Ana Sayfa

kronikmuhalif.com - Ayşegül Savaşta - 2 Haziran 2007

 

ANADOLU'nun MAKSİM GORKİ'si: ORHAN KEMAL

 

   

Bugün artık saatler 2 Haziran’ı gösteriyor. Takvim yapraklarından birer sayfa daha yırtılıverdi. Eskiden böyle yapardı büyükannem. Saatin gece yarıcı gezmeden yatmaz duvardaki eski tek tek yapraklardan oluşan o sarı – gri arası renkteki kâğıt parçaları birer birer her gün yırtar ve koskoca 365 günü yer, bitirirdi.


O yaşlanırdı, ben gençleşirdim gittikçe ve ben bu durumdan büyüyorum diye mutluluk duyarken onun da yaşlandığına üzüldüğünü sanmama rağmen yıllar sonra yanıldığımı kendisi anlatmıştı bana. Büyükannemin anlattıklarına girmeyeceğim.


İşte yine bir, 2 Haziran günündeyim, günündesiniz sizlerde.

Bugün Türk edebiyatının önemli isimlerinden Orhan Kemal’in ölümün 37. yıldönümü. Orhan Kemal’in ben ilk “Tersine Dünya” kitabını okumuştum çok yıllar önce. Ben diyeyim 15 yıl siz deyin 20 yıl. Yani 7 ile 10 yaşında ya varım ya yokum.

Çok garip gelmişti bana. Kitapta kadının toplumda yapmış olduğu işleri görevleri erkek, erkeğinkini ise kadın yapıyor.

Diyalogları okudukça ne saçma bir kitap bu diye kendi kendime söylendiğimi bugün gibi hatırlarım.

Bugün onun ölüm yıldönümü olduğu için Orhan Kemal deyince bakalım kim ne hatırlıyor diyerekten arkadaşlarıma sordum onu.


“Anadolu’nun Maksim Gorki’sidir diyebilirim”


Mehmet MERT:

“Bana sorarsan Orhan Kemal Cumhuriyet devri roman sanatının dev ismidir derim. Bazıları Türk yazın tarihinin gerçekçi edebiyatının önemli ismi diyor ama gerçekçi ne kelime sahici ve de yakıcı bir türün babasıdır. Böyle karşılaştırma yapmak ne kadar doğru olur bilmiyorum fakat benim için böyle. Orhan Kemal’in köy romancılığı Yaşar Kemal'den, sosyal gerçekçiliği ise Attila İlhan'dan daha iyidir. Anadolu’nun Maksim Gorki’sidir diyebilirim. ‘72. Koğuş’, ‘Murtaza’, ‘Avare Yıllar’ romanlarını okudum ben. ‘Gurbet Kuşları’ da güzeldir mesela onu da tam okuyamamıştım ama hatırladım şimdi birazını. Bir de sanırım Halit Refiğ hayatını anlatan bir film çekmişti. Yine babasının da muhalif bir yazar olduğunu biliyorum. Adana topraklarını gerçekten çok iyi yazar ve sanatçılar yetiştirmiş şimdi bunu daha iyi görebiliyorum.”


“Nazım Hikmet’e çıraklık yapmıştır”


Esra ERİK:

“Yani şöyle tarif edebilirim Orhan Kemal’i bu kadar sade olup bu kadar etkileyici olmayı herkes başaramaz. Yaşadığı dönemde tanıdığı insanları ve şahit olduğu olayları okuruna aktarma konusunda hakikaten çok başarılı buluyorum. Nazım Hikmet’in, yazarın gelişmesi için çok emek harcadığını düşünüyorum. Birlikte galiba hapis yatmışlar. Bir anlamda Nazım’ın çıraklığını yapmış ondan öğrendiği şeylerin etkisiyle bu kadar iyi olabildiğini de düşünüyorum. Artık Türk edebiyatı için klasikleşmiş yazar o bence.”


