"BEKÇİ MURTAZA" ÜZERİNDE ANALİTİK BİR ÇALIŞMA
"Gerçek olan öğrenmektir. Nereden, nasıl öğrenirsen öğren.
Nereden, nasıl öğrendiğin, diploman, hatta neler bildiğin de önemli değil.
Ne yaptığın önemlidir."
Orhan Kemal
I. Giriş
"Murtaza", 20. yüzyıl Türk edebiyatının başta gelen yazarlarından biri olan Orhan Kemal'in (1914-1970) ölümsüz eserlerinden biridir. İlk baskısı 1952 yılında yapılan roman, 1964 yılında genişletilerek yeniden yazılmıştır. Orhan Kemal, 1969 yılında romanını "Bekçi Murtaza" adıyla oyunlaştırmıştır. Bugüne değin pek çok kez sahnelenen "Bekçi Murtaza" iki defa da sinemaya uyarlanmış; ilkinde Müşfik Kenter, ikincisinde Müjdat Gezen tarafından başarıyla canlandırılmıştır.
Bu yazı, Orhan Kemal'in "Bekçi Murtaza" tipinden hareketle, toplumsal hayatımızda sıkça karşımıza çıkan "gerçek Bekçi Murtazalar" üzerinde "analitik" bir çalışma denemesidir.
II. "Bekçi Murtaza" Tipinin Genel Özellikleri
"Bekçi Murtaza" tipinin genel özellikleri şu şekilde ifade edilebilir:
• Dar görüşlüdürler. Hayat, onlar için siyah ve beyazdan ibarettir. Başka renklerin de olabileceğini kabul etmek, onlar için dayanak noktalarının (=varlık nedenlerinin) yıkılması anlamına gelir. Bu yüzden "mevzilerini" ölümüne korumaya çabalarlar. Mevzi diye kendilerini paraladıkları yerin 2 metrekarelik bekçi kulübesi olması onlar için önem arz etmez.
• Uzlaşmacı değil inatçıdırlar. İnatçılıklarının temelinde sağlam bir dünya görüşü yatmaz, esasen sağlam bir dünya görüşünü destekleyecek bilgi ve birikimden yoksundurlar. Kendi dünya görüşlerinin sorgulanmasından korkarlar. Bu bağlamda, içe dönük ve dolayısıyla dışa kapalı bir yaşamı yeğlerler.
• Karşıt görüşleri zekalarıyla (!) değil; zor kullanarak, sindirerek, gerekirse terör estirerek bastırmaya eğilimlidirler. Düdük öttürmek için bilgi, birikim ve donanım gerekmez.
• Kasıntı tiplerdir. Varlıkları bile insana kasvet ve sıkıntı verir. Duruşlarına ekşimsilik, bakışlarına bönlük hakimdir. Saldırgan tavırlı ve neşe katilidirler. Empati ve sempati yoksunudurlar.
• Kendilerini "nedense" çok önemli görürler. Yaptıkları işin dünyanın en önemli işi sanırlar ve herkesin kendilerine hayran olmasını beklerler. Oysa, aklı başında herkes onlara acı acı gülmektedir.
• Amirleri olmadan yaşayamazlar. Kraldan çok kralcıdırlar. Emir almak onlar için su gibi, ekmek gibi yaşamsal zorunluluklardandır. Onlar için "başarı", sadece ve sadece amirlerinden taltif görmektir. Bu anlamda, bir kişiliklerinin olduğu da söylenemez. İşin tuhafı, amirleri bunları adam yerine bile koymaz. Tebessüm edilen, alay edilen bir "nesne" olduklarını hiçbir zaman anlayamazlar. Bu yönüyle de "acınacak" insanlardır.
• Namuslu ve dürüst görünürler. Ancak namus ve dürüstlük anlayışları şekli bir takım davranışların ötesine geçemez.
• Düşünerek, analiz ve kıyaslama yaparak değil, "ezberleyerek" öğrenirler. Bu yüzdendir ki, "ezberlerini bozan" en ufak bir düşünceye delice bir kin beslerler.
• Kendi içlerinde tutarlıdırlar ve çelişkileri yoktur. Çünkü düşüncelerini sınayacak otokontrol mekanizmalarını bile-isteye ellerinin tersiyle iterler. Etrafı mutantan duvarlarla örülü kısır bir düşünce dünyası içinde nefes alıp verdiklerinden, doğal olarak tutarlı bir çizgide yaşamlarını idame ettirirler.
• Demokrat değildirler. Karşıt görüşlerin ifade edilmesi, ifade edilmesi ne kelime, karşıt görüşlerin olabileceği bile onları huzursuz kılmaya yeter.
• Görev adamıdırlar. "Görev" diye bildikleri de, amirlerinin direktiflerinden ibarettir. Bu yönüyle idare edilmeye, "güdülmeye" pekala elverişli bir tabiatları vardır. Tek parti yönetimlerinin ideal vatandaş numunesidirler. Kendilerine emir verecek insanlar bir şekilde ortadan kalksa sap gibi ortada kalırlar. "Kendi başlarına" bir kıymetleri yoktur.
• Özgürlükçü değil yasakçıdırlar. İnsanları fiillerine göre değil, kendilerince varsaydıkları "niyetlerine göre" konumlandırırlar. Sorunları kuru bir tahakkümle, jakobence, tepeden inmeci yöntemlerle halledeceklerini zannederler, fakat sorunun asıl kendilerinden kaynaklandığını asla anlayamazlar.
• Konuştukları kelime sayısı yetmişi geçmez, ki bu yetmiş kelimenin önemli bir kısmı küfürdür. "Seviye" lügatlarında bulunmaz. Yazıyla zaten araları yoktur. Elifi görseler mertek sanırlar.
• Haindirler. İçinden çıktıkları toplum katını küçümser ve hor görürler. Farklılıkları; öze değil, şekle ilişkindir. Düdüksüz, copsuz ve üniformasız olduklarında ruhen çıplaklaşırlar.
• Bekçilik o denli ruhlarına işlemiştir ki, bulundukları her "yerde" gelip geçenleri kontrol etmek, kafa yapısına uymayanları dışarı çıkarmak gibi akla ziyan hareketlerde bulunurlar.
• Devekuşu tabiatlıdırlar. Gerçeklere gözünü yummayı çok kolay başarırlar. Saf tuttukları çevrenin (grubun, partinin vs.) ona empoze ettiği kalıpları kör değneğini beller gibi bellemişlerdir. Sınırları başkalarınca çizilmiş bir alanda yaşadıklarını sanırlar. Özeleştiri yapma yetenekleri yoktur.
III. Sonuç
Üzerinde analitik çalışma yaptığımız "Bekçi Murtaza" tipi, toplumsal yaşamda karşılığı ve çeşitli türevleri olan gerçek bir varlıktır. Unutmamalıyız ki, her an her yerde Bekçi Murtazalar karşımıza çıkabilir. Gerçek Murtazalar, çeşitli mesleklere mensup olabilirler ancak mesleki unvan ve kıyafetlerinin altında bozulmamış "bekçi" hüviyetlerini muhafaza ederler. Tedavileri zor hatta imkansız olan bu insanları, mümkün mertebe yok saymak, boş laflarına kulak tıkamak ve kendi hallerine bırakmak sanırım en akılcı davranış olur. Çünkü sözden anlar fıtrata sahip değildirler.
Aziz Baysal
[email protected] |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|