Ana Sayfa

Eğitim -Bilim/Toplum Dergisi - Kış 2005/2006 - Sayı:13 - M.Nuri Gültekin

 

 

MAKİNENİN BİLGİSİNDEN DÜŞÜNSEL FARKLILIĞA: ORHAN KEMAL’İN

ROMANLARINDA “USTA” KARAKTERLERİ1

  

   

Mehmet Nuri Gültekin2

“Gerçekliğin şairane söylemi edebiyatın olmazsa olmazıdır.” A. Huxley

Özet

Bu makale, roman ve toplumsal gerçeklik ilişkisini ele almaktadır. Romanın estetik yapısı, aynı zamanda toplumsal gerçeklikle ilgili anlamların da taşıyıcısıdır. Yazarın yarattığı roman karakterlerinin incelenmesi sosyolojik yorumlar yapmamıza yardımcı olur. Orhan Kemal’in bazı romanlarındaki “usta” karakterlerinin okunması bize, teknik bilginin sosyal ve sınıfsal bilince etkileri hakkında birtakım veriler sunar. Teknik işleyişin ve makinenin bilgisinin bireye toplumda kazandırdığı bir statüyle karşılaşırız. Bireyler, makinenin karmaşıklığını kavramakla, daha rasyonel bir zihinsel düzeye yükselmektedirler. Bütün bilgi ve anlama süreci bu karakterlere ahlaki bir tutum ve bilinç kazandırmaktadır.

Abstract

This article presents a general approach to the novel and social reality. Aesthetical structure of the novel, also is the carrier of the meaning of the social reality. The observation of the characters of the novel which have created by the author, helps us about sociological comments. The characters of industrial workers appearing in many of the novels of Orhan Kemal provide us with an insight into the effects of technical knowledge on social and class consciousness of the time. We can observe an emerging social status created by technical and mechanical advancement. The rational mentality of individuals is automatically raised by their undestanding of the complexity of mechanisation, and leads to higher ethical standarts of behavior in the everyday lives of those characters.

Giriş

Romanın dili ve imge dünyası çok farklı özellikler taşır. Anlamı oluşturan imge dolayımlı bir dilin ürünüdür. Edebiyat (genelde bütün olarak sanat), gerçekliği kendi öznel ve özgür imgeleriyle kurgusal olarak ortaya koyduğundan, bunun yorumu ve okunması da her zaman bir kesinlik taşımaktan uzak olacaktır. Çünkü sanatçının eylemi temelde, gerçekliği yeniden ve çok farklı bir düzlemde kendine göre kurgulamaktır.

Bir sanat eserine, bir romana bizler “seyirci” veya “okuyucu” olarak dâhil olduğumuzda sanatçının oluşturmaya çalıştığı anlamın önemli bir ögesi oluruz. Fakat bu tek başına yeterli bir anlama etkinliği olmaz. Acaba “okuyucular” olarak bizler sanatçının ‘demek istediğini’ mi anlıyoruz? Ya da sanatçının anlatmak istedikleri sadece anlayabildiklerimizle mi sınırlı kalıyor?

Roman, bütün yönleriyle estetize etmeye çalıştığı bir imge dünyasında var olur. Bu dünya sanatçının içinde yaşadığı somut tarihsel-toplumsal gerçekliğin kırılan ya da bozulmaya tabi tutulan biçimidir. Romanda ‘tarih ve toplum üstü’ diye bir imge yoktur. Bu gerçeklik, hem sanatın anlam dünyasının hem de sanatçının bizzat kendisinin ontolojik sınırıdır. Çünkü herhangi bir tarihsel-sosyal dönemde yaşayan romancı, ancak o gerçekliği bozarak, kırarak, yerlerini değiştirerek, herkesin gördüğünden farklı yönlerini görerek estetik yaratmada bulunur.

A. ROMAN VE TOPLUMSAL GERÇEKLİK

Eleştirel gerçekçi edebiyat geleneği, romandaki anlatımların ve olayların oluşturucu imgelerinin toplumsal bir temele sahip olması gerektiğini belirtir. Gerçekçi edebiyat akımına göre, bir romanın yazarın estetik yaratımının ürünü olduğu doğrudur; fakat birey olarak yazarın da bir sosyal gerçeklikte yaşayıp onu algıladığına (yazarın bir tarihi olduğunu ve bu özelliğin estetik yaratma üzerindeki belirleyiciliğine) özellikle vurgu yapılır (Bkz. Lowenthal, 1957 ve Lukacs, 1965; Lukacs, 1969). Bu anlamda roman, gerçekliğin basit bir yansıması değildir. Her şeyi bilimsel bir gözlem kaygısıyla anlatma veya betimlemekten çok roman, gerçekliğin üzerindeki perdeyi kendine özgü yöntem ve perspektifle aralayarak “hakiki yüzü” (Adorno, 1985: 242–247) gün ışığına çıkarmaya çalışma eylemidir.

