Ana Sayfa

Evrensel.Net - 31.10.2006 - Metin Boran

 

 

Bir Anadolu gerçeği: Eskici Dükkanı

  

   

 

Anadolu insanını en yalın haliyle edebiyata aktaran ve bu insanların kültürel oluşumları ve yaşam biçimlerine dikkat çeken, aydınlık ve toplumcu gerçeğin büyük romancısı Orhan Kemal; romanlarında, emeği ile geçinen, ırgatlık yaparak hayatı öğrenen, dar gelirli, kendine has bir kültür edinen ortalama insanın yaşam öykülerini sade bir dil ve gerçeğe yakın bir doğallıkla ele almıştır. Orhan Kemal, ‘benim insanlarım’ dediği bu sıradan halkın yaşamlarındaki tüm değerleri en ayrıntısına kadar romanlarına alır. Onların üzüntüleri, sevinçleri, kederleri umut ve özlemlerini, inanç biçimleri ve eğlence dünyalarını, horlanmışlıkları ve ezilmişliklerini toplumcu edebiyatın bütün edebi olanaklarını yetkince kullanarak karşımıza çıkarır.
 

Orhan Kemal’in “Eskici ve Oğulları” yapıtı da ele aldığı öykü ve hikayeyi oluşturan kahramanları bağlamında, hem bir dönemin sosyo/politik gerçeğini sorgulamak hem de hikayeyi oluşturan insanların bütünlüklü bir biçimde gerçeğe yatkın olarak işlenmesi anlamında yetkince kotarılmış bir yapıttır. Yazar bu yapıtında, kalabalık aile fertleri ile dedesinin konağında yaşayan, gençliğinde ulusal mücadeleye katılmış, şimdilerde ayakkabı tamirciliği yapan ve geliri ile geçinemeyen yaşlı bir adamın öyküsünü anlatır. Eskici, ülkenin yaşadığı ekonomik sıkıntıya paralel olarak zaman içinde yoksullaşır ve maddi sıkıntı yaşamaya başlar ve bu darboğazı atlatmak için önce dükkanını satmaya çalışır ardından, çevresinin baskısına rağmen ırgatlık yapmaya yeltenen ama oğulları ile anlaşamayarak bu isteği geri çevrilen namuslu bir cumhuriyet insanıdır. Eskici, yobaz olmayan bir anlayışla dinine bağlıdır, inancının yanında aynı zamanda şaraphanede dem çekmektedir. Eskici, yoksullaştıkça asabileşir ve aile bireyleri ile geçimsizlik yaşamaya başlar, bu yoksulluğun kendini ve aileyi yok edeceği gerçeğini görmüştür, ancak namuslu duruşundan ödün verme zayıflığında değildir. Yoksulluğun getirdiği sevgisizlik ve huzursuzluk üzerine eskicinin büyük oğlu yanına karısını ve kardeşini de alarak ırgatlığa gider ancak tarlada çalışırken çıvgın vurmuş gelin ölmüş, iki kardeş de sıtmaya yakalanmıştır. Böylece bir aile yoksulluğun pençesinde yavaş yavaş yok olmuştur.
 

Orhan Kemal’in 1964 yılında yazdığı bu roman, üç yıl sonra Ankara Sanat Tiyatrosu’nun isteği üzerine tiyatro oyunu olarak yeniden kurgulanır ve 1968 yılında aynı tiyatroda Güner Sümer tarafından sahnelenir.
Bugünlerde İstanbul Şehir Tiyatroları Eskici Dükkanı’nı yeniden sahneliyor. Ergün Işıldar’ın yorumu ile sahneye taşınan oyunun dekor tasarımını Rıfkı Demirelli, kostüm tasarımını Gamze Kuş gerçekleştirmiş. Yönetmen Işıldar, oyunu birtakım deneysel atraksiyonlara başvurmadan, doğrudan anlatım yolunu tercih etmiş ve Orhan Kemal’in yazdığı biçim ve üsluba bağlı kalarak öyküyü anlatımcı bir tarzla görselleştirmiş. Dramaturji çalışmasında kimi aksaklıklara ve yanlış oynanışlara rağmen başarılı da olmuş. Yorumunu, ortalama bir gelirle yaşamını namuslu ve dürüstçe idame ettirmenin zorlukları ve sıkıntılarını anlatmak üzerine kuran Işıldar, Anadolu insanının yaşadığı ekonomik kıskaca rağmen namuslu düşünmeyi, vatan ve toprak sevgisini ve dayanışma duygusunu yitirmediğinin altını çiziyor. Yönetmen, Orhan Kemal’den aldığı bu iletiyi hiçbir yoruma gerek duymadan doğrudan seyirci ile paylaşıyor. Yazar, 40 yıl önce, sanki bugünlerde olabilecekleri öngörerek, oyunun finalinde Topal Eskici’ye şu sözleri söyletir; “Bu memleketin kurtuluşuna bacak vermediyseniz anlayamazsınız. Bugün dükkanınızı, yarın toprağınızı, bağınızı, bahçenizi, sonra da karınızı, namusunuzu ve ırzınızı...”
 

