“1953-54 kışı. Vakit gece. Dışarda sulusepken, kendini Haliç Feneri’nin ahşap evleriyle ıssız sokaklarına kaldırıp kaldırıp vuruyor. Tükürseniz donacak bir soğuk hakim dünyaya. Karımla çocuklarım, her zamanki örtülerinin üzerine evde ne kadar battaniye, kilim varsa almış, birbirlerine sokularak çoktan uykuya geçmişler.”
Ev kirası ayda kırk liradır; cebinde tramvay parası dahi yoktur. “Bir ara, kendini sigorta ettirip bir hususi’nin altına atmak, bu suretle sigortadan alınması mümkün parayı çocuklarına bırakmak gibi çılgınca fikirler”e kapılır.
Ve o gecenin ayazında, gazocağında ısınarak “72. Koğuş”u yazar ve ertesi gün su bardağında bilediği jilet ile tıraş olduktan sonra Cağaloğlu’na çıkar, hikayesini satmak için…
Umudu, hikayesini verdiği dergi yöneticisinden alacağı küçük bir avanstır; çünkü avans et, ekmek, bir şişe Marmara şarabı ile bir avuç mangal kömürü demektir.
Ama karşılığı “Eserinizi okuyalım. Mümkünse bize yarın uğrayın,” olacaktır.
Ertesi gün gittiğinde dergi sahibinden değil de odacısından “Sanat müşavirimiz müstehcen buldu, müsveddelerinizi buyurun!” yanıtını alınca şöyle diyecektir:
“Elimde müsveddem, dolaşan ayaklarımla magazin idarehanesinden çıkıyorum. Kar dinmiş, güneş soğuğu kırmış. Dünya pırıl pırılmış. Bana ne? Bu pırıl pırıl, bu şıkır şıkır dünyadan o kadar uzağım ki; alamadığım avanstan çok, yaptığım işin anlaşılamaması...”
O adı bilinmez “müşavir”in “müstehcen” bulduğu hikayeyi Orhan Kemal’in yazdığını, “72. Koğuş”un da bugün edebiyatımızın başyapıtlarından biri olduğunu söylemeye gerek var mı?
Işık Öğütçü, Everest Yayınları arasında çıkan “Önemli Not!” başlıklı kitapta babası Orhan Kemal’in kişisel tarihinin gün yüzüne vurmasına aracılık ediyor.
“Önemli Not!” iki bölümden oluşmakta: Birincisi, Orhan Kemal’in yarım kalan “Murtaza 2” ve “93 Harbi” romanları; ikincisi, seçilmiş düzyazıları…
Öğütçü, “Murtaza 2’de babam bize anlattığı kadarıyla, Müfettişler Müfettişi ve Üçkağıtçı’nın kahramanı milletvekili Kudret Yanardağ ile Murtaza’yı Ankara’da, Meclis’te karşı karşıya getirecekti…” diyor.
“93 Harbi” ise Orhan Kemal’e göre “Romancının Romanı”… Üzerinde on yıldır çalıştığı ve dört cilt olarak tasarladığı bu romanda da babaannesinden başlayarak Osmanlı dönemindeki Jön Türkleri, aydınların kanunsuzluklara karşı hareketlerini, babasının yaşam serüveni içinde Osmanlı devletinin çöküşünü, Milli Mücadele, Kurtuluş Savaşı’yla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, babasının siyasi çalışmalarını, yurt dışına gidişini, demokrasiye geçişi, çok partili dönemi, 6-7 Eylül olaylarını ve 1960 İhtilali’ni anlatacakmış…
Bir büyük nehir-roman yani… Işık Öğütçü’nün de dediği gibi, yakın tarihimizin bir romancı gözüyle panoraması olacaktı.
Orhan Kemal’in “seçilmiş düzyazıları” ise onun ne kadar iyi bir gözlemci olduğunun kanıtı... İkbal Kahvesi, özellikle Tahtakale üzerine yazdıkları yakın zaman İstanbul’unun olağanüstü bir fotografisi… Sait Faik, Halikarnas Balıkçısı ve Asaf Çiyiltepe üzerine yazdıkları ise sanatçı duyarlılığının bir göstergesi…
Ve kendi kaleminden hayat ve sanat serüvenini anlattığı yazısı, ki yapıtlarını okuyacaklar için hayatının ve sanatının kapılarını açacak bulunmaz bir anahtar…
BİR “ÖNEMLİ NOT” DAHA: Orhan Kemal’in “Murtaza” romanı, 1986 yılında Ali Özgentürk tarafından “Bekçi” adıyla sinemaya aktarıldı. Işıl Özgentürk’ün senaryosunu yazdığı “Bekçi”de Murtaza’yı Müjdat Gezen canlandırdı. Refik Durbaş olarak benim de bu filmde küçük rolüm var, Orhan Kemal’e sevgi nişanesi olarak… Halil Ergün fabrika müdürüdür, Murtaza bir hırsızı yakalar ve gece vakti müdürünün köşküne getirir. İşte bu sahnede, köşkün kapısını açan, yani kapıcı rolündeki oyuncu Refik Durbaş’tır.
KUTU… KUTU… KUTU…
CEBİM NE ZAMAN PARA GÖRÜR?
Mehmed Kemal, bir “öğle rakısı”nda anlatmıştı.
Yarattığı “Murat Davman” adlı kahramanının maceralarını anlattığı, bir dönemin polisiye roman yazarı, gazeteci Ümit Deniz ile bir “öğle rakısı”nda buluşurlar.
Birkaç kadeh içip, sohbet edeceklerdir.
Mehmed Kemal, lokantanın bir köşesinde Orhan Kemal’in demlenmekte olduğunu görür.
Ünlü romancımızın önünde bir büyük kalkan... İştahla kalkanı yerken rakısını da yudumlamakta... Kalkan bitince Orhan Kemal bir tane daha söyler. Bu, Ümit Deniz’in de dikkatini çeker, “Kalkan güzel mi?” diye sorar.
“Nefis” der Orhan Kemal yalnızca...
Bunun üzerine birer tane de Mehmed Kemal ile Ümit Deniz söylerler...
Ama önlerindeki balıktan daha iki çatal almışlardır ki, Orhan Kemal bir kalkan daha sipariş eder. Üçüncü kalkanı da görünce Ümit Deniz dayanamaz artık...
“Yahu Orhan” der, “anladık balık güzel, ama sen kalkandan başka bir şey yemez misin?”
Orhan Kemal, gözlerinin içi gülerek, “Geçen yıl, bir bu zaman yemiştim” der ve ardını getirir: “Bu yıl ilk kez yiyorum. Gazetenin birine bir roman iteledim. Parasını da aldım. Şimdi kalkan mevsimi. Güzelce bir kalkanın lezzetine varayım. Bir daha romanımı kim alır, kim para verir, benim cebim ne zaman para görür, ne zaman bir daha kalkan yerim? Anladınız mı şimdi niye doyasıya kalkan yediğimi?”
|