Her yazarın beslendiği bir coğrafya ve toplumsal gerçeklik mutlaka vardır. Hangi estetik gelenek ve etkinlik içerisinde bulunursa bulunsun, yazarın kendi gerçekliğiyle olan teması ya da onu dönüştürerek anlatma/yansıtma biçiminin ele alınması, sözü edilen toplumsala ait birtakım ipuçları da barındırır.
Orhan Kemal’in Çukurova’daki toplumsal ilişkileri anlattığı üçlemesinin de böyle bilgiler çıkarmak için zengin karakter ve olaylar barındırdığı söylenebilir. Kuşkusuz, yazarın kendi öz yaşam öykülerinden başka, konu karakter ve olay bakımından ortak pek çok romanı daha bulunmaktadır. Toprak ilişkilerini, değişen ekonomik ve toplumsal işleyişi, politik gelişmelerin en iyi izlenebileceği üçlemesi çok tanıdık romanlardan oluşur: “Vukuat Var”, “Hanımın Çiftliği” ve “Kaçak”. Bu romanlarının tamamının filme aktarılması ya da televizyon dizisi haline getirilmiş olmasının yanında Orhan Kemal’in anlattığı 1950 öncesi Çukurova’yı anlamada da önemli yer tuttukları söylenebilir.
Türk Edebiyatında, Çukurova pek çok yazar tarafından işlendi. Ama Orhan Kemal’in anlattığı Çukurova, sadece geleneksel tarım işçiliği ve büyük toprak sahipliğiyle sınırlı değildir. Ve Çukurova’daki köyün romanı da değildir.. Onun anlattığı makineleşme/modernleşme çabalarına paralel, bütün geleneksel ilişkilerin ve egemen yapıların çözülmesi ve dönüşmesidir. Köylülerin bir şekilde tarımdaki geleneksel sömürüyle birlikte, tarıma dayanan sanayide de aynı ilişkilerin ağına düşmesidir; fakat fark, bireyleşmenin nitelikli işgücüyle başlaması ve giderek oluşmaya başlayan bir bilincin akışıdır. Sadece erkeklerin değil, daha güçlü ve acımasız biçimde kadınların (ve tabii ki çocukların) sanayide ucuz işgücü olarak kullanılmasının da başlangıcını oluşturur. Süreç, toplumsal değişmelerin diyalektik zorunlu sonucu olarak kendi koşullarıyla biçimlenen bir birey olma ve yarı-bilincin de ortaya çıkması sürecidir.
“Vukuat Var”, karakterleri ve olay örgüsüyle yazarın ustalıklı anlatımları üzerine kuruludur. Cemşir, Muzaffer Bey, Boşnak Güllü, Kabak Hafız, Yasin Ağa, yazarın diyaloglarından olay örgüsüne değin, çok başarılı betimlemeleriyle anlatılır. Orhan Kemal’in diğer romanlarında ve hikâyelerinde göze çarpan bir özelliği burada da karşımıza çıkar: Karakterler, anlatım yerine diyaloglarla (yani onları toplumsal ilişkiler bağlamına oturtarak) okuyucu tarafından karşılıklı konuşmaların ‘dinlenmesiyle’ oluşturulur. Bu, bütün estetik metinlerde olduğu gibi romanda da zorunlu olan ‘tamamlayıcılık’ öğesidir. Fakat karakterlerin ‘konuşturularak’ oluşturulması işinin büyük bölümünün okuyucuya bırakılması, Orhan Kemal’in romanlarında, yazarın hem dilin zenginliğini, hem de farklı toplumsal katmanlardaki kullanılma biçimlerine ve anlamlarına hâkim olmasından kaynaklanan bir ustalıktır. Çünkü bir romancı için dilin bütün esnekliğiyle karakterleri anlatmak, ‘çizmek’ görece farklı bir durumdur ve bir yazar ustalığı istediği kesindir; ama onları konuşturmak ise daha büyük ustalık ister! Çünkü yazar, anlattığı karakterleri, soyutlanmışlıktan toplumsal varlıklar düzeyine canlılık katarak indirirken, o karakterlerin konuşmaya başlamasından itibaren onlara toplumsal bir hayat vermiş olur.
