Ana Sayfa

Amatörce Edebiyat  - Tarihsiz  - Haber Merkezi

 

  

Orhan Kemal
Roman ve öyküleriyle çağdaş Türk edebiyatında özgün bir yeri olan ve asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, 15 Eylül 1914'te Adana'nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Babası, 1920-1923 döneminde birinci B.M.M.'de milletvekilliği, 3 Mayıs 1920'de Vekiller Heyeti'nde Adliye Bakanlığı yapan ve 26 Eylül 1930'da Adana'da Ahali Cumhuriyet Fırkası'nı kuran Abdülkadir Kemali Bey'dir. Annesi, Rumeli göçmenlerinden öğretmen Azime Hanımdır.

Orhan Kemal'in o günlere ait izlenimleri Baba Evi'nde şöyle yer alır:

Ama ben babamı asıl 'fırka' mücadelelerinde tanıdım.Yine böyle günlerdi... Nutuk söyleyenleri niçin alkışladıklarını çok defa bilmeyen sokaklar dolusu insanın kinle, küfür şimşekleriyle yüklü kalabalığı. Kalabalık, kalabalık, hep kalabalık. Aynı parkelere basan iskarpinli, çarıklı veya yalınayakların mahşeri hatırlatan, insanı coşturan müthiş kalabalığı.Dar bir sokakta, karşılıkla iki konak hatırlıyorum. Becerikli ilkokul öğrencilerinin yaptıkları mukavva konakları hatırlatan bu cumbalı, kafesli, çıkıntılı, tahta saçakları dantela gibi işlemeli konaklardan birisi bizim. Burası aynı zamanda babamın 'Fırka' binasıydı. Alt kat ağır, beyaz taşlarla döşeliydi. Ben bu alt kattan çok korkardım. Eski bir Ermeni evi olduğundan mı ne, alt kattaki yan yana iki samanlığın çürümüş tahta kapıları açılıverecek, içerden ölü yüzlü Ermeniler çıkacak gibi gelirdi.

Partisinin kapatılması üzerine 1931'de Suriye'ye kaçan babasının yanına ailece gidince, orta son sınıftaki öğrenimini yarım bıraktı. Ailece Beyrut'tadırlar:

Beyrut'ta Fıstıklı tarafında oturuyorduk. Lübnan teb'ası olmadığımız için, babama avukatlık yaptırmıyorlardı. Babam da annemin bileziklerini bozdurdu, on altın lira sermayeyle, Burç Meydanına çıkan aralıklardan birisinde, yüksek bir apartmanın altında, küçük bir lokanta açtı. Babam lokantaya pek uğramazdı. Yemekleri Süreyya adında bir Türk mültecisi pişirir, Niyazi'yle ben de lokantanın garsonluğuyla bulaşıkçılığını yapardık. On yedi yaşındaydım ve hayatımın bu tarzından çok memnundum. Memleket, futbol, Cin Memet ve ötekiler silinmişti. Ortalık yeni yeni ağarmaya başlarken, Niyazi'yle birlikte evden çıkardık. O saatte Beyrut'un yeşil tramvayları bile seyrek işlerdi. Yalnız işçiler, o, dünyanın her tarafında, herkesten az uyuyan, kadınlı erkekli çoluklu çocuklu kalabalık, onlar kümeler halinde ve yollarda olurlardı. Aralarına katılırdık... Tıpkı onlar gibi, ceketlerimiz omuzlarımızda, onların bastıkları parkelere basmak gururu içinde, iş-güç sahibi insanlardık.

Daha sonra burada bir basımevine işçi olarak girdi:

Vazifem, kağıt kesme makinesinde kol çevirmekti. Vişne çürüğü fesini daima sol kaşına doğru yıkan ustamsa, zayıf, uzun boylu, dehşetli şakacıydı. Herkese takılır, sık sık kahkahalar atardı. (...) Herkesten evvel işbaşı yapıyor, makinenin bir kenarına ilişiyor, evden getirdiğim esmer somunumu birkaç zeytinle yiyordum. Çok geçmeden öteki işçilerle mürettipler de geliyorlardı ve derhal iş başlıyordu.

