Okunacaksın Orhan Kemal… Yeniden, yeniden…
Işık Öğütçü ile Orhan Kemal’i ve yapıtlarını konuştuk.
Gamze AKDEMİR
“Önemli Not!
Bu dosyada Murtaza’nın ikinci cildini yürütecek olan müsveddelerle, 47. sayfaya kadar tape edilmiş bölüm vardır. Tape edilmiş bölüm üç nüshadır. Geziden dönüşte devam edilecektir. (Tabii kısmetse… ki elbette kısmettir.)”
2 Nisan 1970 / Orhan Kemal
Böyle yazıyor 2 Nisan 1970 tarihinde, kendisine düştüğü notta Orhan Kemal. Ama notun sonunda umduğu üzere kısmet olmaz devam etmek ne yazık ki. O gezide yaşamını yitirir. “Murtaza”yı tamamlamak ise oğul Işık Öğütçü’ye kısmet olur. Işıt Öğütçü gelecek kuşaklara ve araştırmacılara ışık tutması, kaynak olması amacıyla sadece “Murtaza 2”yi değil, Orhan Kemal’in bitiremediği bir diğer romanı olan “93 Harbi”ni de yayına hazırladı. “Önemli Not” adıyla. Everest Yayınları tarafından yayımlanan kitapta, sadece bu iki romanı sunulmuyor Orhan Kemal’in, çeşitli tarihlerde çeşitli konular hakkında yazdığı düzyazıları da yer alıyor. “Önemli Not!”, yarım kalan iki romanının gidişatı konusunda nefeslerimizi tuttururken, düzyazılarıyla Orhan Kemal’in düşünce zenginliği, yaşama, sanata, eleştiriye bakışını da tazeliyor belleğimizde.
Işık Öğütçü ile Orhan Kemal ve “Önemli Not!” üzerine konuştuk.
- Önemli Not!”u yayıma hazırlarken hangi duygularla hareket ettiniz?
- Büyük bir yazarın anısına saygının yanı sıra ‘tamamlanmamış eseri’ örneği olarak gelecek kuşaklara ve araştırmacılara kaynak olmasını amaçladım. Bu dokümanların pek çoğu mevcuttu, 2000 yılında ailenin ortak kararıyla Orhan Kemal Müzesi’ni açtığımızda bu tür çalışmaların, belgelerin günışığına çıkacağı da aşikardı, fakat çeşitli yerlerde, bölük pörçüktü ve toparlanması, değerlendirilmesi için tam zamanlı yoğun bir çalışma gerekiyordu. Müzeyi açarken bu yoğun tempoya girince süreç işlemeye başladı.
- Bu süreç size neler kattı?
- Babamı çok daha iyi tanıdım.
- Orhan Kemal’in ‘not’unu açar mısınız? Neler düşünüyordu “Murtaza 2” ve “93 Harbi”nin gelecek örgüsü için?
- “Murtaza 2”de bizlere anlattığı kadarıyla, “Müfettişler Müfettişi” ve “Üçkağıtçı”nın kahramanı milletvekili Kudret Yanardağ ile Murtaza’yı Ankara’da, Meclis’te karşı karşıya getirecekti. “93 Harbi”ni ise ki kendisi buna “Romancının Romanı” da diyordu, hayli uzun bir roman şeklinde tasarlamıştı. Babaannesinden başlayarak, Osmanlı dönemindeki Jön Türkleri, aydınların kanunsuzluklara karşı hareketlerini, babasının yaşam serüveni içinde Osmanlı Devleti’nin çöküşü, Milli Mücadele, Kurtuluş Savaşı’yla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, babasının siyasi çalışmaları, yurtdışına gidişi, demokrasiye geçiş, çok partili dönem, 6-7 Eylül olayları, 1960 İhtilali, yaşasaydı 1970’ten sonraki tüm siyasi olaylar da içinde olacak şekilde dört ciltlik bir sel roman düşünüyordu. Ben de tüm bunlardan hareketle bu çalışmayı yaparken özgün metne sadık kalmaya çalıştım.
