Ana Sayfa

Her Şeye Karşın - İsmet Ercan - Haziran / Temmuz 2007

 

 

        K A R Ş I L A Ş M A L A R
Ya da
         “YAZMAK DOLUDİZGİN”
 

   
 

            Orhan Kemal ölümünün 37. yılında bir kez daha anıldı. Orhan Kemal’li bir gün daha yaşandı. Yapıtlarıyla zaten yaşıyor – yaşayacak. Tören izlencesine bakıyorum, olması gerekenler var ama bir eksik! Tekrar okuyorum. O değerli yazarlar yanında Nurer Uğurlu yok. Bana göre Orhan Kemal için herkesin, hepimizin söyleyeceklerinin ve söylenebileceklerin üstüne bir şey katacak birisi varsa o da Nurer Uğurlu’dur. O Orhan Kemal Usta’nın arkadaşı. Keşke yazdıklarının dışında henüz yazmadıklarından bizi yoksun bırakmasa! Sözlü aktarım da olsa böylesi toplantılar da söylenmeli...

            Yazımın başlığındaki “Karşılaşmalar” sözcüğünün anlam kapsamı için küçük bir not: Orhan Kemal ustadan okuduklarımla bazı yazıp – yaşadıklarım zaman zaman bir kavşakta karşılaşma buluşma anı anlatıları oldu da ondan... “Yazmak Doludizgin” ise şiirlerini ararken bir buluşma, bir karşılaşma. Yazının yazarına gelince köy kökenliyim.  Okumayı altı yaşımı doldurmadan kendi kendime öğrendim. İlkokula başlamadan dünyada savaş başlamıştı. Savaş dolayısıyla askere alındıkları için hep köyümüzün okulunda  “ce” deyip giden öğretmenlerle, hiçbir zaman bir ikincisi olmayan defter – kalem ve tahta gibi sert silgilerle parça bölük ilkokulu bitirdiğim yıl dünyadaki savaş da bitmişti. Orta öğrenim için bir yakın akraba yanına Ankara’ya gittiğimde gözümü bir gecekondu mahallesinde açtım. Köydeki yaşamım gibiydi. Elektrik yok, su meydan çeşmesinden! Orada ilk toplumsal kimliğimle yüzleştim: Köylü! Kentli gecekondu kültürü ile köylülüğüm savaşırken üç yıl sonra öğrenime ara vererek, bir fabrikanın işbaşı saatinde kart basmak için kendimi işçi tulumunun içinde buldum. Yaşım on beş. Köylülüğümün yanındaki gecekondulu kent kültürü, sessizce yerini işçi olma kültürüne bırakıp çekildi... Öğrenimimi tamamlamak için okula döndüğümde artık ben ne çocuktum ne de öğrenci. Fabrika yaşamı beni hızla yetişkin yapmıştı. Gelecek süreç beni elimde bir diplomayla getirip yol ağzına bıraktı. En kısa yol bir fabrikanın kapısına çıkıyordu. O yolu seçtim. İki işim vardı artık. Fabrikadaki işim ve kitap alabileceğim kendi kazandığım harçlığım olduğu için okumak. Orhan Kemal öykülerine, romanlarına o sıra ulaştım. İlle de öyküleri. Okuma iştahım arttıkça birikimim yazmaya dönüştü. Bir yandan okuyorum bir yandan da yazmaya çalışıyorum. Yıl l956.          . O sıra gerçekcilik akımı adına köy gerçeği romanda -  öyküde öne çıkmaya başlamıştı. Ve ulusal edebiyat ya da roman sanatında gerçekcilik konusunda bir tartışma sürüp gidiyordu. Kemal Tahir, Muhtar Körükcü, Fakir Baykurt, Halikarnas Balıkçısı ve Orhan Kemal’den yoğun bir okuma çalışması içindeyim. “Bereketli Topraklar Üzerinde” köylülük yanımı çarptı. Bir çeşit vurgun. Okuduklarıma toplumsal kimlik olarak sahiplendiğim, kavramsal tanımını o zaman kendime göre yaptığım bir köylülük ve işçilik penceresinden bakıyorum. Değerlendirmelerim böylesi bir bakış açısına göre şekilleniyor. Tam bu sırada Varlık Dergisi’nin Mart 1956, 428. sayısında Yaşar Kemal’in “Milli edebiyat ve gerçekcilik” konusunu irdeleyen yazısını okuyunca aldım elime kalemi! “Gerçek Türk Romanının Doğması Konusunda” başlıklı oldukça iddialı bir yazı yazdım. Türk romancılığında “Yaban”dan öncekiler sonrakiler karşılaştırması. Yücel Dergisi’ne yolladım. Derginin Ağustos 1956, 10. sayısında yayımlandı. Ele aldığım yapıtlar: Orhan Kemal’den “Bereketli Topraklar Üzerinde”, Kemal Tahir’den “Göl İnsanları” ile “Sağırdere”. Ardından hemen karşılığını gördüm. 