Bir yıl kadar Suriye ve Lübnan'da kaldı. 1932'de Türkiye'ye dönünce, Adana'da çırçır fabrikalarında işçilik, dokumacılık, katiplik, ambar memurluğu yaptı.

Orhan Kemal, Milli Mensucat Fabrikası'nda çalışırken işçi kızlardan Nuriye'ye gönül verir. Onunla evlenmek ister; gerçi aylığı azdır, ev geçindirmesi güçtür, ama o bunları uzun boylu düşünecek durumda değildir. "... Adam sen de... Ben yirmi iki yaşındayım, sevgilim on dördünde... Sarhoşum ve dünyada yalnız ona aşıkım..." 5 Mayıs 1937 günü evlendiler.



Bende kahve tutkusu ne zaman başlar?... bilmiyorum... Bildiğim, annemi babamı Beyrut'ta bırakıp, anayurda döndüğüm günlerde başladığını sanışımdır. Yıl 1932... Aylardan Haziran... Onsekiz yaşımın toz pembe günlerinde doludizgin geldiğim Adana'da, Kuruköprü'de bilmem ne kahvesiyle başlar bu tutku.

Kahve alışkanlığı yaşamı boyunca devam eden Orhan Kemal'in yaşamında "İkbal Kahvesi" nin; onların (o dönem yazar ve Babıali çevresinin) kullandığı adla "Kahvetür - İkbal" in ayrı bir yeri vardır.

(......)
beni çoğunlukla gündüzleri sokakta görürler... Ben devamlı bir yerlere giderim... Bir yerlere uğrar, bir yerlerden bir yerlere göçer dururum... Yıllardır her sabah, yaz demez, kış demez sabahın dördünde kalkarım yataktan... Ve sabah dokuza kadar yazımı yazarım... Sonra sokağa çıkarım... İkbal'e uğrar kahvemi içerim.. Yazmak için yaşamak, duymak, halkı algılamak gerekir.. Bir yazı için çok gereklidir halkın içinde kalabilmek.. Ve halkın değişimini algılamak.. Eskimemek için.. Hatta değişimi yakalamak, bu değişimin dışına düşmemek gerekmektedir.. Ve bunun ötesinde bir yazar olarak yaşamım günü gününe sürer gider.. Her gün çalışmak, her gün yazmak, her gün boğuşmak gerekir ekmekle.. Bu arada halktan yana olduğum için de çok güç bir fatura ödetirler..
(......)


5 Mayıs 1937'de evlendi. Nisan 1938'de kızı Yıldız doğdu. Aynı günlerde Niğde'de askerlik görevine başladı. Burada, "yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana muharrik" suçundan yargılanarak, 27 Ocak 1939'da beş yıla hüküm giydi.

Hapisteyken karısına şu mektubu yazar :

Çok gençsin. Zaten hiçbir şey veremedim sana. Şimdi de beş yıllık mahkumiyet girdi araya. İstersen ayrıl benden, kendine yeni bir yol çiz, beklemekle geçirme en güzel yıllarını. Çünkü karıcığım, biliyorum ki, buradan çıktıktan sonra daha da zor ve yoksulluk içinde geçecek hayatımız.


Yazın yaşamına askerdeyken şiirle başladı. İlk şiirleri Raşit Kemali imzasıyla "Yedigün" ve "Yeni Mecmua"da çıktı. Bunları, hapisteyken "Yeni Ses", "Ses", "Yürüyüş" dergilerinde yayımladıkları izledi.

Bu yüzleri salyalı, kirli, iğrenç çehreler,
Korkunç bakışlarıyla beni çıldırtacaklar...
Kim bilir belki bir gün içeriye girenler,
Yerde cansız uzanmış, bir ceset bulacaklar...

Bir hayata el atan, bu imansız duvarlar,
Arasında bunalan, deliren bir insan var...


Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1940 yılı kışında Bursa Cezaevi'nde Nazım Hikmet'le tanıştı. O tanışma anını anılarında şöyle dile getirir, Orhan Kemal:

Müdürün oda kapısında çevik bir gıcırtı, kapı açıldı. Nefesimi kesmiş, gözlerimi kısmışım.. Bir heykel sükunu içinde, azametli bir mermer heykel bekliyorum... Bir an yüzyüze geliyoruz, sonra gözgöze... Mavi mavi gülüyordu. Bu gülüş muhakkak ki bir çocuğu hatırlatıyor... Temiz, taze, sıhhatli ve dost! Bir lahza şaşkın, bekledi. Galiba ne yapması lazım geldiğini ölçtü, yahut tanış bir yüz arandı... Sonra gözüne Necati ilişti herhalde, ona doğru yürümeğe hazırlanırken, Necati ona koştu ve beni tanıttı. El sıkıştık. Ayaklarının topuklarını, hazır oldaki bir er gibi birleştirerek, kendisini teşrifata zorladığı aşikar bir tarzda ciddileşmeye çalışarak:
-Ben Nazım Hikmet! Dedi.

Bu tanışma, onun sanat yaşamının belirginleşmesinde bir dönüm noktası oldu:

Benimle inceden inceye uğraşıyordu. O kadar ki, 'yarı aydın'lığımdan, yahut 'küçük burjuva'lığımdan gelen 'vıdıvıdıcı' tabiatımla, birtakım huy ve telakkilerime varana kadar her şeyimle...

26 Eylül 1943'te tahliye olunca Adana'ya döndü. Karataş'ta toprak taşıma işinde bir ay amelelik yaptı. 14 Nisan 1944'te Devlet Demiryolları'nda "muvakkat hamal" olarak çalıştı. Aynı yılın haziranın da Güzel İzmir Nakliyat Ambarı'nda iş buldu. Bir süre sonra bu işten de çıkarıldı. 13 Temmuz 1944'te oğlu Nazım doğdu.

"Orhan Kemal'in öykü tekniğinde konuşmaların önemli yeri vardır. Konuşmalar, onun vermek istediği zıtlığı, ikiliği ortaya koyan; kişilerin iç dünyasını, ruhsal yaşamını açıklayan, kişilerin iç dünyalarını bir burgu gibi derinlerine girerek ortaya çıkaran bölümlerdir. Orhan Kemal, özellikle, yan tutmadığı bu konuşmalarla verir kişisinin içini." (Muzaffer Uyguner)


1945 yılı yazında Kilis'e giderek, kalan 35 günlük askerlik görevini tamamladı. Çorum'a sürgüne gönderildi. Babasının, dönemin başbakanı Recep Peker'e telgraf çekmesi üzerine, 26 Ekim 1946'da bırakıldı. Adana'ya dönünce sebze nakliyeciliği, Verem Savaş Derneği'nde katiplik yaptı. Bir süre sonra işsiz kaldı. Aralık 1949`da 3. çocuğu Kemali doğdu. 17 Nisan 1950'de ailece İstanbul'a yerleşti. Bu göç serüvenini kendisi şöyle anlatmaktadır:

(…...)
Adeta itiliyordum İstanbul'a…Yazı işlerine baktığım, bu sayede kıt kanaat geçinmeye çalıştığım çeşitli derneklerdeki işlerime de şıp diye son verilmişti, iktidara yeni geçen Demokrat Parti'liler tarafından... Sebep politik miydi... Yoksa benden açılacak yer ya da yerlere kendi partililerini mi kayıracaklardı bilmiyorum... Verem Savaş Derneği, Bağ ve Bahçeler derneği, bir de o zaman ki adıyla Etibba Odası'ndan aldığım paraların toplamı, vergiler çıktıktan sonra ya 160 ya da 180 liraydı... Bu paradan da olmuştum... Bir de beni bir türlü İstanbul'a salıvermek istemeyen babam ölmüştü...

