Orhan Kemal ilkel mi?
Orhan Kemal (1914-1970; Türk; hikaye ve roman yazarı) günümüzde sayıları gittikçe artan, sayıları arttıkça da edebiyata has geçmiş ve mevcut değerlerin çevrimini tıkayan, alışverişine güçlükler çıkaran snob* okuyuculara göre bir yazar değil. Böylelerinin gözünde Orhan Kemal "okunmaz", "ilkel", enikonu "gazeteci", hadi hadi "köylü işçi yazarı" sıfatlarından ötesini haketmeyen, "kuramı yanlış anlamış", dolayısıyla da bu yanlış anlamanın kurbanı olmuş, eh efendim işte "Çukurova gerçeği"ni maalesef "çok da derine inemeden" anlatıvermiş, aşılıp geçilmiş, aşılıp geçilmekle kalsa ya, modernist ve/veya "derûnî" edebiyatçılarca terkedilmiş ufak tefek, "gariban" bir yazardır. Hakkında söylenecek sözler tükenmiş; eseri, artık birer şehirli yahut modern kimse olan üstün nitelikli okuyuculara hitap etmemektedir. Bakalım öyle mi?
Kim bu Orhan Kemal?
Hakkında en son panel daha geçtiğimiz Kasım ayında İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı bünyesinde (yayımcısı marifetiyle) yapıldı, ama aslında Orhan Kemal'in kimliği konusunda ya manidar bir suskunluk ve geçiştirme veya engin bir cehalet hakim edebiyat müellifleri ve okuyucuları dünyasına. Bu yazının başına oturmadan önce çoğu günümüzün önemli veya hiç değilse gelecek vadeden şairlerinden, hikaye yazarlarından oluşan 20 kadar kişi üzerinde Orhan Kemal'in gerçek adını, hayat hikayesini ve mesela bu hikayede oldukça önemli yeri olan babasının siyasi anlayış ve macerasını bilip bilmediklerini içeren bir test uyguladım. Sonuç: 20'de sıfır. E tabii, aleyhinde bunca tezahürat yapılan bir "ilkel köylü işçi yazarı"nı nereden bilecekler?
Orhan Kemal, gerçek adıyla Mehmet Raşit Öğütçü, yani 1. BMM Kastamonu mebuslarından olup daha sonra, 1930'da Adana'da Ahali Fırkası'nı kuran, gazeteler çıkaran ve rejimin demokrasiye tanırmış gibi göründüğü hoşgörüyü derhal geri alıp partileri kapatmasından sonra (Aslında bu hoşgörü mü, demokratlık mı, Kemal Tahir'in deyimiyle "madrabazlık" mı; o da pek belli değildir. Bu yolda Kemal Tahir'in Yol Ayrımı romanı, sıcakkanlı romanesk yorumları sevenlere salık verilebilir. Kemal Tahir'e gelince: 1910-1973; Türk; roman yazarı ve düşünür.) Suriye'ye iltica etmek zorunda kalan avukat Abdülkadir Kemalî Öğütçü'nün büyük oğlu, 15 Eylül 1914'te Adana-Ceyhan'da doğmuş, ikisi de otobiyografik olan ilk iki romanında (Baba Evi, 1949; Avare Yıllar, 1950) biraz dağınık bir şekilde de olsa anlattığı zor, dinî ve siyasi inançlarının oluşumu açısından çapraşık, fakat hikaye-roman yazarlığının oluşumu açısından zenginleştirici ve pekiştirici bir çocukluk ve gençlik yaşamış, zengin bir "fırkacı"nın oğluyken bir anda zevale düşmüş mülteci bir ailenin yurduna beş parasız dönen üyesi haline gelmiş, bir yazar olarak siyasi görüşleri ve daha çok da samimi, hesapsız bir insan olması yüzünden önce Adana'da, sonra İstanbul'un Babıalisinde (bugünkü adıyla yayın dünyasında) hep yalnız bırakılarak ve maddi-manevi hakkı yenerek yaşamış, arkasında roman, hikaye ve senaryo olarak 42 kitap bırakmış; Türk romanının ikinci dönemi kabul edilen 1950'lerdeki sıçramanın en önemli isimlerinden biri, bu satırların yazarının gözünde en iyisidir.
Orhan Kemal'in hayat hikayesi zorluğu, zorluğunun ötesinde çapraşıklığı, eserine yansıyan zenginliği, sahiciliği bakımından romanlarının anlaşılmasında ve yorumlanmasında ender rastlanır bir şeffaflığa ve işlenmişliğe sahiptir. Bu hayat hikayesine şöyle bir bakıverdiğinizde bile yoksul bir soylu portresi görüyorsunuz. Eseriyle tartılan, dengelenen bu yoksul soyluluk ve soylu yoksulluk ise, yazarın bu yazıda mesele ettiğimiz "ilkel" imajının belli bakımlardan bir ilk-ellikle, belli bakımlardan da bir ilke-lilikle kopmaz bir şekilde bağlı olduğunu; dolayısıyla da yazının başında değindiğimiz snobça yorumların çabucak safdışı edilebileceğini anlamamıza yardım ediyor.
