|
1.EKMEK
KAVGASI
1.1.
Olay
Sabah,
öğle ve
akşam
Alay’ ın
karavanalarından
artan
yemekler
toprağa
dökülür.
Toprağa
dökülen
bu
artıklar,
yalınayak
çocuklar,
kocakarılar,
köpekler,
kargalar
ve diğer
kuşlar
için bir
nimet
sayılmaktadır.
Başta
insanlar
olmak
üzere,
bütün
hayvanlar
bu yemek
artıklarını
paylaşarak
yaşarlar.
Bu
atıklarla
beslenen
insanlar
ve
hayvanlar
arasında
yer yer
yemek
paylaşımı
konusunda
büyük
bir
kavga da
yaşanabilmektedir.
Gün
gelir,
Alay
gider
yerini
“Oto
bölüğü”
alır.
Alayın
gitmesiyle
birlikte
yemek
atıklarında
önemli
ölçüde
bir
azalma
da
görülür.
Ancak
bir
zaman
sonra
“oto
bölüğü”
de
kalkar.
Artık
mutfaktaki
tencere
kalkmış
ve
yapılan
yemek
ancak
geride
kalan
birkaç
eri
doyuracak
kadar
azalmıştır.
Bundan
dolayı
kapışmalar
kavgaya
dönüşür.
Bu
hikayede
yaşlı
bir
kocakarının
elinden
henüz
buharı
sönmemiş
bir
kemiği
kaptığı
gibi
kaçan
bir
köpek
ile yine
bir
başka
yaşlı
kadının
elinden
ekmeği
alıp
kaçan
yalınayak
bir
çocuğun
mücadelesi
anlatılır.
1.2.Anlatıcı
Tipolojisi:
Orhan
Kemal`in
"Ekmek
Kavgası"
adlı
hikayesinde
her şeyi
bilen ve
gören,
her
şeyden
haberdar
olan ve
bunları
aktaran
bir
anlatıcı
(narrator)
vardır.Buna
"hakim"
(tanrıbilici),
(omnıcent),
üçüncü
şahıs,
“o”,
“dış”
ya da
“örtülü
anlatıcı”
gibi
isimler
verilebilir.
Bu
isimlerden
birini
alabilecek
anlatıcı,
hikayenin
başından
sonuna
kadar
varlığını
sürdürmektedir.
Anlatıcı
metinde
de
görüldüğü
gibi
hakim
bir
konumda
bulunan,
her şeyi
en ince
ayrıntısına
kadar
gören,gözlemleyen
ve onu
görüntüleyen
"tanrıbilici
anlatıcıdır"
dır.
Anlatıcının
konumunu
şöyle
somutlaştırabiliriz.
"Sabah,
öğle,
akşam
karavanalarından
artan
yemeklerin
döküldüğü
toprak,
kalın ve
besili
solucanların
hazla
kıvrıldığı
zifirden
bir
bulamaç
halindeydi.
Yalınayak
çocuklarla
ihtiyar
kocakarılar,
paslı
teneke
kutuları
ağız
ağıza
dolu,
uzaklaşırken,
erkek
köpekler
sıhhatten
gerilmiş
karınlarını
güneşe
devirip
uyuklarlar,
sarkık
memeli
dişiler
peşlerinde
tonton
enikleriyle
dolaşırlardı."
(s.4)
Anlatıcı,
nesneleri
ve
varlıkları
nicel ve
nitel
bakımından
gözlemleyen,
duyumsayan,
psikolojik
yapılarını
az çok
analiz
eden
şekilde
de
görüldüğü
gibi
hakim
anlatıcıdır.
"...Simsiyah
kanatlarında
mavi
ışıltılarla
kargalar
"Gaak,
gaak"
diye
sekerek
karınlarını
doyururlarken,
yırtıcı
kuşlar
geniş
kanatlarıyla
havada
daireler
çizmeye
başlayınca,
karga
sürülerinde
ürkeklik
artardı."
Arada
yırtıcı
kuşlardan
birisi
tam
tepede,
asılı
gibi
durur ,
sonra
birdenbire,
şimşek
hızıyla
toprağa
iner,
gagasında
kalın
bir
solucanla
tekrar
havalanırdı."(s.4)...
Hakim
anlatıcı,
benzer
olmayan
anlatıcı
anlatıyı
bütünüyle
kendi
hakimiyeti
altında
sürükler.
Müdahaleyi
en aza
(sıfıra)
indirgemek
için;
"...
kargalar
"Gaak
gaak"
diye
sekerek,...
-Doğru
diye
başını
salladı...
-Kafa
kaldırmış
ha? diye
başını
salladı..."
(s.6),
"diye"
zarfını
diyaloglarda
sürekli
kullanmıştır.
