arada bir oğlu doğmuş, adını Muzaffer Erdoğan koymuştu. Haber topraksız köylüler için hoş değildi! Muzaffer Bey ölmüştü ama, yine işler eskisi gibi sürecekti. Habipoğlu Hıdır’ın kışkırtmasıyla çiftlik yakıldı (s.420).