Bu yıl Orhan Kemal Roman Armağanı'nı Sabahattin Ali'yi anlattığı "Başın Öne Eğilmesin" romanıyla Hıfzı Topuz aldı. Kemal ve Topuz iki dosttular. Ne Kemal bir gün adına roman yarışması düzenleneceğinin farkındaydı, ne Topuz bu armağanı alacağının...
Rüçhan Akcan Selim
Ankara İletişim'de 5-6 yıl kadar önce, "demode" bir ders alıyorum: Sosyal Politika. Ders için hazırladığım ödevin konusu da "Orhan Kemal Romanlarında Çalışma İlişkileri"ydi. O derece yaşamın içinde ki Orhan Kemal, yazdıkları sosyal ilişkilerin tahlili için bir veri deposu gibi. Adını taşıyan "Roman Armağanı" da sosyal sorunlara duyarlı yazarlara ve onların eserlerine veriliyor. Bu ödülün son sahibi de Sabahattin Ali'nin yaşamını anlattığı belgesel-romanı "Başın Öne Eğilmesin" ile Hıfzı Topuz oldu. Jürinin, ödül gerekçesinde Topuz'un "toplumsal sorunlar karşısındaki yaklaşımını" da göz önünde bulundurulduğunun altını çizmesi şaşırtıcı değil. Ödülü vesile yaptık, Hıfzı Topuz ile Orhan Kemal'i ve aralarındaki ilişkiyi konuştuk.
Yakın dostu adına verilen bu ödül için, "Beni çok sevindirdi" diyor Hıfzı Topuz, "Orhan Kemal dostumdu. Bundan 50 yıl kadar önce; Sirkeci Gar Meyhanesi'nde, Balık Pazarı'nda veya Krepen Pasajı'nda, yahut Boğaz'da Orhan ile kafa çekerken, onun adına bir ödül düzenleneceği aklıma gelmezdi. O ödülü benim alacağım da ne onun aklına gelirdi ne de benim... O sıralar ben zaten sadece gazeteciydim, yazar değildim."
Orhan Kemal ile yakınlaşması 1953'e denk geliyor Topuz'un. O sıralar Akşam Gazetesi Yazıişleri Müdürü. "Akşam'a Melih Cevdet'i aldım, onunla birlikte edebiyatçı dostları da gazeteye gelmeye başladı. Orhan Kemal, Oktay Akbal, Fazıl Hüsnü, Bedri Rahmi... Akşamları beraber meyhanelere gidiyorduk. Bazen evlerde de buluşurduk. Benim evimde, Vâlâ'nın veya Aybar'ın evinde... Orhan ile dostluğumuz da o dönemde başladı."
Hıfzı Topuz odasında Orhan Kemal'le... Mayıs 1955, Akşam gazetesi.
NÂZIM AKADEMİSİ
1958'de Paris'e gider Hıfzı Topuz. UNESCO'da iş bulmuştur. Yola çıkmadan görüştüğü Orhan Kemal, "Orada Nâzım'ı görürsün. Beni o yetiştirdi. Bugün yazar olduysam Nâzım'ın sayesinde oldum. Her şeyi ona borçluyum. Bunu kendisine söyle" der. Nâzım Paris'e geldiğinde buluşurlar. Orhan Kemal'in söylediklerini iletir Topuz. Nâzım duygulanır. "Hakikaten çok kabiliyetli bir arkadaştı. Ben ona yol gösterdim, ama kabiliyeti sayesinde böyle oldu" der.
Malum, Orhan Kemal, Nâzım Hikmet ile Bursa Cezaevi'nde tanışmıştır. O yıllarda şiire meraklı, Nâzım'a da hayrandır. Nâzım şiirlerini beğenmez. Sonrası Hıfzı Topuz'dan: "'Ama sende iş var. Seni yetiştireceğim' diyor Nâzım. Klasikleri okutuyor, Fransızca öğretiyor... Bir süre sonra roman başlangıcı gibi bir şeyler yazıyor Orhan.
Nâzım'a onu gösteriyor. Heyecanlanıyor Nâzım. 'Be kardeşim, şimdiye kadar niye göstermedin bunları? Bitti. Bundan sonra düz yazı yazacaksın' diyor. Böylece küçük hikâyelere başlıyor Orhan. Nâzım daha hapishanede iken şöyle diyor Orhan'a: 'Ben bir insanı keşfederim. Hiç yanılmam. Sende çok iş var. Memleketin en büyük yazarlarından biri olacağına inanıyorum. Sende sanatkâr malzemesi, soluğu mükemmel.' Özetle, Orhan'ın yetişmesinde Nâzım'ın çok büyük rolü var. Üç buçuk yıl Bursa'da, 'Nâzım akademisi'nde okuyor Orhan."
HER ŞEYE RAĞMEN...