Doğal olarak sanattaki görünüş, toplumsal dünyanın doğrudan bir yansıması olamaz. Çünkü sanatsal ürün, toplumsal ve nesnel koşulların zorunluluğunda aynı zamanda bir ‘tipik’i de temsil eder. Bundan dolayı, romanın anlattığı tek tek karakterlerin benzerlik ya da farklılığından hareketle bu ‘tipik’ oluşur. Doğrudan verili bir imge olmaktan çok, okuyucunun (yorumlarıyla) oluşturduğu bir bütünlüktür.

Roman, yazarın öznel ve özgür kurgusunu zorunlu bir başlangıç olarak gerekli kılsa da, yaşanılan toplumsal-tarihsel dünyanın bütün izlerini taşır. Fakat gerçekçi romanlar, romanın ve estetik imgenin doğası gereği, gerçeği olduğu gibi aktarmazlar. Her roman estetik dünyanın sınırları ve özgürlüğüyle toplumsal olanı yansıtır. Okunan roman da, metinsel bir anlam olarak ‘yazara göre’ ve onun anlam dünyasından süzülen imgelerdir. Böylece, okunan ve yorumlanan roman toplumsal ve tarihsel gerçekliğin estetik dolayımdan geçen yüzüdür; somut tarihsel-toplumsal gerçekliğin aynılığını taşımaz. Bir roman bilimsel bir metin gibi önermeler sun(a)maz. Çünkü roman (daha geniş anlamda, sanat) gerçekliği kendine göre biçimlendirip yeniden ve çok farklı bir düzlemde bizlere sunan bir imge dünyasından oluşur.

B. ORHAN KEMAL’İN ROMANLARINDA USTALAR

Orhan Kemal’in romanlarının Türk Edebiyatındaki yeri pek çok tartışmaya konu olmuştur. Bu tartışmalarla birlikte yazarın roman tekniğinden diline, karakterlerden olay örgüsünün geçtiği mekânlara kadar uzanan geniş dünyası dikkate değerdir. Kendi yaşam çizgisine paralel olarak ilerleyen konu ve karakterlerin, Türkiye’nin belli bir dönemindeki gelişmelerin romandaki yansıması olduğunu söyleyebiliriz.

Makineleşmeyle daha da karmaşıklaşan yaşamda, bu olgunun dilinden anlayan, ona uyum sağlayabilen bireylerin geri kalan niteliksiz yığınlardan çok belirgin bir biçimde ayrıldığı görülür. Orhan Kemal’in romanlarındaki “usta” tipini oluşturan farklı karakterleri ele aldığımızda, karşımıza bulundukları sosyal gerçekliğin genel zihinsel yapısından uzaklaşmış, farklılaşmış yazarın estetik perspektifinden yansıyan farklı birey imgeleriyle karşılaşırız. Özellikle Çukurova’nın geniş tarım ve sanayi alanlarında görülen bu tiplerin anlatımı, bize sürecin romanı diliyle ‘estetize edilen’ yönü hakkında birtakım ipuçları vermektedir. Çukurova’da gelişen sanayinin o dönemdeki öncelikli ihtiyacı olan kalifiye elemanların bir bölümünü bu “usta” kategorisi oluşturmaktadır.

Ustalar, Çukurova’nın modernleşen yaşam süreçlerindeki tarım ve sanayideki değişimin gereklerine göre en kestirme biçimden uyum sağlayan kişilerdir. “Usta”lık bazen bir fabrikada dokuma makinelerinin bakımını yapmaktır, bazen Çukurova’nın tarım alanlarında makineyle yeni tanışmaya başlayan üretimde traktörü kullanan kişidir. Yaptığı işin adı ilk başta tasnif için bir özelliğe sahip değildir. Önemli olan, niteliksiz işgücü yığınlarının içinde, belirgin bir “iş”ten anlıyor olmaktır. Sözü edilen teknisyen tipi, Orhan Kemal’in bazı romanlarındaki olay örgülerinde belirgin biçimde ön plana çıkar. Yazarın kendine özgü dille, estetik imkânlarla yarattığı gerçekliğin sosyolojik çözümlemesinde hep bir usta bilincinin olduğu görülür.