22.8.1956 günlü ULUS Gazetesinde Yurdakul MEHTEROĞLU imzası ile “Kitaplar Dergiler Arasında” köşesini yazan şair ağabeyimizden geldi. Sayıda dergi olarak Yücel, hem de o yazımında bulunduğu 10. sayı. “YÜCEL” başlığı ile o sayı irdelenip tanıtılıyordu. Benim o yazımdan da söz ederek yazının içeriğini ve özünü sert şekilde eleştirmişti. Her cumartesi Kaynak Dergisi’nde buluşurduk. Haklılığını yazımı yineleyerek okuyunca gördüm. Daha söylenecekler vardı keşke kalanını sözlü söyleseydi. Bir eğitim olurdu... Dersimi eksik çalışmıştım. Şiirimizin yüz akı olanlardan biriydi. Asıl adını yazmayacağım. Şimdi aramızda değil. Kendisi o yazılarına o adı koymuştu. Rahmetle saygıyla anıyorum. (Kendi yazımı daha önce Orhan Kemal Müzesine vermiştim. Belgeliğimde “Yücel” yazısını da buldum. En kısa zamanda Müzeye vereceğim)   “MURTAZA” romanını okumam evlendiğim günlere rastlar. Yaşam kendini yineliyor. Çalıştığım fabrikada bekçi “Arnavut Kasım Ağa”, Bekçi Murtaza olarak yaşamın içinden karşımda. Şapka, bıyıklar, yanık esmer bir yüz, konuşma biçimi, giysisi, ödünsüz görev anlayışı dolayısıyla herkesle dalaşması... Eşim (Şükran Ercan) e Bekçi Kasım Ağayı anlatıyorum. Sonra birlikte birbirimize sesli olarak Murtaza’yı okuyoruz. Bir çeşit tiyatral gösteriye dönüyor okuma eylemi. Yıl l958’e devrilmiş. Askerlik dolayısıyla Lüleburgaz’dayız. İstanbul’da bir sinemada TOLSTOY’UN “Savaş ve Barış” adlı yapıtı filme alınmış gösterimde. Daha çarpıcı olan: Orhan Kemal’in “Murtaza” adlı romanı “Bekçi Murtaza” adıyla oyunlaştırılmış, Ulvi Uraz Tiyatrosu oynuyor. Hafta sonu izinle İstanbul’dayız. Önce filmi gördük. Tiyatroya bilet aldık. Tiyatro salonuna geldik her yer dolu. Güçlükle yerimizi bulduk. İzlemeye gelenler törensel bir bekleyiş içinde. Elimizde program bülteni eşim coşkuyla oyuncuların adını okuyup kim kimmiş neredeyse ezberliyor. İkinci perde için ara verildiğinde kimse çıkmıyor. İnsanlar büyülenmiş gibi. Yalnız ön sıradan kalkıp kulise yönelen kişi için eşim; “Bak Orhan Kemal” diyor. Fotoğraflarından tanıyor. “Kesin o” diye ekliyor. Coşkulu. İkinci perdedeki akıcılık, coşku ve hüzün doruk noktadayken perde; bir acının, işi-ekmeği ve görev anlayışı ile baba olarak evlat sevgisi ve acısı arasına sıkışıp kalmışlığın yıkıntısı üzerine, kapitalizmin yarattığı bir insanlık dramının üstüne kapanır. Alkış patlaması içinde ışıklar yanınca önce yüzlerdeki gözyaşları aydınlandı. Perde önüne çıkan bir görevli: “İkinci perdede Murtaza rolünü değerli yazarımız Orhan Kemal oynadı” deyince başlayıp süren alkış patlaması sağanağa dönüştü. Selamlamak için perde açıldığında; ortada Bekçi Murtaza kostümü ve Makyajı ile Orhan Kemal- Ulvi Uraz ve arkadaşları, adını anmazsak olmaz üç değişik role çıkan Kemal Sunal izleyiciyi alkışlayarak karşılık veriyordu. Alkış dinince biz kendimizi kulise attık. Orhan Kemal Ustayı kutlayıp elini öpmek ve günün anısı olarak programa imzasını almak için... Yaşamımızda o günü hiç unutmadık. (İmzalı program Orhan Kemal Müzesi’ne verildi)