- Yaşamda sıradan olan veya olmayan hiçbir anı ıskalamamış. Sokaktan geçen biri mesela, içimizden biri ya da bizle alakası olmayan biri fark etmez ki fark etmemiş, hep notlamış Orhan Kemal. Bunlar da bir bilgi-belge cenneti olsa gerek?
- Kesinlikle, küçük küçük defterleri var babamın. Bu not defterlerinden öyküler çıkarıyor, romanlarına pasajlar ekliyor. Hepsi farklı konular, farklı karakterler.
- “Önemli Not!”taki yazılarından birinde diyor ki; “Bütün hayatım pratikle, tecrübeyle geçti. İnsanların arasında yaşadım. Sokakta yürürken, tramvayda otobüste, parkta, kahvede nerede olursam olayım bir konuşma duyduğum zaman bundan işlenecek bir şeyler çıkartıyorum.”
- Evet inanılmaz bir gözlemci. Düşünce yapısına baktığımızda da o dönemin en önde gelen toplumcu yazarlarından biri tabi. Kitaplarına ilk kez işçiyi, kadın unsurunu, gençlik mücadelelerini sokuyor, kalemini sakınmıyor. Yazarın halktan biri olduğunu, halkın içinde yaşadığını, halkın gören gözü, duyan duyusu ve söyleyen ağzı olduğunu ifade ediyor. Ve bunlar ilk. Bu ilkler yazarları, sanatçıları tarih boyunca hep ölümsüz kılmıştır. “Önemli Not!”un oluşumunda da daha bir farkettiğim bu gerçekler harekete geçirdi. “Önemli Not!”, ‘Orhan Kemal nasıl yazdı, hangi duygularla yazdı, nelerden etkilendi, yaratısını neler harekete geçirdi’ sorularının yanıtlarının zihnimde daha netleşmesini, daha içselleşmesini sağladı.
- Oğul babayı kıskandı mı hiç?
- Kıskanmamak elde değil. Eserlerine o kadar da hakim olmadığım zamanlarda ‘Roman güzel gidiyor, ama bu tempoda eninde sonunda bir yerde takılıp kalacaksın. Yani kayaya çarpacaksın’ diye düşündüğüm olurdu.Onu daha iyi tanıyıp okumaya devam ettiğimde ise bir bakardım, iki kelime sürpriz iki cümleyle olayı öyle bir döndürüp başka yere gönderiverirdi ki o kıvraklığa hayran olmamak imkansızdı. Birçok yazar o kayaya çarpar orada, tıkanıp kalır. Düzeltebilmek için de iki yıl düşünür. Ben düşünüyorum doğrusu. Babama bir söyleşisinde ‘en kolay yazdığınız eseriniz hangisidir?’ diye sormuşlar. 20 günde “Vukuat Var”ı yazmış. Sen bir şey yazmıyor musun diye soruyorlar. Şimdi ben ne yazarsam yazayım önümde Orhan Kemal gibi bir dağ var. Babam da Nazım’a aynen bunu söylemiş; ‘Ben şair olamazdım çünkü önümde kocaman bir Nazım Hikmet var.’
- Bursa Cezaevindeyken Orhan Kemal’i yazıya yönlendirenin Nazım olduğunu biliyorduk ama kitaptaki 15 Eylül 1953 tarihli yazısında ise ayrıntılarıyla öğreniyoruz.
- Evet, Nazım’ın, “Aman kardeşim, bırak şiiri. Sen nesir adamısın. Hikaye yaz, roman yaz!” demesi harekete geçiriyor babamı. Hapisten çıktıktan sonra da hikayeye devam etmekle beraber daha çok roman üzerinde duruyor. Fakat bu arada Nazım, her ne kadar şiiri bırak dese de içlerinden 20 kadarını ayrıca değerlendirip, bir şiir kitabında toplamasını önermiş. 2000 yılından sonra o da bana kısmet oldu.
