1960’lı yıllarda almaya başladığı göçle birlikte gecekondulaşmanın ilk filizlerinin atıldığı İstanbul’un, dönemin politik ortamının, bu ortamın yarattığı toplumsal yapının ve kimliklerinin panoramasını yansıttır ‘Gurbet Kuşları’nda Orhan Kemal.
ESRA KARATAŞ
Orhan Kemal (asıl adıyla Mehmet Raşit Öğütçü) 1914 Adana Ceyhan doğumlu. Orhan Kemal’in babası Apdülkadir Kemali Bey, 1920-1923 döneminde milletvekilliği, Adliye Bakanlığı yapmış, Adana Ahali Cumhuriyet Fırkası’nı kurmuş, daha sonraları partisinin kapatılması üzerine Suriye’ye kaçmıştı. Bu durum ortaöğretimini yarıda bırakarak Beyrut’a gitmek zorunda kalan Orhan Kemal’in kişiliğinin oluşmasına, bunun edebiyatına yansımasına önemli katkılar sağlayacaktı. Avukatlık mesleğini Beyrut’ta icra edemeyen babasının, annesinin altınlarını bozdurarak bir lokanta açması, 17 yaşındaki Orhan Kemal’i bir zamanlar milletvekilliği yapmış bir babanın oğlu olmaktan çıkarıp, lokantacı bir babanın garson oğlu haline getirmiştir. İşçi sınıfıyla o zamanlardan yakınlaşan Orhan Kemal duygularını şöyle ifade eder: “...Tıpkı onlar gibi, ceketlerimiz omuzlarımızda, onların bastıkları parkelere basmak gururu içinde, iş güç sahibi insanlardık.”
İşçi sınıfı ile bu tanışma yıllarca devam edecek, basımevlerinde, çırçır fabrikalarında işçilik, kâtiplik, ambar memurluğu, inşaat işçiliği, Devlet Demiryolları’nda ‘muvakkat hamal’, nakliyecilik yapıp sonra bir ‘Gurbet Kuşu’ gibi geldiği İstanbul’da geçimini yazarlıktan sağlayacaktı. İçinden çıktığı toplumu edebiyatına ustalıkla ve tam bir gerçeklikle yansıtan Orhan Kemal, kullandığı sokak ve halk dilini, onların diyaloglarını kitaplarında arı bir dille kullanmıştır. Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi halk diline yakın olmak için ada vapurlarında, yolcuların konuşmalarına kulak misafiri olmasına gerek kalmamış, yine Hüseyin Rahmi gibi kadınların konuşmalarını dinleyebilmek için dolaplara saklanması gerekmemiştir. Hayatın ta içinden gelmiş, bunu edebiyatına bütün geçekliğiyle yansıtmış, bize de işçi sınıfının gözünden bakan bir edebiyat kazandırmıştır Orhan Kemal.
1960’lı yılların siyasi ve toplumsal profilini ustalıkla çizdiği kitabı Gurbet Kuşları, Orhan Kemal’in sözünü ettiğimiz bakış açısını incelemek bakımından bereketli bir malzeme sunar.
İflahsız Yusuf’un İflahlı Memed’i
Roman, kuşluk treniyle İstanbul’a gelen Gurbet Kuşu İflahsızın Yusuf’un -‘Bereketli Topraklar’dan köyüne gazocağı getirebilen- Memed’in Haydarpaşa’ya inmesiyle başlar. Bütün saflığı ve uyanıklığı ile geldiği İstanbul’da, elinden tutacağını umduğu hemşerisi Gafur Ağa, Memed’e şehirli cinliğinin ne demek olduğunu bizzat göstererek anlatacaktır, üzerine biraz da köylü kurnazlığı serperek hem de. Fakat İflah olmaz Yusuf hedefe kilitlenmiş uyanık bir köylüdür. Hedefine emin adımlarla ilerlerken, ona İstanbul macerasında Çukurova görmüş babasının, emmisinin şu öğütleri kılavuzluk eder:
“Delinmedik kabağa girmeli”
“Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı de, sakalına tarak vur”,
“Sen sen ol şehirlinin dolabına girme”,
“Nikahlı avrada dolanma”
Hedef nedir: İstanbul’da para kazanmak, babası gibi duvar ustası olmak, okuma yazma bellemek, bubasını, kardaşlarını, Ümmü’yü kendi el yazısıyla yazdığı mektupla İstanbul’a çağırmak...
Tümü sakınılması, güvenilmemesi gereken birer cin olan şehirlilerden olmak için, şehirde doğmuş olmak gerekmez; şehirde yerleşmiş, pişmiş ve böylece şehirlileşmiş olanlar da bu cinlerden sayılırlar. ‘Ağzı, dişi senin benim gibi olup, şehirli olanlar da vardır’, böyle tarif eder şehirli olmayı, -bekar odasına düşen, haraç karşılığı ‘Gurbet Kuşları’na iş bulan, ihtiyar- Hacı Emmi.