Üçlemenin ilk romanı “Vukuat Var”, karakterleri bakımından oldukça zengindir: Debdebeli bir aşiret yaşamından, geleneksel seçkinlikten pamuk tarlalarında çapa işçiliğine ‘elciliğe’ düşmüş, yoksullaşmış Cemşir, onun can arkadaşı, akıl hocası, sırdaşı Berber Reşit, büyük toprak sahibi Muzaffer Bey, kâhya Yasin Ağa, Cemşir’in kızı Boşnak Güllü, çırçır fabrikalarındaki kadın ve çocuk işçiler, pragmatist köy imamı Kabak Hafız, kirli bardaklarındaki şarapları, buğulu camları duman altı dükkânlarıyla kebapçılar; Türkler, Araplar, Kürtler, Boşnaklar… Kısaca, Çukurova’nın tarım çarkının bütün dişlileri ve onların hayatları geçer gözümüzün önünden. Orhan Kemal’in onların dünyasıyla olan yakınlığını, tanıdıklığını hissederiz romanda. Topraksız köylülerin ağaların insafına terk edilmişliğini, Demokrat Parti’nin ‘umut’tan umutsuzluğa ve hayal kırıklığına geçişini buluruz. Yoksulların, niteliksiz yığınlar halinde işçilerin, topraksız köylülerin, neden ve nasıl hiçbir bilinci yokken, ağaların ve nitelikli işçilerin (ustaların) bilincinin nasıl oluştuğu, var olduğu yazarın ustalıklı olay örgüsüyle çıkar karşımıza. Büyük toprak sahibi Muzaffer Bey’in CHP’den Demokrat Parti’ye uzanan macerasının hangi tarihsel arka planlar üzerine yükseldiğini, romanın dili ve anlatım imkânlarıyla okuruz. Tam tersine, topraksız köylü Habip’in bilinçten uzak intikam duygusunun, insanı nasıl sonuçlara götüreceğini de gösterir bizlere.
Bu üçlemenin özellikle ilk iki romanında, karşımıza başka bir sosyolojik olgu daha çıkar: Kadın işçiler! Çok eşli Cemşir’in Boşnak karısından [çünkü Cemşir’in Çukurova’daki farklı milletlerden dört karısı ve ‘sayısını kendisinin bile bilmediği’ çocukları vardır] olan Güllü, çırçır fabrikasında her türlü taciz ve sömürü ortamında, her şeye rağmen, para kazanmaya paralel bir bilinç sahibi de olmaya başlamıştır. Despot-cahil babasının ve onun takipçisi ağabeyi Hamza’nın bütün baskılarına rağmen, çalışmanın kadın bilinci üzerindeki etkisiyle bir roman karakterinin dünyasında karşılaşmış oluruz. Orhan Kemal, Türk romanında “kadın işçi” olgusunu ilk işleyen yazarlardan biri olarak, değişmekte olan toplumsal ilişkilerin niteliğini, geleneksel ilişkilerde var olan bütün acımasız yönleri betimleyerek anlatır. Sömürünün sadece fabrikada patronun, tarlada ağaların tekelinde olmadığını, ucuz kadın ve çocuk emeğinin kullanımında, bizzat geleneksel-feodal aile ilişkilerinin nasıl etkili olduğunu romanın diliyle gözümüzde tekrar canlandırır.
Değişen dünya koşullarının Türkiye’deki toplumsal yaşamın dinamiklerine nasıl nüfuz ettiğini romanın dünyasından izleriz. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki tarımda makineleşme hamlelerinin, Çukurova’daki tarımın ve sanayiye olan yansımalarının, çok partili siyasal gelişmelerin ilk yıllarındaki kavram kargaşalarının, geleneksel insan ve toprak ilişkilerindeki büyük dönüşümün ilk habercisi olayların geçiş yeri gibidir, “Vukuat Var” romanının dünyası. Öyle ki, Cumhuriyet’in en başından itibaren, CHP’nin (ve “devrimlerin”) Çukurova’daki yılmaz savunucusu, büyük toprak ağası Muzaffer Bey’in bile, gelinen 1950’li yıllardaki hızlı dönüşümlerin etkisiyle, geçmişe olan ‘imanını’ sorgulama gereği duymasına, idealizmi yerine ‘ekonomik akıl’ın galebe çalmasına şahit oluruz.
Kısaca, “Vukuat Var” devamı olan “Hanımın Çiftliği” ve “Kaçak”la birlikte, Çukurova’daki bir dönemin, İkinci Dünya Savaşa sonrasına denk gelen toplumsal değişimin, dönüşümün belli bir kesitinin romanları olduğunu söyleyebiliriz. Bu eserlerde Orhan Kemal’in zengin dil ve karakter dünyası, okuyucuya çok çarpıcı bir eleştirel gerçekçi roman dünyası sunar.