Ne Yazmış?
Orhan Kemal, çok ama çok uzak bir bakışla, sahiden de bir "köylü işçi yazarı", "Çukurova gerçeği"ni ve "İstanbul'un kenar mahalleleri"ni anlatan bir yazardır. Orhan Kemal'in anlatılarının kadrosunu çoğunlukla işçiler, köylüler, köylü işçiler (ırgatlar) oluşturur. Öte tarafta, yazarımız anlattığı hikayenin atmosferini kurmada kılı kırk yaran, sezgileri okuyucuyu şaşırtmayı bir an bile elden bırakmayan çeviklik ve şiddete sahip bir romancı olduğu için, kitaplarında hem bu işçi ve köylülerin dünyasına girip çıkan, hattâ değip geçen her insan yer alır hem de eşine Türkçe'de pek rastlanmayan bir çeşitlilik ve renk bolluğuna sahip olan bu zengin, hattâ kalabalık kadronun her üyesi hikayeye kendi nesnel-toplumsal durumu ve öznel-kişisel tutum ve davranışıyla girer. Kısacası, Orhan Kemal'in gerçekten ne anlattığını tespit etmek okuyucunun dikkat ve derinliğine kalmış: İsteyen ondaki bu karakterler-toplumsal tabakalar zenginliğine kaptırır kendisini; isteyen şu veya bu karakteri daha yakından ve derinden izlemeye çalışır; isteyen de eserin planının, olay bölümlerindeki atmosferin, bölümler arasındaki estetik geçişlerin ve olay örgüsünün matematik mükemmelliğinin zevkine varır.
Bütün bu zenginliğe "ilkel" vb. bir yorumla burun kıvırabilmek için, ki bu "ilkel" lafının aslı Orhan Kemal'in Hanımın Çiftliği romanında, "Güllü" olan adını "Serap" olarak değiştiren, güzelliğiyle hin zekasını tabaka atlamak için kullanan ve mesela hiç Fransızca bilmediği halde konuşmasını Fransızca kelimelerle süslemeye çalışan kadın karakterin "marvellieux" yerine sık sık yanılarak söylediği "banal"dir; hasılı Orhan Kemal'i ilkel bulabilmek için kişinin ya insana/üsluba/ sanata ait ölçüler hakkında tam cahil (yani ilkel) olması ya da ilkelleri aşağılamaktan zevk alan bir ilkel olması gerekir. Orhan Kemal'i ilkel bulmak, Türk'ü, Türkiyeli insanı, Kemal Tahir'in deyimiyle "cıscıvık yabancı suyu katılmış" aydınlara rağmen, yine bu aydınları da ortaya çıkaran özü, yeni yerliliği savunan su katılmamış yerlileri ilkel bulmak gerekir. Bunun adı da tek kelimeyle snobluktur.
Tuhaf olan şu ki, bu snobların bir kısmının Orhan kemal gibi "ilkel" yerli yazarlara karşı tuttukları daha sonraki şehirli/modern/Batı tarzı yazarların en azından bir kısmının da bu tür snobluğa rızalarının ne eserlerinde ne de hayatlarında olmayışıdır. Mesela, bugünkü okuyucularının çoğu Türkiye'yi, Türkçe'yi, Türk edebiyatını geri buldukları halde Oğuz Atay'ın kendisi (1934-1977: Türk; hikaye ve roman yazarı) ülkesinin geri kalmışlık imajını bütünüyle reddeder ve Türkiye'nin durumunu ancak "yoksul düşmüş bir soylu"nun durumuna benzetebileceğimizi söyler. Başka deyişle, dönemleri ve durumları, dolayısıyla da malzeme ve üslupları ne kadar farklı olursa olsun, Büyük Türk Romancıları arasında (mesela Orhan Kemal'le Oğuz Atay, Halid Ziya Uşaklıgil'le Yusuf Atılgan arasında) da tıpkı Büyük Türk Şairleri arasında olduğu gibi, millî veraset söz konusudur. Roman yazarlarının reddi miras yapmaları, doğrudan doğruya (ilk elden) insanla uğraştıkları için, devletin reddi mirasından bile daha zordur. Ki Osmanlı İmparatorluğu'yla Türkiye Cumhuriyeti arasındaki "yapısal sürekliliğin" birçok alanda geniş kabul gördüğü bir zamanda, Türk romanının yapısal, öze ilişkin sürekliliğini ihmal veya reddetmek olsa olsa boş bir ukalalıktır. Zira ortaya konan bir "süreksizlik" eleştirisi falan da yoktur.
Nasıl Yazmış?