- Kendimizi tenzih ederek soruyorum, neden Orhan Kemal’i yeterince okumadık?
- Bunu beni çok mutsuz eden bir gelişmeden bahsederek yanıtlamaya çalışayım. NOTOS Öykü’de yakın zaman önce bir liste yayınlandı. Orada ölmeden önce okunması gereken yerli ve yabancı toplam 40 yazar sıralandı. İçlerinde Orhan Kemal yoktu. Seçici bir kurulca belirlendiği ifade edilen bu liste için her bir üyenin 10 tane isim önermesi istenmiş ve önerilenler içinde en çok oyu alan yazarlar listeye dahil edilmiş. Şimdi bu durumda bu Seçiçi Kurul üyeleri arasından Orhan Kemal’in adını söyleyen üyeler mutlaka vardır ama anlaşılan o ki yeterli oyu toplayamadığı için listeye dahil edilmemiş. Bu arada listede yer alabilen yazarların sadece 12 tanesinin yerli olduğunu belirtmek isterim. Aralarında bir Sabahattin Ali, bir Aziz Nesin, bir Fazıl Hüsnü Dağlarca, bir Orhan Veli’nin olmadığını da... Yabancılarda da bir Gorki, bir Steinbeck, bir London yoktu. İnanılır gibi değil. Unutmak ve unutturulmaktır bu. Özdemir İnce’nin, o listeye giremeyen Orhan Kemal için yazdığı yazıdan bir alıntıyı burada anımsatmak isterim: “ Bereketli Topraklar Üzerinde, Murtaza, Cemile benim için birer başyapıttır. Bu kitapları okumadan roman ve öykü yazmaya kalkışanları “Yazar” Orhan Kemal’i okumadan Kafka, Proust, Borges, Perec, Pamuk ve postmodern taifesini okuyup bayılanları da “okur” say(a)mam. Bereketli Topraklar Üzerinde, Eskici ve Oğulları, Cemile ve Murtaza’nın yazınsal varlığından habersiz ademe Tanrılar bile yardımcı olamaz. Orhan Kemal Türk edebiyatının “Sirkeci Garı”dır. Gerçek yazarlar konusunda “Unutulmak” fiilinin kullanılmasına razı olamam. Gerçek yazar ‘Var’dır, avam beğenilerin ilgili duyamaması onu değil fakat beğeni sahiplerini ‘Yok’ durumuna getirir.” Bir de Tahsin Yücel’in ironik bir dille, ‘Orhan Kemal’in çok büyük suçu vardır, çok kitap yazmıştır.Eleştirmenler bu kadar kitabı okumaya zaman bulamamışlardır.’ demesini hiç unutmam.
- Orhan Kemal’in bu suçunu açalım isterseniz. Sürekli yazıyla iç içe geçme, bir çeşit trans halinde gibi olduğunu okumuştum. Daktilosunun başına geçmesi yetiyordu değil mi?
- Çok doğru daktilo başına geçtiğinde roman bitmiştir zaten, öylesine bütünleşirdi. Bir yazısında şöyle der; “Rahat yazarım. Kendi kendimle barışıksam, yani moralim düzgünse, çalışırken yanımda top atsalar vız gelir. Çoğu sefer kahvede, bir masaya oturur, başlarım yazmaya... İnsanlarla beraber, onların gürültülü havası içinde yazmak ne güzeldir!” Unkapanı’ndaki evde çok tanık olurdum o gürültülü daktilo yazmasına. Kapısını kapar, aralıksız yazardı. Yıllar sonra anladım ki “Murtaza”yı yazıyorsa onu yaşıyordu, onunla dolu olarak yazıyordu. Daktilosunun ritminden dağlar aştığını, ovalarda koşuşturduğunu, kahramanlarından birinin yaşadığı coşkuyu ve acıyı daktilo yazmasında hissedebilirdiniz.