Oyunda, muhafazakar ve aynı zamanda eski ile yeni arasında ikilem yaşayan, sorunlarını şarap tutkusu ile gidermeye çalışan, görüntüde de dini bütün bir adam olan Topal Eskici’yi yorumlayan deneyimli oyuncu Metin Çekmez, sözcüğün en yalın anlamı ile mükemmel bir portre çıkarıyor seyircinin karşısına. Çekmez’in oyunculuğu için en başta söylenmesi gereken nokta şu; gerek devlet tiyatrolarında gerekse de şehir tiyatrolarında özlenen yorumlanan karakteri her yönüyle canlı tutmak ve bu canlılığı oyun boyunca istikrarlı bir biçimde korumak. Metin Çekmez, yorumunda öncelikle bunu başarıyor. Eskici’nin, eskiye dönük özlem ve tutkusu ve yeniye ilişkin tedirginliği ve korkusunu aktarırken her türlü duyguyu sonuna kadar bedenine içselleştirerek seyirciye gönderme becerisini eksiksiz yerine getiriyor. Çekmez, her sahnenin duygusal ve düşünsel alt metnine uygun bir oyunculuk örneği ile sesi ve tavrı ile yer yer fazla dramatik bir anlatıma olanak tanısa da baştan sona başarılı bir grafik çiziyor. Metnin gerçekçi diline uygun bir söylemle bir ailenin tarihsel ve toplumsal dramını abartıya kaçmadan olduğu gibi yansılıyor.
 

Berber ve 66 Ziya rolünde izlediğimiz Şevket Avşar, hissederek oynamak ve anlayarak anlatmak bağlamında jest ve mimiklerini kullanma ve ayrıntıları fark ettiren oyunculuğu ile göz dolduruyor. Avşar’ın sahneye getirdiği tipler o kadar inandırıcı ve gerçekçi ki izleyenler sanki bu iki insanı o dönemden bulup çıkarmışlar kanısına kapılıyor. 66 Ziya ve Berber tipleri, asalak, dedikoducu, alaycı ve zorda darda kalmazsa çalışmayan, kendi derdine ve toplumuna yabancılaşmış figürler olarak karşımıza çıkartılıyor. Avşar bu tipleri abartıya ve taklide kaçmadan tavır ve davranış olarak ekonomik oyunculuk örneği ile en doğal halleriyle toplumda halen yaşayan iki organizma olarak oyunun önemli figürleri arasına dahil ediyor.
 

Büyük oğulda Mehmet Avdan’ı baştan sona tekdüze bir oyunculuk ve hep aynı duygu ile dramın içinde statik bir konum edinmiş bir oyuncu olarak izledik. Küçük oğulda izlediğimiz Tolga Yeter’in oyunun açılışından finale kadar neden sürekli agresif bir küçük kardeş duygusu ile kendini var ettiği anlaşılır gibi değildi. Topal’ın karısını yansılayan Ş.Ayşin Atav iyi bir duygu ile oyuna başladı ancak yaptığı şivenin tutarsızlığı ile duygusu uyumsuzlaştı ve başta verdiği duygu zaman içerisinde atmosfere gitti.
 

Yazının girişinde söylediğimiz dramaturji sorunu en başta, bir kısım oyuncuların yanlış duygu ve sesle oynamasına yol açmış. Eskici’nin kızını oynayan Özgür Kaymak kimi, nasıl hangi duygu ile yansılayacağının ayrımında değil. Öksüz ve kimsesiz büyümüş Ünal’ı oynayan Mert Turak, komedi mi yoksa dram mı oynayacağına bir türlü karar veremiyor. Oyun boyunca davranışları ve sesi, yansıladığı karaktere aykırı olarak farklılık ve değişkenlik gösteriyor.
 

Oyunun dekoru stilize bir yorumla tasarlanmış fakat buna rağmen hantal bir görüntü oluşturuyor ve estetik nitelikten uzak ve ayrıca işlevsel de değil.
 

Ancak her şeye rağmen Orhan Kemal’in metninin Şehir Tiyatroları’nca anımsanması ve sahneye taşınması önemli bir sanat olayıdır diye düşünüyoruz. Yaklaşık kırk yıl önce yazılmış olmasına karşın bugün hâlâ her bakımdan geçerliliğini koruyan bir tiyatro yapıtı olarak sahnelenmesi ve seyirciyle buluşturulması önemli bir vefa borcudur da aynı zamanda.

e-posta: [email protected]

 


 

 

 

[email protected]

1