Nazım Hikmet'in etkisiyle düzyazıya yöneldi. İlk düzyazısı, Baba Evi romanının bir bölümü olan "Balık" 1940'ta "Yeni Edebiyat" gazetesinde yayımlandı. İlk öykülerini ise Raşit Kemali ve Orhan Raşit imzalarıyla yine aynı gazetede yayımladı. Bunları, 1942'de ve 1943'lerde, Orhan Kemal imzasıyla "Yürüyüş" ve "İkdam" gazeteleri ile "Yurt ve Dünya" dergisinde çıkan öyküleri izledi. Bu yıllarda şiirlerini de yayımlamakla birlikte, asıl çalışmalarını öyküye yöneltti. Öyküleri "Varlık", "Gün", "Yığın", "Seçilmiş Hikayeler", "Yaprak", "Yeni Başdan", "Yeditepe", "Beraber" gibi dergilerde yayımlanırken; birçok romanı da "Vatan", "Dünya", "Ulus", "Son Havadis" ve "Cumhuriyet" gazetelerinde tefrika edildi.

Burkulur içimizde yalnızlığın acısı,
Her gece sancıyla biraz daha eririz.
Gönlümüzü mahpesin taşlarına veririz;
Taşlarsa aşkımızın ezeli yabancısı...


İstanbul'da geçimini yazarlıkla sağladı. Kasım 1957 de 4.çocuğu Işık doğdu. 7 Mart 1966'da bir ihbar üzerine iki arkadaşıyla birlikte tutuklandı. 'Hücre çalışması ve komünizm propagandası' yaptıkları gerekçesiyle tevkif edilerek Sultanahmet Cezaevi'ne gönderildi. 7 Nisan'da Türk Edebiyatçılar Birliği, Gen-Ar Tiyatrosu'nda 30. sanat yılı nedeniyle bir jubile düzenledi. Toplantıda Melih Cevdet Anday, Yaşar Kemal ve James Baldwin birer konuşma yaptı. Bilirkişice verilen; "suç teşkil eden bir cihet bulunmadığı hususunda" ki rapor üzerine 13 Nisan 1966'de serbest bırakıldı. 17 Temmuz 1968'de bu davadan beraat etti.

Mahpushane

Duvarlarda kömürlerle yazılı dam ağalarının isimleri
Osman Kaptan,
        Balıkçı Aziz,
               Kalemoğlu
ve kadınsız erkeklerin çizdiği çıplak kadın, resimleri
vezni bozuk mısralar
ve tavanda salkım salkım örümcek ağları
deposunda esrar nargileleri hapishanenin
"serleri düşmüş"
afyon kutuları ve eroin paketleri bir yanda,
bir yanda vurulacak bilek bulamayan kelepçeler
ve "söğüt yaprağı" kamalar ki amili Bursalı falan ustadır durur bir yanda
"can kardeş" yazar
beyaz kemik saplarında herbirinin.
Malta boylarını gez
yer yer kan lekeleri
çerçeveleri kırık pencereler
ve bacakları çatlak koğuş peykeleri
-tahtakuruları öldürülmüş üzerlerinde-
delhizlere in
        kan kokar:

Hey gidi 2000 seneliler hey
Cigara ve esrar dumanları içinde geçen
Kadınsız gecelerimizin küfürünü bilemezsiniz!

(5 Aralık 1942, "Yürüyüş")


"Otuz yılı aşkın bir süre içinde yazılan ve yayımlanan her kitabında Orhan Kemal, bugün bütün ilişkileri temelinden bozuk bir toplumun kaynaşan ve bir çıkar yol bulabilmek için çırpınan insanlarını, bunların yüzlercesini, hatta binlercesini anlatmış, sanatıyla onlara yön vermek istemiştir. Bu insanlar, doğrudan doğruya kendilerine bağlı olmayan kusurlar yüzünden birbirlerine girmekte, fakat ilk fırsatta, insanın aklında varolan değerler dolayısıyla tokalaşıp birbirlerine kenetlenmektedirler."(Fakir Baykurt)


Bulgar Yazarlar Birliği'nin çağrısı üzerine gittiği Sofya'da, tedavi edilmekte olduğu hastanede 2 Haziran 1970'te öldü.