- Halkı, yaşamı hep yalın, gerçek haliyle ele almış. Hatta ‘Hikaye ve romanlarımda anlattıklarınız gerçekten oldu mu?’ diye soranlara çok da güzel bir yanıtı var: ‘Olabilir, olup duruyor...’
- Tabi eserlerinde çaycıya seslenen vatandaşın ‘hoop usta iki orta kahve’ demesi de vardır, hayalleri yıkılmış genç kızın kalbindeki fırtınalar da. Evlilik arifesindeki mutlu gençler de, babası ölmüş evlat da, geçim derdi belini bükmüş insanlar da.
- Ama asla arabesk değil.
- Asla. Sadelik en güzel niteleme onun için. İnsanları ağlatabildi, güldürebildi, düşündürtebildi. Ve bunu çok doğru bir şekilde yaptı. Umutlu ve iyimser bir insandı. Onca sıkıntı içinde yine de eğlenirdik, gülerdik, mutluyduk. Mesela babam bazen şam fıstığı getirirdi eve, şam fıstığını çok severdik.Aile fertlerine bir kahve fincanı ölçüsünde pay edilirdi ve keyifle yenilirdi. Böylesine yaşamın içinde olan bir insandan farklı bir tempo, bire bin katılmış sahte öyküler beklenemez. Hayatı halkın yaşamıyla aynı şekilde sürdürmüş, ıstıraplarını onlar gibi çekmiş, keyiflerini onlar gibi yaşamıştır Orhan Kemal.
- Siyasi öngörülerinden de bahsetmenizi isterim. Yaşadığı dönemi yapıtlarında adeta kayıt altına da almış olan Orhan Kemal’in yazdıklarının çoğu bugün gözümüzün önünde cereyan ediyor.
- ‘İnsanlığın, insanlık tarafından, insanlık için yönetilme çabası adına sanat’a inandığını ifade etmiştir Orhan Kemal. “Önemli Not!”ta da vardır, ‘Mustafa Kemal bu halkla mücadele verdi, Kurtuluş Savaşı yaptı, kazandı ve bir ülke kurdu. Kimilerinin beğenmediği, çarıklı dediği insanlardan bir ulus yarattı’ diyor mesela. İnsanı seviyor, onlara inanıyor ve hep umutlu. Bir kere güvenmiş insanlara, kimseye burun kıvırmamış. Her gün memleketi kurtaran yazılar yazanlara tavsiyem Orhan Kemal’in bir “Eskici ve Oğulları”nı okusunlar. Orada da nereden nereye gelindiğini, bundan sonra neler olacağını çıkartabilirler. “Murtaza” da da bu vardır, bunu diğer eserlerinde de görebilirsiniz.
- Prensiplerinden, inandığından zerre şaşmayan, çoğu zaman fikri sabit yer yer de hayli huysuzdur Murtaza malum. Murtaza bugün yaşasaydı, ne telden kükrerdi mevcut gidişata, konjonktüre? Murtaza bir dile geliversin…
- ‘Yanlış yapıyorsunuz be efendiler’ derdi bir kere. O başka bir inanmış insan, onun doğruları var. “Murtaza”yı her yöne çekebilirsiniz. Yeri geliyor Murtaza’ya kızamıyorsunuz, bir bakmışsınız müthiş kızıyorsunuz. Onu sadece ve sadece her şeyin iyi olmasını isteyen biri olarak da yorumlayabilirsiniz; lanet, insanı bıktıran, insanları kıran, yanlışlar yapan bir insan olarak da… Onun için önemli olan kendi doğrularıdır. Bu yolda bir sürü yanlış yapar ama hiç farkında değildir. Ona göre herkes çok çalışmalı, kaytarmamalı, hem ülkenin hem de görev yaptığı fabrikanın ileri gitmesi adına ömrünü vakfetmelidir.