C. MAKİNENİN KARMAŞIKLIĞI VE BİLİNÇ

“Zaten şuna dikkat ediyordum ki, makinelerin bulunduğu yerde dualar pek zavallı kalıyordu. Muazzam volânların ve iniltili dev makinelerin santral dairesinde Allah, çiviye takılmış bir tülbent kadar âciz ve zavallı geliyordu bana. Makinede Allah’a isyan ediş, mazeret tanımayan, affetmeyen, miskinliği parçalayan sistemli bir hırs görüyordum. Onda hiçbir duanın stop ettiremeyeceği bir kudret vardı. Bu kudret beni ürkek bir hayranlığa götürüyordu. Makineyi seviyordum. Makine, insan kolunun inkişafı, insanın en namuslu dostu, yardımcısı, kölesiydi ama makineden gene de korkuyordum.” (Baba Evi, 1993: 51–52)

Makinenin insan bilincinde yarattığı değişim, onun karmaşıklığının bilgisine sahip olmanın sağladığı güç, bireylerin toplumsal yaşamında etkili bir öğe haline gelir. Genel toplumsal zihniyetin durumuna göre makine, onu kullanan ve “bilen” bireyin statüsünde ciddi bir değişime de aracılık eder.

Teknisyenlik veya makineyi kullanmak-bilmek (“ustalık”) bir mühendisin tasarımı kadar karmaşık bilgiler gerektirmese de, aracın pratik yaşamın içine dâhil olmasını sağlayıcı bir niteliktir. Bundan dolayı da teknisyen ya da usta, özellikle toplumsal gelişmenin bazı tarihsel dönemlerinde, önemli bir statünün ifadesi haline gelir. İlk başta iktisadi-endüstriyel işleyişte ve buna bağlı olarak da toplumsal yaşantıda var olan bu statü, çalışma koşullarında işçiyle mühendis arasındaki bir kategoridir. Bu statünün rasyonelliğinden de söz edebiliriz. Bu rasyonel perspektif, çalışma koşullarının genel niteliğine paralel giden bir bilincin ürünü olarak ortaya çıkar. Çünkü bireyin kullandığı aletin veya makinenin bilgisi, en sonda bireye içinde yaşamın somutluğu çerçevesinde genel değerlendirme becerisi de kazandırabilir (Bkz. Mardin, 1999).

Öte yandan, işin, çalışmanın bireyin bilinci üzerindeki etkisini Habermas farklı bir açıdan ele alır. Hegel’den yola çıkan Habermas’a göre “iş”in toplumsal bireyin oluşumunda birincil katkısı vardır. Çünkü iş, aile ve dilin varlığındaki zorunlu diyalektik işleyişte bireyin bilincinin inşası gerçekleşir. Diyalektik olarak birey, dil sayesinde simgesel anlamı, iş’le çalışmayı ve aile ilişkileriyle de toplumsal varlıklar olan diğer bireylerle iletişimi öğrenir. Bu diyalektik süreç, bireyin merkezde olduğu bir özne-nesne uzlaşımı da ortaya çıkarmaktadır (Habermas, 2001: 9). Bütün bunların yanında makinenin ya da aletin teknik bilgisinin dolayımından insana kazandırdığı, insanın makinenin rasyonelliğinden elde ettiği bir bilinci de söz konusu olur. Bu işleyişin zorunlu bir sonucu olduğu gibi Hegel’in söylediği ‘öznenin kendi dışındaki varlıklarla kurduğu ilişkilerin diyalektik bir sonucudur’ (Habermas, 2001: 19–20). Burada bireyin sahip olduğu ya da karşısına diyalektik bir zorunluluk olarak ortaya çıkan rasyonelleştirme, aynı zamanda bu rasyonelliğin uygulandığı toplumsal alanların da varlığını gerektirir. O halde rasyonelleşen birey aynı zamanda rasyonelleşen toplumsal yaşam alanlarının da bir sonucudur. Habermas’a göre, bireyin rasyonelleşme sürecinde bu gerekliliği, kentleşme, yeni ulaşım tarzları, iletişim biçimleri, yeni teknolojilerle karşıladığına tanık oluruz. Rasyonellik, toplumsal yaşamın bütün nüvelerindeki araçların örgütlenmesinin yanı sıra (fabrikadaki üretim bandından, makinenin mantığına değin) bunlardan birini seçme durumunda da var olan bir olgu olur. Toplumun rasyonelleşmesindeki artış, bilimsel ve teknik ilerlemeyle kurumsallaşmış bir hal alır. Bu durum bütün eski yapılara işledikçe onları dönüştürür ve tasfiye eder. Böylelikle aklın tesis edilmeye başlanan egemenliğinde “büyüden arındırılmış” bir seküler yapı ortaya çıkar (Habermas, 2001: 33).

Bütün bu anlatımlardan sonra, Orhan Kemal’in romanlarındaki sözü edilen karakterlere ve onların ayırt edici özelliklerine daha yakından bakabiliriz.