Böylece
müdahale
sıfır
düzeyine
inmiştir.
Anlatıcı,
bazen
olaylar
karşısında
duygularına
hakim
olamayarak
"zavallı
bir
kancığı
boğmak
isteyen"
-örnekte
de
görüldüğü
gibi-
düşüncelerini
ya da
duygularını
tırnak
içinde
vermiştir.
1.3.
Bakış
Açısı
Bakış
Açısı
Özellikleri
Anlatıcısı
Hakim
Bakış
Açısı
İlahidir.
Görüneni
ve
görünmeyen
her şeyi
bilir.
Vak’ a
dışı
III.
şahıs
(O)
Müşahit
Bakış
Açısı
Görüneni
ve
duyduklarını
aktarır.
Vak’ a
dışı
III.
Şahıs,
kahraman
anlatıcı
(Ben)
Hakim
Bakış
Açısı
(İmtiyazları
sınırlı)
Olayların
ve
şahısların
arka
planlarını
bazen
bilebilir.
Vak’ a
dışı
III.
Şahıs
(O),
anlatıcı
kahraman
(Ben)
Herhangi
bir
romanı
değerlendirirken,
hikayenin
bakış
açısını
kavramamız,
romanın
değerler
sistemini
ve
romandaki
karmaşık
davranışları
anlamamızı
büyük
ölçüde
tayin
eder.
Hatta
romanın
değeri
hakkında
vereceğimiz
hükmü
oluşturmamız
bile
romandaki
bakış
açısını
yakalamamıza
dayanır,
denilebilir.
(Narlı,
2002 :
64)
Bu görüş
aynı
zamanda
hikaye
için de
geçerlidir.
Hikayenin
bakış
açısını
kim ve
kimlerin
temsil
ettiğini,
kime,
neyi,
nasıl
anlattıklarını
belirlemek
bakış
açısı
problemine
dayanır.
Bakış
açısı,
hikaye
ve
romanda
mevcut
olan
kişi,
vak’ a,
zaman ve
mekana
bakılan
“optik
açı”
dır. Bu
ifadeyi,
biraz
daha
açmak
gerekirse,
şu
tanımı
kabul
etmek
yerinde
olacaktır:
“Bakış
açısı,
anlatma
esasına
bağlı
metinlerde,
vak’ a
zincirinin
meydana
gelmesinde
kullanılan
mekan,
zaman,
şahıs
kadrosu
gibi
unsurların
kim
tarafından,
kime
nakledilmekte
olduğu
sorularına
verilen
cevaptan
başka
bir şey
değildir.”
(Tekin :
1989 :
14)
Ekmek
Kavgası’
nda,
anlatıcının
olayların
dışında
kalarak,
romana
bir
gözlemci
gibi
katıldığı,
“müşahid
bakış
açısı”
(Gözlemsel
bakış –
dış
odaklayım)
dır.
Anlatıcı
gördüğü
anlattığı
olayları,
nesnel
bir
şekilde
aktarır,
yorum
yapmaktan
kaçınır.
Bu
hikayede
“bakış
açısı”
nı veren
üç
önemli
olgudan
bahsetmek
mümkündür.
Bu
değişimler
bize
hikayedeki
“bakış
açısı”
nı
vermektedir.
Bunlar :
1 :
“Alay”
bölüğü
zamanı :
“Sabah,
öğle,
akşam
karavanalarından
artan
yemeklerin
döküldüğü
toprak,
kalın ve
besili
solucanların
hazla
kıvrıldığı
,
zifirden
bir
bulamaç
halindeydi.
Yalınayak
çocuklarla
ihtiyar
kocakarılar,
paslı
teneke
kutularını
ağız
ağıza
dolu,
uzaklaşırken
, erkek
köpekler
sıhhatten
gerilmiş
karınlarını
güneşe
devirip
uyuklarlar...”
(s.7) .
“Bakış
açısı” ,
metinde
de
görüldüğü
gibi
objektif
‘
(nesnel
,dış
odaklayım)
tir.Ancak
bazı
yerlerde
“bakış
açısı”
nın yarı
imtiyazlı
(kalın
ve
besili
solucanların
hazla
kıvrıldığı
, erkek
köpekleri
sıhhatten
gerilmiş
karınlarını
güneşe
devirip...
) bir
özellik
kazanmasına
rağmen
bu kural
değişmemiştir.
Bakış
açısı
tamamen
görsel
nitelikte
olup ,
var olan
durum
olduğu
gibi
verilmiştir.
Hikayenin
odak
noktası,
diğer
adıyla
bakış
açısının
merkezi
(optik
merkez),
“açlık”
yani
“Ekmek
Kavgası”
dır. Bu
kavganın
merkez
noktası,
temel
ekseni,
diğer
adıyla
kavganın
ana
nedeni,
askeri
birliğinin
yapısındaki
değişikliklerdir.