Adana ve İstanbul yapıtlarının başlıca çevresini oluşturdu. Bu çevredeki küçük memurlar, çalışan çocuklar, kötü yola düşün genç kızlar, dilenciler, düşmüş kadınlar, mahpuslar, çöpçüler ve ekmek uğruna kente göçen köylüleri onların ekmek kavgası ardındaki mücadelelerini, umutlarını, düşlerini, ezilmişliklerini konu edindi.
Toplumun çeşitli kesimlerinden edindiği izlenim, gözlem ve anılarından oluşturduğu öykülerinde insan-toplum gerçeklerinden canlı kesitler sundu. Öykülerinde Çukurova'nın tarım ve fabrika işçilerinin sorunlarını dile getirerek, sanayileşmeye geçiş dönemi insanının işçileşme sürecini, çalışma ve yaşama koşullarını; kentteki köylünün bu değişim içindeki sürüklenişini yansıttı.

2000 Senesine Şiirler

Bin dokuz yüz senesinin
        İki bine yerini
                Verdiğini
                        Görmek istiyorum .
Ne zevkli şey olurdu seyretmek torunumu
Van üniversitesindeki kız arkadaşlarıyla
Kutbu şimalide kızak kaydığını
Vaşingtonda Kapitol bahçesinde
Ren şarabı içip
Çinli dostu Şin-Fo`yla beraber
        Şankay`dan haber
                Beklemek!
Adana `da gençlik aşımı yaptırıp
Hindistanda gerdeğe girmek için
Arzuhalsiz müracaat etmek
                Hastanelere
Ve duyduğum sevincin
Radyografisini gösterip Hintli karıma
"Sevgilim bak!" demek
Ve Bahrimuhiti Atlasi`de
Karımla beraber zıpkın atmak
                Balinalara!
Ne tadına doyulmaz olurdu
Misis`li Çopur Ali`nin, Sorbone`da
"Parçalanan Atomun
        Sanayiye tatbikine dair"
                Konferansını dinlemek.
Ve 1941 harbi için
"Ne acayip sey!" demek
Hey gidi 2000senesi hey!

(15 Ekim 1941, Orhan Raşit adı ile, "Yeni Edebiyat")

 


 



ESERLERİ :

Öykü :

Ekmek Kavgası (1949)
Sarhoşlar (1951)
Çamaşırcının kızı (1952)
72.Koğuş (1954)
Grev (1954)
Arka Sokak (1956)
Kardeş Payı (1957)
Babil Kulesi (1957)
Dünyada Harp Vardı (1963)
Mahalle Kavgası (1963)
İşsiz (1966)
Önce Ekmek (1968)
Küçükler ve Büyükler (1971)
Ayrıca öykülerinden yapılan derlemeler Bilgi Yayınevi'nce dört cilt olarak yayınlandı:
Yağmur Yüklü Bulutlar (1974)
Kırmızı Küpeler (1974)
Oyuncu Kadın (1975)
Serseri Milyoner/İki Damla Gözyaşı (1976)
Arslan Tomson (1976)
İnci'nin Maceraları (1979)


Roman :

Baba Evi (1949)
Avare Yıllar (1950)
Murtaza (1952)
Cemile (1952)
Bereketli Topraklar Üzerinde (1954)
Suçlu (1957)
Devlet kuşu (1958)
Vukuat Var (1958)
Gavurun kızı (1959)
Küçücük (1960)
Dünya Evi (1960)
El Kızı (1960)
Hanımın Çiftliği (1961)
Eskici ve Oğulları (1962) ( Eskici Dükkanı adıyla 1970)
Gurbet Kuşları (1962)
Sokakların Çocuğu (1963)
Kanlı Topraklar (1963)
Bir Filiz Vardı (1965)
Müfettişler Müfettişi (1966)
Yalancı Dünya (1966)
Evlerden Biri (1966)
Arkadaş Islıkları (1968)
Sokaklardan Bir Kız (1968)
Üç Kağıtçı (1969)
Kötü Yol (1969)
Kaçak (1970)
Tersine Dünya (1986)


Oyun :

İspinozlar (1965)
72. Koğuş (1967)

Anı :

Nazım Hikmet'le Üç buçuk Yıl (1965)

İnceleme :

Senaryo Tekniği ve Senaryoculuğumuzla İlgili Notlar (1963)
 
 

[email protected]

1