C.1. “USTA” VE FARKLILIK

Orhan Kemal’in “Cemile” (2004) ve “Kanlı Topraklar” (1972) romanlarındaki ustaların anlatımında, endüstriyel işin ya da bir niteliğin bireye kazandırdığı farklılıkla karşılaşırız:

“Çırçır dairesinde herkes, dağılan pamukları uzun saplı süpürgeleriyle toplayan kızlar, örme kamıştan çeki sepetleriyle çırçır makinelerine kütlü taşıyan delikanlılar, pantolon ya da kara şalvarının yırtığından kıçları gözüken pamukçu oğlanlar paramparça üst başları, ama geniş omuzlarıyla birer babayiğit olan ve “Çırçır Dairesi”nde en ağır işlerde kullanılan yayla memleket uşakları, “Topal Kâtip”in ana avrat, Allah kitaplı küfürleriyle, tekme, yumruğuna, en kabadayısı yüz, yüz on kuruş için boyun eğer, on iki saatlik iş süresini atlatıp gündeliği hak etmeye bakarlardı. Yalnız makinistler… Topal Kâtip bunlara sövmez, onlardan çekinir, karşılaşmamaya çalışırdı. Çünkü makinistler, Topal Kâtip’in palavrasına boş vermekle kalmaz, yaptığı şeyin çok kötü olduğunu yüzüne karşı söylerlerdi.” (Kanlı Topraklar: 26–27)

1930’ların Çukurova’sında bir çırçır fabrikasının etrafında gelişen olayların anlatıldığı “Cemile” romanında “İzzet Usta” karakteri, bilgisi, olayları değerlendirişi ve farklı perspektifiyle yazarın yarattığı güçlü karakterlerinden biri olur. O, geleneğe karşı aklı ve modern değerleri temsil eder. Dolayısıyla geleneksel bireylerin bu doğrultudaki inanç ve değerlerine de akılla yaklaşır.

İzzet Usta’nın eşi de kendisi gibi bilinçli bir işçidir. Onun kadına yaklaşımı, içinde yaşadığı toplumun değerlerinden belirgin bir biçimde ayrılır. Kadının kendi kararlarını verme taraftarıdır. Bu durum, Orhan Kemal’in romanlarında sıklıkla karşımıza çıkan ‘kadın işçi’ karakterlerini tamamlar. Çünkü İzzet Usta’nın bilinç kazandığı süreçte, aynı toplumsal mekânlarda kadınlar da (daha) ağır çalışma ve sömürü koşullarına rağmen birey olma yönünde değişmektedir.

Teknik bilgi sahibi “İzzet Usta”, yoksulluk ve bilinçsizliğe paralel olarak, kendi çevresinde sevilmez. Düşünceleri, bilinci ve karşı çıkabilme gücü, bu özelliklere sahip olmayanları korkutur. Onun eleştirilmesine neden olur. Yazarın diğer romanlarındaki, “usta” karakterlerine yüklediği ortak bir meziyet olarak “karşı çıkabilme” ayırt edici bir nitelik olur. Yazar, makinedeki teknik karmaşıklığı kavramayı, toplumsal ilişkilerdeki karmaşayı ve çıkar ilişkilerini anlamanın ilk basamağı sayar.

İzzet Usta, kitap okuyan ve bilime sonsuz inancı olan biridir. Teknisyen olmasından kaynaklanan, bir tür ‘sınıf bilinci’ vardır. ‘Gerçek çıkarlarının’ farkındadır; fakat kitlenin ya da işçilerin bilinçsizliği karşısındaki “aydın” tavrı, fazla başarılı olamaz. Kendi dışındaki bilinçsiz ve sayıca kalabalık kitleye ‘olmayacak’ işler yaptırmaz. Açık bir propagandacı, kışkırtıcı bir aydın-işçi değildir. Yalnızdır. Çevresinde onu anlayan ya da ona hak veren çok az kişi bulunur. Çok dar bir çevrede etkili olmak ister. Çalıştığı fabrikadaki işçi isyanının bilinçsizliğinden yakınır ve olaylara müdahil olmaz. Gelişmeleri, kendi penceresinden yorumlar.

İzzet Usta karakteri, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki didaktik ‘köy öğretmenleri’ kadar idealist olmasa da, onların bilincine yakın durmaktadır. Yaşadığı sosyal gerçeklikte ahlakî ve ilkeli bir portreye sahiptir.

C.2. İNSANCIL BAKIŞ

Orhan Kemal’in romanlarında sık karşılaşılan başat bir durum da onun eserleri arasında ödünç karakterlerin varlığıdır. Mekânlardan olaylara ve karakterlere kadar uzanan ortak anlatımlara rastlanır. Yazarın bazı romanları açık bir tarihsel-toplumsal sürekliliği taşırken, bu gelişmelerde isimleri farklı olarak alınsa da bazı ortak-ödünç karakterleri de kullanırlar. Aynı bölgede (Çukurova), aynı kentte (Adana), benzer işçi mahallesi betimlemeleri ve benzer karakterler anlatılır. Bu durum, yazarın eleştirel gerçekçiliğinin gücünü arttıran bir öge olmakla birlikte okuyucunun toplumsal gerçeklik imgeleminde de etkili olur.