Hıfzı Topuz'un Paris'e gitmesi iletişimlerini azaltır Orhan Kemal ile. Yaz aylarında, Topuz İstanbul'a geldiğinde meyhane fasılları devam eder. "Bir gün UNESCO'dan arkadaşım Roger Caillois'in eşi Alene, 'Roger'ye bir kitap göndermişler. Yazarın adı Orhan Kemal. Nedir bu, Yaşar Kemal'in takma adı mı?' dedi. 'Aman' dedim, 'Ne münasebet. Bizim Orhan o... Okusun Roger mutlaka.' Sonra o kitap Gallimard tarafından basıldı Fransa'da. Yaşar'ı da Fransa'da tanıtan ilk Gallimard olmuştu. Bunları Orhan'a anlattım. Müthiş memnun oldu. Mektuplaşıyoruz..."
Topuz'un söz ettiği mektuplarından birinde, geçim sıkıntısından yana dertli, ama yaşama küsmüş değil Orhan Kemal: "...Romanımın burada bir hayli başarılı filmini yaptılar. Ben gidip göremedim. Sinema, tiyatro, ne bileyim sanatla ilgili galalar... bana adeta yasak. Bu yasak, ne idari ne de polisçe. Ben bir dolap beygiriyim. Bana yaşamak, âşık olmak, hasta olmak, tembellik... keyfimce yaşamak yasak. Boyuna çalışmak. Çabuk çabuk geliveren ev kiralarını göz açıp kapayıncaya kadar bitiveren çay, peynir, tereyağı, mercimek, bulgur, odun-kömür vesaireyi ikmale memur bir insan. Dert çok. Ama sakın beni bu dertlerimin altında ezilmiş sanma! Her şeye rağmen dipdiri, capcanlıyım. İnsan bu türlü yaşarsa, bu biçimde yaşayanların halini daha iyi anlıyor. Benim roman ve hikâyelerimi besleyen de bu... Biraz bu kira derdinden, ev gailesinden kurtulsam... vallahi Hıfzı, büyük, köklü, derin roman adına içim kaynıyor, ama neyleyeyim?"
Bir başka mektubunda ise şöyle diyor: "...İyiyim, iyiyiz diyelim, âdet yerini bulsun. İyi olmaya çalışmaktan, her şeye rağmen iyi kötü yaşamanın yolunu aramaktan başka çare yok. Yoksa dehşetli bir sıkıntı içinde, gece uykularımın kaçtığı gerçek... Tanin'de 'çizgiler' adı altında yazacağım. Oraya bir roman istiyorlar. Eşten dosttan borç alıp eve kapanacağım. Bir değil iki roman yazacağım. Biri Tanin'e, öteki Cumhuriyet'e... En verimli ve bir hayli dişe dokunur şeyler yazabileceğimi sandığım, hatta yazmak için geberdiğim en olgun zamanım, gel gör ki geçim belası. Kalabalık bir ailenin geçim derdi. Neyse, her şeye rağmen dünya güzel, dünya yaşanası."
Orhan Kemal, dönemin önde gelen tefrika roman yazarıydı, ama geçim sıkıntısını gidermedi bu. Yine, Topuz anlatıyor: "Bütün ömrü geçim sıkıntısı ile geçti Orhan'ın. Akşam'dayken gazetenin patronuna dedim ki, 'Bir romancı arkadaşım var. Çok iyi romanlar yazıyor. Bir gazetede yazıyor şimdi. O nedenle takma isimle yazacak.' Orhan'a da dedim ki, 'Bir isim uydur, hafif bir roman yaz.' Yazdı. Onu tefrika ettik. Böyle de bir macerası oldu Orhan'ın bizim gazetede." l
Hayatımın en güzel günleri
Bundan 4-5 yıl evvel Orhan Kemal Roman Armağanı için adaylığımı koydum. Kazanamadım. Adaylığımı koyduğum tek ödül oydu. "Bir daha da hiçbir ödüle adaylığımı koymam" dedim. Benden habersiz Remzi Yayınevi göndermiş "Başın Öne Eğilmesin"i. Ödülü aldığım haberini Kırgızistan'da, çok dolaylı olarak aldım. Bir sabah Kırgızistan'da kahvaltı için otelin restoranına indim. Görür görmez herkes beni alkışlamaya başladı. "Hayrola, ne oluyor" dedim. Söylediler...
Aydın, solcu, bağımsız...
Sabahattin de Orhan da sosyal-gerçekçi. Orhan daha halkın içinde, halkın dilini kullanıyor. Argo da dahil. Küçük burjuvanın, işçinin yaşamını çok iyi anlattı. Özellikle Adana ve İstanbul'da her ortama girip çıkıyor, bizzat içinde yer alıyordu. Melih (Cevdet Anday) ve Orhan ile beraber yürürken bir işçi gördüğümüzde, Melih Orhan'a takılırdı, "Bak Orhan, seninkilerden biri geçiyor!" diyerek.
Sabahattin daha politik yaklaştı. O da küçük burjuvaziyi, aydınları ve memurları ele aldı. İkisi de rejime karşıydılar. Başkaldırı edebiyatı yaptılar. Herhangi bir örgütlülükleri yoktu ikisinin de. "Solcu bağımsız aydın" örnekleriydiler
|