Orhan Kemal, ne söylemek istediğini, ideolojik tercihlerini, toplumsal kaygılarını netlikle ortaya koymuştur. Bir yazın adamı olarak tüm yapıtlarını koyu bir gerçekçilik anlayışıyla kaleme almıştır. O, halkının tanıklığını yapmak, acılarını yazmak arzusuyla almıştır kalemi eline.
Armağanlar, yazın dünyasının en tartışmalı konularından biridir öteden beri. Yadırgamamak gerekir. Bir kazananın ve kazanamayanların olduğu yerde dedikodu, kavga, hırgür olacaktır elbet. Bunun önüne geçmek olanaklı mıdır? Armağanları kimin kazandığı kadar, hangi ölçülerle verildiği de merak edilir kuşkusuz. Eğer ayrıntılı biçimde hangi armağanı, niçin verdiğini açıklarsa jüri, kafalardaki sorular azalacak, ölçüt belli olduğu için yapılan tartışmalar dedikodudan uzak, sanatsal düzeyde olacaktır.
Yarışmaya ürünlerini gönderen kişi için durum daha da karmaşıktır. Üzerinde günler, geceler boyu uğraştığı bir metnin, kimler tarafından, hangi koşullarda değerlendirildiğini bilmek ister kişi. Peki ama bu kişi hangi gerekçelerle bir armağana katılır, bunu da sormak gerekmez mi? Belki işe buradan koyulmak gerekir…
Sözü Orhan Kemal’e getirmek istiyorum. Kemal köşeli bir yazardır. Ne söylemek istediğini, ideolojik tercihlerini, toplumsal kaygılarını netlikle ortaya koymuştur. Bir yazın adamı olarak tüm yapıtlarını koyu bir gerçekçilik anlayışıyla kaleme almıştır. Çukurova’nın sıcağını, sivrisineğini, iri çekirdekli şeker gibi karpuzunun tadını, vardiya çıkışı yorgunluk sigarası yakan işçileri, komşu kadınların iğneli sözlerini, pazaryerinin gürültüsünü, işçi ile işverenin bitmez tükenmez kavgalarını, yüreği kırık sevdalıları, büyük kent düşleri kuran genç kızları ve sonuna kadar yoksulluğun bütün çeşitlerini bulursunuz Orhan Kemal romanlarında.
AYAKTA KALMAK İÇİN…
O, halkının tanıklığını yapmak, acılarını yazmak arzusuyla almıştır kalemi eline. Mapusa bu yüzden düşmüştür, yoksulluk çekmiştir tam da bu nedenden… Başını dik tutmaya özen göstermiştir. Ayakta kalmak için bitmez tükenmez bir arzuyla, çalışkanlıkla, gayretle yazmıştır. Yazmakla geçinmenin neredeyse olanaksız olduğu o günlerde, kimseye boyun bükmeden, dik durmuştur. Namuslu bir yazardır. Eh onun adına konulan bir ödüle katılacak kişinin de bu ve benzeri kaygıları taşıması gerekir. Toplumcu bir yazın türünün uzağına düşmemesini bekleriz adaydan… Orhan Kemal’i kopya etmesini istemeyiz elbet ama, en azından ortak kaygılar, benzer yazınsal açılımlar aramamız da doğaldır… Kemal yapıtlarında toplumun kanayan yaralarını, kimi zaman insanda öfke, tiksinti uyandıracak şekilde verir. Amacı açıktır; düzen düzen değildir. Sömürge ilişkileri sürdükçe birileri zenginleşecek, yoksulun sırtındaki kambur büyüyecektir. Eskici ve Oğulları’nı okurken insan farklı gerekçelerle irkilir. Toplumun zenginlik varsıllık ilişkileri söz konusu olunca nasıl acımasızlaştığını görürsünüz; gelecek düşlerinin nasıl uçsuz bucaksız kurulduğuna tanıklık edersiniz; ötesinde irinli bir yaradır kanayan, yurdu için türlü savaşımlara girişmiş bir babanın nasıl olup da unutulduğuna, itildiğine hayret edersiniz. Tüm bu olup bitenler düne özgü müdür, yoksa bu coğrafyanın kara yazgısı mıdır bu adalet yoksunu düzen?
“…ooof, of! Sövüyorum hava, sayıyorum hava, camine girip huzuruna el pençe divan duruyorum hava. Oturup el açıyorum, dua ediyorum hava. Yahu arkadaş açık konuş var mısın sen? Bunları duyuyor musun? Duyuyorsan hiç mi vicdan yok sende? Rahm-i mader’de bu kaderi ne diye yazdın alnıma? Yazdın diyelim, bir yanlışlık ettin, bu ne biçim mürekkepmiş ki sil sil bozulmaz? Bennen ne uğraşıyorsun arkadaş? Yoksa sen de bizim çarşı esnafı gibi kalaylanmaktan mı hazzediyorsun? Hazzediyorsun değil mi? Tabii! Hazzetmesen Berber Bahri’leri, Oğlan Cemil’leri niye yaratacaktın? Ne faydaları var? Oğlum bennen oynama! Bende küfür çok sayende. Yüreği yanık adamım ben. Fena söverim. Bak, zatı-Kibriya, matı Kibriya tanımam. Şurada ne ömrüm kaldı? Öyle söverim ki, bana öte dünyanı da zehir ettirirsin.”
Hasan Ali Toptaş, özgün, duyarlı, kendi dilini kurmayı başarmış yazınımız için önemli bir kalem. Yumuşacık bir dili, masalsı ve büyülü bir dünyası var. Bildiğim kadarıyla gündelik yaşamın karmaşasından elini eteğini çekmiş, sürekli yazan, kurmaca dünyasını geliştiren biri. Her ödülü hak ettiğini düşünürüm. Ama… söz konusu olan Orhan Kemal Roman Armağanı olunca durup düşündüm bir an. Bu iki isim hangi ölçülerle bir araya gelir?
AYNI SOYDAN YAZARLAR
Ben Toptaş’ı daha başka yazarlarla bir arada olmaya yakıştırırım doğrusu. İçe kapanık bir dünyanın yoludur onunki. Bir söyleşisinden öğrendiğim üzere, yazmaya başlama gerekçesi bile itilmişlik, toplumdışı kalmak, yalnız olmakla ilintilidir. Daha çocuk yaşta yazmanın yalnızlığı sağalttığını öğrenmiştir. İlk okuduğu yazarlardan biridir Orhan Kemal, ancak yazma serüveni bu ustanın amaçları, izi üzerinde gelişmemiştir. Ben Toptaş’ı daha çok Yusuf Atılgan’a, Oğuz Atay’a yakın bulurum. Aynı soydan yazarlar olduğunu düşünürüm.
Diyeceğim, bugün bu armağanları düzenleyenler, doğru ölçütlerle yaklaşmalıdırlar seçecekleri esere. Savım şu değildir; bugünün Orhan Kemal’ini bulup çıkarsınlar, biz de yeni toplumcu romancıları tanıyalım. Orhan Kemal’le benzer kaygılar taşıyan yazarları seçmek ödevleridir kuşkusuz. Ancak yazınsal açıdan kopyacı olmayan, yenilikçi ve roman sanatına katkı yapan isimleri onurlandırmaları gerekir. Hem Orhan Kemal okuru için hem de armağanı kazanan yazarın okuru için sağlıklı bir temellendirme olur bu. Düşünsenize, iyi romancı diye günün birinde Elif Şafak bu yurtsever romancının adıyla bir armağana layık görülürse, Orhan Kemal’i yaşatmış mı oluruz, yoksa bir kez daha öldürür müyüz?