Yazarın “Vukuat Var” (1989) ve “Hanımın Çiftliği” (2003) romanlarında asıl karakter olmamasına karşın bilinci ve düşünsel farklılığıyla değişik bir birey portresi çizen “Muhsin Usta”yla karşılaşırız. Bu karakter “İzzet Usta” karakterinin benzeridir. Olay örgüsünün geçtiği 1940’lı yıllar Çukurova’sında çırçır fabrikalarında sayıları pek de fazla olması istenmeyen ama ‘mecburen’ işe alınan ustalardan biridir. Çünkü makinenin bilgisine sahip bireyin bilinç düzeyindeki değişmenin diğer işçilere de bulaşma korkusu yüzünden, bu karakterlerin sayısı çok düşük sayılarda tutulur. Ustaların sayı ve etkileri arasında ters bir orantı söz konusu olur. Zira fabrikalar önünde bekleşen yığınlardan ayrılan bu bireylerin, kendi çaplarında bir karşı çıkabilme ve itiraz güçleri ciddi manada bir rahatsızlık kaynağıdır.

(Muhsin Usta, yanında makine yağcısı olarak çalışanla konuşmaktadır.)

“—Düşün ki, insanlardan hiç biri kendiliklerinden, isteyerek, seve seve katil, câni, hırsız, serseri, rezil olmaz. Herkes attığı taşın istediği kuşu vurmasını, aşığının cuk oturmasını ister. (…) âşıklarımız cuk oturmuyor!”

“—Ne yapalım?”

“—Hayatlarımızı aşık, zar, iskambil kâğıtlarının piyango rastlantısından kurtarmanın yollarını arayalım önce!”

O günden sonra Kemâl çok düşünmüştü. Bir katil, bir câni, herhangi bir serseri gördü mü, eskiden olduğunca kızıp sinirlenmiyor, biçimine getirip bu hâle nasıl düştüğünün nedenlerini araştırıyordu. O kadar ki, rahatı varlığını sandığı huzuru kaçmıştı.”(Vukuat Var: 28–29)

Benzer temayla Muhsin Usta, ‘bir kız için adam öldürme’ üzerine konuşmaktadır:

“—Değer mi? Bir kız için mahvolmaya değer mi evlâdım?

—Değmez mi? Sevdiğin, yandığın bir kız için vurmak, vurulmak değmez mi usta?

—Değmez. (…) Çünkü dünyada, uğruna mahvolmağa değecek kadar büyük, şerefli başka tutkular var! (…)

—Hiç sevdin mi?

—Sevdim yavrum.(…)

—Kimi?

—Kimseyi ama herkesi! (…) Nasıl değil mi? Haklısın. Benim sevmemde, daha doğrusu bu türlü seven yüreklerde tek kadını olduğu gibi, kucağına oturtup okşamak yoktur. Öyle bir düzen için çaba sarf ederler ki, insanlar kadın kadın, erkek, erkek, çocuk çocuk mutlu olsunlar, dünya nimetleri önlerine bir kardeş sofrası gibi açılıp saçılsın. Bilmem anlatabiliyor muyum?” (Vukuat Var: 133,134)

Muhsin Usta da İzzet Usta’nın devamı özelliklere sahiptir. Didaktik sayılabilecek diyaloglarla çevresindekileri etkilemeye çalışırlar ama yaşadıkları toplumsal gerçekliğin kuşatıcılığının da farkında olarak ısrarcı olmazlar. Çünkü onların dışındaki daha güçlü bir zihniyetin varlığının bilincindedirler. Yine de farklı bir açıdan olayları sorgulama ve alternatifler üzerinde düşünebilme becerileri söz konusudur.

C.3. HAKSIZLIĞA KARŞI!

Benzer çalışma koşullarını paylaşmak, insanlar arasındaki geleneksel yargıları daha geçirgen hale getirir. Bilinç düzeyinin çok farklı olduğu başka bir ‘usta’ ile karşılaşmaktayız. Harman makinesi (patoz) ustası, Orhan Kemal’in başka bir ‘sürekli’ kahramanıdır. Bu karakter teknik bilginin sağladığı bir ayrıcalığa sahiptir. Mekân tarla da olsa, ‘kitap okuma’ eylemi başlı başına farklılık sağlama aracıdır. Bu niteliklerle ağır çalışma ve sömürü ilişkiler girdabındaki insanları ‘anlayan’ zihinsel yapıları ortaya çıkıyor:

“Irgatbaşı güneşe baktı. Çoktan paydos vermesi gerekiyordu. Biliyordu bunu ama mahsustan ağır alıyor, işi uzattıkça uzatıyordu.

