Ana Sayfa
evrensel.net
- 08.01.2000 -
Tahir Şikan
Orhan Kemal
Orhan Kemal
Toplumcu gerçekçi edebiyatımızın en önde gelen öykü ve romancılarından 1970 yılında henüz 56 yaşındayken yitirdiğimiz Orhan Kemal, 1941 yılında “Ne acayip şey” olarak tanımladığı ikinci paylaşım savaşı sırasında yazdığı “bin dokuz yüzlü yılların ikibine evrildiğini görmek istiyorum”la başlayan şiiri ile geçtiğimiz hafta televizyonda ve gazetelerimizde geçici olarak güncelleşmiş oldu. Ali Kırca, ATV Ana Haber Bülteni’ni Orhan Kemal’in sözü geçen şirini okuyarak tamamlarken şiir gazetelerde de yayınlandı. Gerçekte, bilimin egemen olduğu, eğitimin bütün halk kesimlerinin eşit yararlandığı bir hakka dönüştüğü; baskının, sömürünün, savaşların yerini özgürlüğün, eşitliğin, barışın aldığı bir dünyaya olan özlemi anlatan yazarın bu konudaki vurgulamalarından çok takvimlerdeki değişiklik öne çıkarıldı.
Cezaevi arkadaşı Nâzım Hikmet’in önerisiyle şiirden öyküye-romana yönelen Orhan Kemal, edebiyatımızın en üretken yazarlarından biridir. Eserlerinde emekçileri, ırgatları, kenar mahalle insanlarını anlatan yazar, gündelik olaylardan kaynaklanan öykülerinde gözlem gücüne dayalı yalın anlatımıyla etkili olmuştur. Geçim sıkıntısını tüm yaşamı boyunca alabildiğine yaşayan yazar, bu sıkıntısını aşabilmek için çok sayıda senaryo da yazdı. Geçtiğimiz günlerde Yazar Tarık Dursun K. Dünya gazetesinde yazdığı yazılardan birinde Orhan Kemal’in bunca üretken ve başarılı bir yazar olmasına karşı çoğu zaman evine ekmek -nafaka- götüremediği, soğuk kış günlerinde odunsuz kömürsüz geçirdiğini anlatan mektuplarından, bazı bölümler aktardı. Taksitle aldığı dayanıklı tüketim malını, yarı fiyatına peşin satarak evine ekmek, kömür götüren yazar, daha eşit bir dünyayı tüm yaşamı boyunca savundu. Aşağıdaki satırları, “genç ölümler” üzerine yazılmış en güzel yazılardan biri olarak değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum:
“Mesleğinin aşığı doktor, beni inceden inceye tam iki saat muayene etti... Demek işin şakası yoktu, demek hastalığım ilerlemişti...
Ölecek miydim?
Doktor: Sizde enfarktüs başlangıcı olabilir.
Enfarktüs!
Şu anamla, altmış beşinde tak diye gidiveren bir eski hapishane arkadaşımın ölümlerini sağlayan hastalık. İyi ama, nasıl ölürüm? Bir buçuk ay sonra Ankara Sanat Tiyatrosu gelecek, 72. Koğuş’u oynayacaklar... Bu oyunun başarılı Asaf Çiğiltepe’si yok, yazarı da mı ortalardan silinecek? Sonra asıl önemlisi, Eskici Dükkânı diye yeni bir oyun yazmıştım. Murtaza’yı oyunlaştırmıştım. Onları göremeden mi ölecektim? Haksızlık olmaz mıydı bu? Haksızlık mı? Kimden kime? Koskoca Namık Kemal kırk sekizinde ölmüştü, Orhan Veli otuz altısında, Sait Faik kırk yedisinde. Onların da yapacakları işler vardı herhalde bu dünyada, onların ölümü benden çok daha haksızca olmuştu. Sonra insanlık tarihinde kim bilir nice nice haksız ölümler vardı. Biz gine yaşamış, iyi kötü bir şeyler yapmıştık. Ya yaşamadan ölenler? Ana kucağında, gülüp söyler, ağlarken çöken damların altında ölenler?
Kızgın güneşlerin altında, zehirli sıtmadan ölenler? Anasına, babasına ya da yavrularına hasret ölüp kara topraklara gözleri açık gidenler?
...
Ölüvermek üzerine düşündüklerimden utandım. Eş, dost, ahbap, hısım akrabadan uzak, kefensiz, hatta mezarsız ölenlerden, dünyanın dört yanında kazanılması gerekli savaşlarda ölenlerden, daha çok da Vietnam’da ölenlerin nedenini bilmeden öldürmeye gidip başkalarının hesabına ölenlerden utandım...”
Otuz yıl önce yitirdiğimiz Orhan Kemal’in yazdıkları, sadece o günü değil bugünü de anlatan yazılardır. Evrensel Basım Yayın’ın yayınladığı Emek Öyküleri Cilt 3- Motorize Köleler’de yer alan Sennur Sezer-Adnan Özyalçıner’in seçtiği öykülerden biri olan 1947’de yazılmış “Grev” öyküsünde yaşananlar daha dün TÜMTİS işçilerince aynen yaşandı. Daha iyi bir ücret, sekiz saatlik işgünü, daha iyi çalışma koşulları için örgütlenen işçilerin karşısına da patron-devlet çıkmıştı.
Hayatı; insanları, acıları, ıstırapları, sevinçleri sevgi dolu dünyalarını, küçük mutluluklarını duyumsamak, emekçilerin dünyasını daha iyi anlamak, bilinçlenmek için emek dünyasının yazarlarını, Orhan Kemal’i güncelleştikleri zaman değil, sürekli okumak gerekiyor. O zaman daha güçlendiğimizi, yenilendiğimizi, gençleştiğimizi daha iyi anlayacağız. Eşitsizliği, sömürüyü ve ona karşı verilmesi gereken mücadeleyi...
[email protected]