Orhan Kemal anlatısını şöyle bir tanıtıvermek için bile bir gazete makalesinin yetersizliği, darlığı açıktır. Yazarın okuduğum romanlarındaki baş karakterlerin her biri için dahi böyle bir makale yetmeyecektir. Sonradan "Serap" olan "Güllü"den şöyle bir söz ediverdim yukarıda. Güllü/Serap bir snob, yerini beğenmeyen, muhteris bir sonradan görmedir. Evet, ama hepsi bu kadar mı? Ya aynı kişi saf duyguları ve sevgisiyle bir hayat kurmasına müsaade edilmemiş, bin liraya satılmış güzel bir işçi kızsa? Dahası, kibrinin, intikam ateşinin, şehvetinin altından çok güçlü bir adalet talebi çıkıyorsa ve bu sayede, boğaz boğaza geldikleri halde onu çocuğuna bağışlayan düşmanını ele vermeyecek derecede mertleşebiliyorsa?.. Buna benzer bir yığın iki taraflı, çok yönlü (yani ilkel değil, karmaşık) soru Orhan Kemal'in herhangi bir romanında, özellikle de Bereketli Topraklar Üzerinde, Eskici Dükkanı ve Hanımın Çiftliği gibi epik (eşkıya masalı değil tabii) anlatılarında sayıları roman başına beşi onu bulan ana karakterlerin her biri için (Pehlivan Ali yahut Yusuf, Hidayetinoğlu veya Cemile, Cemile'nin babası, Kabak Hafız ya da Gülizar, hele Topal Eskici, karısı, her iki oğlu, büyük oğlunun kızı, ortanca oğlu ilanihaye) ayrı ayrı, doya doya sorulabiliyorsa?
Bu şunu anlatır: Orhan Kemal'de hemen her karakter çok yakın plandan birinci el zihin akımları, konuşmalar ve hareketler sayesinde verilir. Ki bu karakterler gerçek hayatta olduğu gibi birdiğerini sınar, sınırlandırır, biçimlendirir, belirler veya aşar. Bir karakteri bir kerede baştan sona tanıtmaz yazar. Hattâ onu tanıttığını açıklamaz, hattâ sezdirmez bile. Çok kollu, salkım saçak bir yaşayış içindedir roman. Romanda naturalizmle psikolojik romanın içiçe geçtiği, birinin diğerini estetikleştirdiği bir üslubu var Orhan Kemal'in. Bu açıdan, benim bildiğim, Setinbeck'ler, Hemingway'ler, Jack London'lar sırasında değil, Faulkner'la aynı sırada görülmelidir. Zira mesela Steinbeck'teki ideolojik ironi Orhan Kemal'de sanatsal ironiye, hümanistik ironiye yerini bırakır. Hemingway'deki olayların hızı onda hızın olayları haline gelir. Jack London'ın romanın amacıyla özdeş bir bilinç veya tutumla doldurulmuş karakterlerinin yerinde Orhan Kemal anlatısının ufkunu yine başka insanlarda bulan (bilinçten çok vicdan, idealden çok dert sahibi) insanları vardır. Çokça klişe, birçok tipik unsur da kullanmıştır; ama Orhan Kemal'in insanları tek tek ve topluca, okuyucuya "hayatın rengi" diyebileceğimiz bir estetik merak/haz duyururlar.
Olay örgüsü, alttan alta akan masal kurgusu Bereketli Topraklar Üzerinde romanında yazar için erken denebilecek (1954'te; Orhan Kemal 40 yaşındayken) bir teknik billurluğa, yukarıda belirttiğimiz gibi matematiksel bir yüzde yüzlüğe erişmiştir. Öyle ki, abarttığımı düşünebilirsiniz ama abartmıyorum, bu romandan çıkarılacak, değiştirilecek tek bir bölüm, karakter, olay anı, diyalog parçası vb. unsur bulamazsınız. Öte tarafta yazarın 50'lerdeki kudretini 60'larda kaybetmeye başladığını görüyoruz; ki bunda siyasi ve toplumsal değişikliklere karşı takındığı tek taraflı tutumun rolü vardır. Önceki romanlarında rastlanmayan bir tarafgirlikle DP'yle ilgili herşeye kötü gözle bakar yazar.
Her ne olursa olsun, eseri hâlâ ("ilkel"!) okuyucuların elinden düşmeyen, en iyi romanları sık sık yeniden basılan, fakat buna rağmen eski adıyla "Türk aydını" şimdiki adıyla (milliyeti vurgulanmaksızın) "entelektüel" olan zatı muhteremin(!) okumaya, sindirmeye direndiği Orhan Kemal asıl okuyucu patlamasını romanımıza yeni bir akım, dolayısıyla yeni bir kişilik geldiği zaman yapacaktır inancındayız. Doğrusunu Allah bilir.
* snob: Toplumsal konum ve zenginliğe çok önem veren, alt toplumsal konumdaki insanları hakir gören, üsttekilere özenen, çoğunlukla da sahip olmadığı zihinsel (entelektüel) ve toplumsal özelliklere (bilgiye, zenginliğe, sanatsal zevke) sahipmiş süsü veren kimse.
|