Patoz ustasının yanına gitti. Kısa boylu, kalın biri, su varillerinin gölgesine yan üstü uzanmış, makine yağıyla kirli yaprakları yıpranmış bir “Motor” kitabına uykulu, uykulu bakıyordu. Irgatbaşı yaklaşınca, doğruldu:

—Gel bakalım ağa, dedi.

—Paydos verek mi?

İnsafına kalmış bir şey…(…)

—Hele biraz daha işlesin dümbükler! dedi ustaya bakarak.

—Allah size kel versin de tırnak vermesin! dedi. Elinize fırsat geçti mi firavundan farksızsınız!

—Peki öyleyse, dedi. Hatırın için paydos edek!

—Benim için ne kıymeti var?

—Ne olacak ya?

—Heriflerin hakları olduğu için vereceksin paydosu. Ağır işçi bunlar. İnsafsızca, çok çalıştırmakla daha fazla mı randıman alacağını sanıyorsun?” (Bereketli Topraklar Üzerinde: 221–222)

Ustaların sınıfsal bilinçlerinden kaynaklanan itiraz güçleri, açık bir biçimde Çukurova tarımındaki yeni makineleşmeden de kaynaklanmaktadır. Zira teknik bilginin zor ve az bulunan bir nitelik olması, ustaların büyük toprak sahibi (“ağa”) ve ırgatlar üzerindeki gücü konusunda da belirleyici olmaktadır.

Teknik bilginin yani ustanın, egemen yargılara göre ‘kimden taraf’ olduğu/olacağı yani bilginin getirdiği bilincin toplumsal taraf olma noktasında nerelere varacağını aşağıdaki alıntı net bir biçimde göstermektedir:

“Patozun yeni ustası ilişmişti gözüne. Sordu:

—Nasıl bu?

—Canım ağa, bir de soruyor musun? Usta de, orda dur. Bir ustanın ağadan yana olduğunu gördün mü hiç?

—Doğru, dedi ağa.” (Bereketli Topraklar Üzerinde: 362–363)

Patoz Ustası’nı farklı kılan özellikleri, insan algısı, kendini beklentiler dünyasında da ortaya koymaktadır. Çukurova’daki herhangi bir tarlada, koşullarının çok ötesinde bir hayal dünyasına sahip olmak, okumanın ve bilginin sonucu olarak ortaya çıkar:

“Usta’ysa, elinde yağdanlık, makineleri yağlarken kıpkırmızı, bıkmış usanmıştı bu işlerden (…)

—Böyle dünyanın devrini devranını, ip tutanını…

Diye söverdi. Çoluk çocuğu yüzünden kendini dolap beygiri gibi görürdü.(…)Neler geçmezdi aklından! Bir piyanosu olsun isterdi her şeyden önce. (…) Beethoven’e hayrandı. Daha doğrusu, Beethoven’in gururuna hayrandı. (…) İş başında küfürbaz, kaba bu adam, Beethoven’in sağırlığına hüngür hüngür ağlamıştı.” (Bereketli Topraklar Üzerinde: 368)

C.4. BİLGİ, KARAKTER VE AHLÂK

Orhan Kemal’in roman karakterlerinde çok sık rastladığımız durumlardan biri de, nitelikli, teknik bilgiye sahip olan ustaların hep sağlam bir ahlâki düşünsel yapıya sahip olmalarıdır. Bu bilginin insana sağladığı farklılaştırıcı bir özelliktir. Bilgi, aynı zamanda, insana her türlü sömürü karşısında sağlam bir konum da kazandırır.

Usta karakterleri, çoğunlukla makinenin bilgisine sahip olsa da, yazarın “Bereketli Topraklar Üzerinde” adlı romanında, paralel çizgilerde bir duvarcı ustasının insan, emek ve ahlâk konularındaki davranışları anlatılır. Nitelikli emeğin, insanın toplumsal bilinci konusundaki gücüne vurgu burada da karşımıza çıkar. “Kılıç Usta” karakteri, teknisyen olmayan fakat “usta”lığın farklılığını sergilemesi bakımından önemlidir. “Bereketli Topraklar Üzerinde” romanının diğer karakterlerinden biri olan “İflâhsızın Yusuf”la olan diyalogları ve ona önerileri, teknik nitelikli işgücünün ‘meslek ahlâkı’nı da gösterir:

“Kırkbeşlik Kılıç Usta, sağlam yapılı, kırpık bıyıklı, Tonyalı biri, beş çocuk babasıydı. Her yıl elinde tahta bavulu, bavulunun içinde malası, su terazisi, şakülü, gurbete düşer, yurdun neresinde iş bulursa gider, aylar ve aylarca o işten öteki işe dolaşır (…) Sertti. Öyle her önüne gelenle şakalaşmazdı, ama gözü açık delikanlılara da sanatı öğretmekte kıskanç değildi. Ona harç taşıyan nice delikanlıya zanaatı belletmiş, ellerine mala vermişti. Sık sık:

—Ya olmalı insan, derdi, vermeli canını insan için yahut etmemeli kalabaluk dünyamızda!