- Söyleşimizin başlarında Orhan Kemal’in Murtaza’yı Meclis’e götürmeyi tasarladığını söylemiştiniz.
- Evet götürecekti, kafasında onu çözmüştü. Tahminim, ya Mecliste bir kadro boşalacaktı ve bekçi olarak gidecekti ya da 54 seçimlerinde kendini milletvekili seçtirecekti. Kendi doğrularını bu kadar savunan Murtaza gibi bir adamın Meclis’te neler yapabileceğini düşünmek bile heyecan verici.
- Murtaza mutlu olur muydu Meclis’e gitseydi?
- Bence olurdu. Onun için sorun değil, çünkü muzdarib olan etrafındakiler. Ve daha da kötüsü bunun farkında bile değil. (gülüyoruz)
- Önemli Not’ta da yer alıyor, Orhan Kemal’in Murtaza ile ilgili tespitleri. Orhan Kemal, Murtaza ile ilgili en net ne derdi?
- Babama göre Murtaza kavramı bir ülke olabilir, bir ülkenin insanları olabilir. Bu belirsiz bir ülke de olabilir, sizin yaşadığınız ülke de olabilir. Burada Murtaza herkesi hep belli bir düşünceye doğru yönlendiren bir zihniyetin temsilcisidir. Çağa ayak uyduramıyordur belki ileride uyduracaktır ama bu pek çok kişinin istediği gibi olmayacaktır. Bir patronla konuşmasında “Üzerimizden sakın kamçıyı eksik etmeyin. Kamçıyı bir düşürürseniz, bizim elimize bir geçerse” diyen ve sonrasında da üç nokta koyan bir adam Murtaza. ‘Çamurda gördüğünüz zaman bir tane de siz vuracaksınız, acımayacaksınız’ diyor. ‘Yukarıda Allah, Ankara’da Hükümet, burada da ben’ diyor. Burada toplumun eleştirisi de var, kişisel eleştiriler de var. Çevremizde böyle karakterler yok mudur? Çok vardır. Siyasette, o koltukta yıllarca oturan, değişimi kabullenmeyen, inadım inat pek çok insan görebilirsiniz.
- Orhan Kemal şimdi yaşasaydı sizce hangi tiplemeleri yaratırdı?
- Daha modern insanları yazardı. Belki ben işyerime getirecektim orada modern çalışma ortamlarını, olanakları, genç insanları ve çalışma yöntemlerini görür onları yazardı. Uzaya giden füzeleri falan yazmazdı ama ülkenin sorunlarını yazacağından eminim. Bir de çok büyük bir hayali vardı; kitaplarını tekrar elden geçirmek. Belki onunla ilgilenecekti kimbilir?
- Başka hangi önemli notlar bekliyor bizi?
- 1970 yılına kadar babamın kendisi ve eserleriyle ilgili yapılan eleştirileri derleyeceğim. Ayrıca babama yazılan mektuplar ile babamın yazdığı mektupları bir kitapta toplayacağım. Üç yüzün üstünde mektup var. Fikret Otyam, Samim Kocagöz, Abidin Dino, Kemal Tahir ile yazışmaları var, bunları karşılıklı olarak koyacağım kitaba. Tüm bu mektuplar kronolojik sırada yer alacak. İlk sırada dedemin babama yazdığı üç tane mektup bulunacak. Sonra babamın 1940-1943 yılları arasında hapishaneden anneme yazdığı mektuplarla sürecek.Babamın 100. yaşında bir fotoğraf albümü yapmayı düşünüyorum. Bu arada babamın kitaplaşmayan birçok öyküsü var, bunları araştırıyorum, belki daha pek çok yazısı da çıkacak. Mesela kimsenin bilmediği Rasih Nuri İleri’den aldığım bir belge var, buna göre babam bir tarihlerde İstanbul’da Şoför diye bir dergi çıkarmış, bunu da araştırıyorum.
[email protected]
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|