            “ATTİLÂ İLHANA’ a MEKTUPLAR” kitabında (s.340) Orhan Kemal’in Attilâ İlhan’a bir mektubu var. Eski tüfeklerden Tornacı arkadaşım-yoldaşım Yakup Ustayla Orhan Kemali konuşurken o mektuptan söz açtım. İlhan Yelken Dergisi için yazı istemiş. Niye yazamadığını anlatırken ameliyat olduğunu bir süre hastanede yattığını, şimdi evde olduğunu ama tam iyileşmediğini, mektubu da oğluna yazdırdığını söylüyor Orhan Usta. Mektup tarihi 12.4.1968. Yakup Usta söze girdi: “İşte dedi o tarihte ben Gölcük’te askerdim. Taşkızak Tersanesinde bir arkadaşım var hafta sonu onunla buluşuyoruz. O tarihteki bir hafta sonu yine buluştuk ne yapacağımızı bilemiyoruz. O, Orhan Kemal hastaymış gazetede okudum gidip ziyaret edelim dedi. Benim sırtımda askeri elbise. Yazarımız Cerrahpaşa Hastanesindeymiş. Karar verip düştük yola. Varıp bulduk. Ama göreneğimiz hasta ziyaretine bir şey götürülür. Ne alacağımızı şaşırdık. Hastane kapısında rastladığımız bir seyyardan Armut aldık. Çıkıp vardık yanına. Yazarımız dalgın yatıyor. Belki de uyuyor. Eşi, sevgilisi Nuriye Hanım başucunda. Bizi sevgiyle karşıladı. Adlarımızı sordu söyledik. Kim olduğumuzu da! Armağanımızı verdik. Teşekkür etti Nuriye Hanım. “Geldiğinizi söylerim” dedi. Teşekkür edip çıktık.” Karadeniz Ereğlisi’nden Gölcük’e bir sevgi seli bugün de yüreklerde.

            Orhan Kemal; yapıtlarında yaşamın ve doğanın diyalektiğini hiç gözden kaçırmadan insanı anlattığı için okunmalı. Günlük dil anlatılarının örgüsünü oluşturur. Kısa tümceler. Okurken bir yandan da insan kendisiyle konuşur. Orada kendisi, çevresi ve umut vardır hep. Okuyacaksak, okuma alışkanlığı kazanacaksak başlangıç Orhan Kemal öyküleri olmalı. Rahmetle saygıyla anıyorum.

           

 

 

 


[email protected]

1