İflâhsızın Yusuf, Kılıç Usta’nın bir dediğini iki etmiyordu. Harç taşıyor, sırtında semer tuğla çekiyor, şakül tutuyor (…) Yusuf eline malayı aldı. Eline de işe pek yatkındı hani. Hazdan coşan Kılıç Usta bir gün:

—Ulan köpek, dedi oldun usta he?

İçi içine sığmayan Yusuf gözlerini yere indirerek:

—Allahın sayesinde… diye mırıldandı.

—Değil Allahın sayesi. Açtın gözünü, oldun usta!” (Bereketli Topraklar Üzerinde: 143)

Diğer romanlardaki ‘usta’ karakterlerinde olduğu üzere, bilgi ve emek bireyi inançları konusunda da daha rasyonel bir çizgiye yaklaştırırken, kadercilikten de uzaklaştırır.

“Taşeronla arası açılan Kılıç Usta, bir gün öteberisini toplayıp şantiyeden ayrılmadan önce, İflâhsızın Yusuf’u kıyıya çekti:

—Ben gidiyorum, dedi. Koyarlar yerime belki de seni. Olma kula kul, öpme el ayak, kirlenmesin ağzın. Ya ver canını insan için, ya da etme kalabalık dünyamıza!

Çekti gitti.” (2003: 166)

Bu usta karakterlerinin temel ortak özelliklerinden biri, kendi ahlaki kararlılıklarının gereği olarak çalıştıkları işlerden çok kolay ayrılmalarıdır. Asidirler. Onurludurlar. Fakat bu özellikler, toplumsal gerçekliğin nesnel koşullarında, işleyişi bozan, ayrıksı ve sermaye sahiplerince ‘istenilmeyen’ özelliklerdir. Buna rağmen, bilgi onlara diğer pek çok bireyde bulunmayan bir özgüven verir.

C.5. “DÜŞMÜŞ” VE YALNIZ KARAKTER OLARAK TEKNİSYEN

Yazarın “Kanlı Topraklar” romanında, usta-teknisyen tipindeki en farklı karakterle karşılaşılır. Gerek kökeni gerek ideolojik tutumları bakımından, çok farklı toplumsal gerçekliklerin benzer zihin yapıları doğurduğunu bu romandaki “Ali Şahin” karakterinden okumak mümkün hale gelmektedir. Fakat toplumun nesnel gerçekliğinin bireyin düşünsel dünyası üzerindeki etkisi her zaman aynı sonları da getirmemektedir. Ali Şahin’in düşünsel yolculuğu, basit bir coğrafik yer değiştirmeden öte, farklı toplumsal gerçekliklerdeki ustaların ‘son’ları hakkında ipuçları da taşımaktadır:

“Ali Şahin, Romanya Türklerindendi. Doktor oğlu. Gençlik Romanya’da işçi hareketleri arasında geçerken, yeraltı hücre arkadaşlarıyla düşüp kalkmaktan makinistlik, şoförlük öğrenmişti. Bu meslekleri öğrenince de, düzenli bir öğrenime tamamıyla boş vermiş. Türkiye’ye gelirlerken babası, ardından da anası vapurda ölünce, yapayalnız kalan Ali Şahin’e tuhaf bir melankoli arız olmuştu.(…) Adana’ya geldiği yıllar, İttihat ve Terakki’nin Ermeni tehcirinden az sonraydı. Memlekette makinistlik üzerine çok iş vardı. Çünkü Ermeniler, memleketin bilhassa ticaret, sanayi, hatta çiftçilik işlerini ellerinde tutuyorlardı. Ali Şahin Romanya’dan bellediği makinistlik ve şoförlüğüyle Adana’da ilk Türk makinist değilse bile, şoförler arasına girmişti. Hatta o sıralar açılan “Sanayi Mektebi”nde öğretmen bile olmuştu. (…) Bir delikanlının tokadını yiyince, şehre de, tekmil makine, motörlere de küstü, eski arkadaşlarından, 927 grevini3 hazırlayan arkadaşı Sinan’ın yardımıyle bu köyün höyük denen bir tepesi üzerinde şimdi içinde oturduğu kerpiç barakayı yaptı, sığındı. Sakal bıraktı. Veryansın riyazet. (…) Eski mücadele arkadaşı Sinan’a bir gün:

—Azizim, dedi. Maddenin ötesine dair bir şeyler keşfettim. Her şey maddeden ibaret olmasa gerek. Maddenin ötesinde muhakkak ki bir şeyler var. Çünkü kulaklarımla işittim, sesler geldi bana!” (1972: 314–315)