“Cenazesine en çok işçiler sahip çıkmış”

Uğur NUREMRE:

“Ben onun, hayat hikâyesini Nur UĞURLU tarafından yazılmış olan ‘Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi’ isimli eserinden okuyup tanıdım. Nasıl yaşamışsa öyle yazmış. Nasıl insanları yazmışsa o insanlar gibi yaşamış Türk Edebiyatının önemli ve unutulmayacak şahsiyetlerindendir. Bu topraklardan gelip geçen en samimi ve en duygu dolu yazarlarından biridir. Beni en çok üzen noktalardan birisi ise Bulgaristan’da ölmesidir. Üzüldüğüm kadar ölümünden sonra beni mutlu eden bir şey varsa o da şudur: Türkiye’ye Bulgaristan’dan getirilen cenazesine her vakit yanlarında olduğu, emeklerini, acılarını ve özlemlerini romanlarından aktardığı işçilerin, emekçilerin sahip çıkmasıdır. Hatta ben o zaman doğmamıştım. Zaten bu anlattığımı da kitaptan okudum onu yazan kitaplardan ama babam sanırım katılmış cenazesine. O anlatmıştı bana da işçiler şöyle pankart açmışlar ‘Biz işçiler hatıran önünde saygıyla eğiliriz.’ Ne dersiniz sizce de bir yazar için en güzel mükâfat değil midir bu son?”



Nazım’dan Orhan Kemal’e Mektup Var

İşte okuyucuları böyle anlatıyor Orhan Kemal’i… Mehmet’in söyledikleri arasında benim en çok ilgimi çeken şey Nazım’ın çıraklığını yaptığını söylemesiydi. Araştırınca öğrendim ki sahiden Nazım, Orhan Kemal’i hiç boş bırakmamış hapislik dönemlerinde dahi mektuplar aracılığıyla yazışmışlar birbirleriyle eserlerini paylaşmış birbirlerinin fikirlerini almışlar.


“7 Ekim 949 Bursa Hapishane


Râşid evlâdım,

Mektubunu aldım. Bundan önce de gönderdiğin hikâye kitabını ve dergileri almıştım. O hikâyeler dergisinin başka bir sayısı daha elime geçmişti. Sana sevinilecek iki şey söyleyeyim mi? Bazı teknik kusurlarına rağmen o kitaplardaki hikâyelerin hemen hemen hepsi güzeldi, vaat ediciydi. Bugünkü hikâyeciliğimiz ana hattında gayet doğru bir yol tutmuş. Bu bir.

İkincisine gelince, içlerinde en güzeli, en kusursuzu, hele bir tanesi küçük bir şaheser, senin hikâyelerdi. Ellerin ve gönlün nur olsun Raşid. Beğendiğin fotoğrafa gelince, iki üç yıl önce çekilmiş bir resimdi. Nerden ve nasıl ellerine geçmiş bilmiyorum. Zaten yalnız fotoğraf değil bana söylediklerin birçoğu için de aynı şaşkınlık içindeyim. Şaşkınlık ve öfke. Her ne hal ise. Sabır ve tahammül gerek. Çıkmak bahsine gelince hiç ummuyorum. Buna da her ne hal ise.

Torunlarımı, gelinimi ve seni hasretle kucaklar beni mektupsuz bırakmamanı reca ederim canım kardeşim.


İmza: Nazım”



Öldüklerinden sonra ruhlarının soyluluğunu fark edebildiğimiz bu güzel kişilikli insanların hep masumiyetlerine ağlıyoruz sanıyorum. İlk okumamın üzerinden geçmiş olan neredeyse aşağı – yukarı 20 yıldan sonra bugün hatırladığımda birazda içim sızlamıyor değil hani.


İyi ki bize satırlarını bırakmışsın ‘Murtaza’ abi!


Ellerine sağlık. Aradan geçen 37 yıla rağmen unutulmadığını, unutulmayacağını yinelerken.


Seni saygıyla anıyoruz…



AYŞEGÜL SAVAŞTA

[email protected]


 
 

 

 


[email protected]

1