Romanda ortalık sonradan şehirli olan köylü cinlerden geçilmez. Buna en güzel örneklerden biri de Gafur. Eski Kabzımal Hüseyin Ağa, yeni İnşaat Müteahhidi Hüseyin Beyefendi’nin yanında, onun sağ kolu gibi çalışır. Hüseyin Bey de ‘Gurbet Kuşu’ olarak geldiği İstanbul’da patronunun karısını ayartıp, adamı zehirlemiş, hal’deki dükkanın ve bütün malların sahibi olarak kendisi patron koltuğuna oturmuş köylü cinlerdendir. Bu noktada Eskici Dükkânı’nın Resul Ağa’sını hatırlatıyor bize. Çalıştığı çiftliğin geliniyle bir olup kocasını zehirlemiş, çiftliğe çöreklenmiş olan Resul Ağa’yı. Kendine uygun ortam yaratmayı bilen kabzımal daha sonra Ankara’yla arası iyi, astragan mantolu, aynı kumaştan kalpak biçiminde şapkası, ojesi, ruju, ayakkabıları gibi kendisine yakışan çatık kaşlı genç kadınla evlenmiştir.
Köylü ya da şehirli, böylesine çürümüş insanların bolluğu, dönemin panoramasına fazlasıyla denk düşer. Hükümetin kendi burjuvasını yaratma çabası, Başbakanın ‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!’ politikası sonucu neredeyse her mahalleden türeyen onlarca milyoner, bankalardan söğüşledikleri kredilerle, yatırım alanlarını genişletiyor, serpildikçe serpiliyor, bu da yetmezmiş gibi dönemin hükümetinden, 6–7 Eylül olaylarıyla azınlıkların hakkına tecavüz etme cüretini de alıyordu.
Orhan Kemal’de ‘baba’ figürü
Tüm bunların yanı sıra, gücünü sadece emeğinden, çalışkanlığından ve kendine olan inancından alan bir kesim de vardır. Köşkün hizmetçisi Ayşe, onun Hatice ablası -Zeytinburnu’nda iki göz gecekondusunda, kocası ve çocuklarıyla yaşayan- İflahsızın Yusuf’un Memed ve bir de Memed’e yol gösteren, okuma yazma belleten, babasından duvarcı ustalığı öğrenmesini sağlayan Kastamonulu. Memed Kastamonulu’yu şöyle tarif eder: ‘Kastamonulu gibi yoktu bilgiliydi oğlan, kravatlılara efendi gibi karşılık vermiş, yıldırmıştı. Adam kitap okudukça bilgisi artıyor, bilgisi arttıkça kitap okuyası geliyor diyor’ (s.140).
Gurbet Kuşları’nda, Orhan Kemal’in diğer romanlarıyla ortak noktalara rastlamak mümkün; Eskicinin Oğulları ve Baba Evi’ndeki ‘baba’ figürü gibi. Gurbet Kuşları’nda da Memed’in huzurunu bozan, kendi rahatı uğruna oğlunu yerinden eden, evlendiği kıza karşı çıkan, iflah olmaz bir babaya rastlıyoruz. Eskicinin Oğulları’ndaki Zeliha gibi, Gurbet Kuşları’nın Ümmü’sünün de ağabeylerini sevip sevmediği bile anlaşılmaz. Bu romanda da yine akıllı, sağduyulu erkek karakterler, kendilerine destek olan, çalışkan, güvenilir işçi, emekçi kızlarla evlenir, hayatın yükünü omuz omuza taşırlar...
Romanlar arasındaki en önemli ortaklığın biçimsel ve anlatımsal nitelikler olduğunu unutmamak gerekiyor. Diğer romanlarda olduğu gibi Gurbet Kuşları’nda da karakterler kendi şiveleri ile konuşurlar. Yazar kimi zaman anlatıcı olarak girse de araya, karakterler olayı çoğunlukla kendi iç konuşmaları ve diyaloglar ile aktarırlar. Anlatım olarak bir süslemeye, sonu gelmez betimlemelere gerek görmez Orhan Kemal; her şeyi olduğu gibi, basitçe, tüm doğallığıyla verir. Ancak hayatın, halkın, işçi sınıfının içinden gelerek, aynı zamanda çok iyi gözlemci olarak romandaki tüm bu kahramanları, bu denli kanlı canlı kılabilir bir yazar. Toplumsal değişim ve dönüşüm konusundaki yargılarının arkasında büyük bir iyimserlik yatar; geleceğe inancını şu sözlerle ifade eder Kemal: ‘Ben halkın içinden geldim, onlardan biriyim, birtakım şartlardan dolayı bilgisiz, görgüsüz, pis kalmış insanların imkâna kavuştuklarında, değişip gelişeceklerine, uygarlaşacaklarına inanıyorum. En kötü insanı içinde yaşadığı toplum yaratıyor. Dünyanın gelecekte düzene gireceğine, düzenli toplum insanlarının daha mutlu olacağına inanıyorum’.
Sonuç olarak, 1960’lı yıllarda almaya başladığı göçle birlikte gecekondulaşmanın ilk filizlerinin atıldığı İstanbul’un, dönemin politik ortamının, bu ortamın yarattığı toplumsal yapının ve kimliklerinin bir geçit resmidir Gurbet Kuşları. Çizdiği akıllı, sağduyulu, gücünü kendinden alan işçi sınıfı profiliyle, emekçinin dişlerinden tırnaklarından attırarak yapmaya çalıştıklarını yıkmaya gelenlere karşı nasıl ayağa kalktığını Ayşe’nin ağzından söyletir Orhan Kemal: ‘Kalk lan kalk. Gene yaparık yenisini’.
Orhan Kemal, Gurbet Kuşları, Everest Yayınları, 372 s.