Ali Şahin’in portresi, bilincin ve teknik bilginin farklı coğrafyalara saçılmış bir izdüşümüdür. Siyasi bilinç sahibi olmak yaşanılan gerçekliği anlamada tek başına yeterli bir öge olmaz. Yazarın bu karakteri, belki de göçmen olmasından dolayı, dönemin Çukurova’sındaki toplumsal koşulları ‘yanlış’ yorumlamasıyla bir hüsran ve düşüş yaşar. Daha önce gördüğümüz ‘yerli’ ustaların, onun kadar bilinç ve bilgi birikimleri olmamasına rağmen, politik anlamda, öncülük ya da müdahil olma eylemlerinde bulunmaktan, özellikle imtina ettiklerini gördük. Olaylara yön vermek ya da müdahale etmekten kaçınan kişilerdi ve etkileri de çok dar bir çevreyle sınırlıydı. Fakat Ali Şahin karakteri, 1920’lerdeki Çukurova’da bir greve öncülük edecek kadar ‘ileri’ biriyken, bu eylemin içinde gerçekleştiği sosyal dokunun özelliklerini “okumada” ve “anlamada” aynı oranda gerçekçi değildir. Ve kaçınılmaz son olarak yenilir, köşesine çekilir.

SONUÇ

Yazarın bazı romanlarında, nitelikli emek olarak “usta”lık, modernleşme sürecindeki yeni iktisadi işleyişin dönüştürdüğü toplumsal yapıda, güçlü bir statü sahibi olmanın önemli yollarından biri olarak anlatılır. Bu karakterler genelde, Çukurova’daki çırçır ve dokuma fabrikalarının önünde ucuz işgücü olarak bekleyen ve sınırsız sömürü koşullarında çalıştırılan yığınların içinde, kendi sınıfsal ve toplumsal gerçekliklerinin bilincinde olan azınlık olarak var olurlar. Yazarın “usta” tipini oluşturan karakterlerin özelliklerine dikkat edildiğinde, teknik bilginin bireyin zihinsel yapısını değiştirmesindeki modern gücüyle de karşılaşırız. Teknik bilgiyi kullanan bireyin farklı ilişkileri ortaya konur. “Usta”nın çalışma ve üretim sürecindeki yeri, ekonominin olduğu kadar toplumun geriye kalan nüfusunun genel nitelikleriyle de çok yakın bağıntılara sahip bir husustur. Çünkü Çukurova’da 1930 ve 40’lı yıllarda traktörden, fabrikadaki makineden veya herhangi nitelikli bir işten ‘anlamak’, başlı başına bir ayrıcalık olur. Dolayısıyla, fabrikada ya da tarlada çalışan yığınlardan ayrılmanın, onlardan farklılaşmanın ilk koşulu teknik bilgidir. Makinenin dilinden anlayan, ona saygı duyan, farklılaşır, değişir ve ahlaki bir duruşa sahip olur.

KAYNAKÇA

ADORNO, Theodor W. (1985), "Baskı Altında Uzlaşma" (içinde) Estetik ve Politika,

(Der. Ünsal Oskay) İstanbul: Eleştiri Yayınevi.

HABERMAS, Jurgen, (2001), İdeoloji’ Olarak Teknik ve Bilim, Çev. Mustafa Tüzel, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

KEMAL, Orhan, (1972), Kanlı Topraklar, 2. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi.

KEMAL, Orhan, (1993). Baba Evi, 11. Basım, İstanbul: Tekin Yayınevi.

KEMAL, Orhan, (1989, Vukuat Var, 7. Basım, İstanbul: Tekin Yayınevi.

KEMAL, Orhan, (2003), Bereketli Topraklar Üzerinde, 14. Basım, İstanbul: Tekin Yayınevi.

KEMAL, Orhan, (2004), Cemile, 12. Baskı, İstanbul: Epsilon Yayıncılık.

LOWENTHAL, Leo, (1957), Literature and The Image of Man: Sociological Studies of The European Drama and Novel 1600-1900, Boston: The Beacon Press.

LUKACS, Georg, (1965), Essays On Thomas Mann, Tran.Stanley Mitchel, New York: The Universal Library-Grosset And Dunlop,

LUKACS, György, (1969), Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı, Çev. Cevat Çapan, İstanbul:

Payel Yayınevi.

MARDİN, Şerif, (1999), İdeoloji, 5. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.

1 Bu makale, Ekim 2005’te Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nce kabul edilen “Orhan Kemal’in Eserlerinde Modernleşme Birey ve Gündelik Hayat” başlıklı Doktora tezine dayanmaktadır.

2 Dr.

3 Yazarın değindiği bu olayla ilgili daha geniş bilgi için bkz. 1927 Adana Demiryolu Grevi (2005), (Der: Şeyda Oğuz), İstanbul: Tüstav Yayınevi.

 

[email protected]

1