Bu
değişikliklerin
bir
yansıması
olarak
insanlar
ve
hayvanlar
arasında
süren
“atık
paylaşımı”
diğer
adıyla
“savaşımını”
görmekteyiz.
Anlatıcı
“objektif
/ yarı
imtiyazlı
bakış”
açısıyla
bu
değişim
ve
değişimin
getirdiği
sonuçları
anlatmaktadır.
2 :
“Alay”
ın
kalkması
ve “oto
bölüğü”
nün
kurulması
:
“Gün
geldi,
Alay
memleketin
güvenliğini
daha iyi
sağlayabileceği,
daha
önemli
bir
mevkie
kalktı,
yerini
bir “oto
bölüğü”
aldı...
Mutfakta
karavana
kaynıyordu.
Lâkin
Alay
zamanındaki
bolluk
nerede...”
(s. 7).
Bu
değişim
bir
kavganın
yani
“Ekmek
Kavgası”
nın bir
başlangıcıdır.
Anlatıcı
bakışını
bu
değişimin
odağına
odaklamış
durumdadır.
Zaman
ilerledikçe
adeta
“açlık”
ve
“sefalet”
bütün
çıplaklığıyla
gün
ışığına
çıkmak
üzeredir.
Anlatım
tamamıyla
kronolojik
bir
seyir
izlemekte
ve
değişim
gerçek
bir
izlenimle
sunulmaktadır.
3. “Oto
bölüğü”
nün
kalkması
:
“...
Artık
mutfakta
esaslı
şekilde
yemek
pişmiyordu.
Nöbetçi
birkaç
er için
küçük
tencerelerde
pişiyor,
arsaya
hemen
hemen
hiçbir
şey
dökülmüyor,
pek pek,
birkaç
kemik,
biraz
ekmek
içi
filan...”
“Bazen
bir
kemik
parçası
yüzünden
insanlarla
köpekler
arasında
da
kavgalar
oluyordu.
Dumanı
tüten
yağlı
bir
kemik
parçasını
teneke
kutusuna
sokmaya
uğraşan
bir
kocakarının
yanına
sinirli
bir
erkek
köpek
usullacık
sokuluyor,
usta bir
pençe
vuruşuyla
kemiği
düşürüyor,
kocakarıysa,
dişsiz
ağzıyla
karanlık
karanlık
uluyordu...”
“Yahut,
bir
parça
ekmek
içine
doğru
bir
kocakarı,
değneğine
dayana
dayana
giderken,
aynı
ekmek
içi
yalınayak
bir
oğlan
tarafından
da
görülmüş
oluyordu...Oğlan
kocakarının
değneğini
çekiverince,
kadın
yuvarlanıyor,
beriki
koşup
ekmeği
kapıyordu”...
(s.”
“Bakış
açısı”
gözlem
üzerine
kurulmuştur.
Bu
gözlem /
izlenim,
kronolojik
bir
zaman
değişimi
içinde
devam
etmektedir.
Bakış
açısı
“neden –
sonuç”
bağlamında
olaylara
yaklaşarak
gerçekçi
bir
duruş
sergilenmiştir.
Anlatım
duru ve
sadeliğini
buradan
almaktadır.
“Kocakarılar,
yama
yama
üstüne
vurulmuş,
kalın
hırkalarını
çıkardılar.
Sivrilmiş
omuz
başları
içleri
boşalmış
kuru
memeleri...
Sonra,
hırkalarının
kıvrımlarına
saklanmış
bitleri
bulup
bulup
kırmaya
başladılar.”
(s.
9)".”
Hikaye,
yoksulluğun
portresini
çizmek
ister
gibi,
sokağa,
gerçek
hayata
inmiştir.
Dili,
gördüğünü
hiç
değiştirmeden,
yorumlamadan
anlatmıştır.
Buraya
kadar
bakış
açısı
tamamıyla
dış
odaklayan
(o,
hakim)
perspektifi
ile
verilmiştir.
Bundan
sonra
ise
bakış
açısı,
hikaye
kahramanları
olan iki
kocakarının
bakışı
ile
aktarılmıştır.
“Sivri
çenesinde
üç siyah
kıl
fırlamış
olanı :
- Bet
bereket
vardı
anam...
dedi.
Bet
bereket
vardı...
Yiyeceğin
sözü mü
olurdu?
O canım
fasulyalar,
nohutlar,
börülceler...
Ya
pirinç
pilavları?
Ötekinin
bir gözü
kördü.
- Doğru
diye
başını
salladı.
İnsan
karnını
doyururdu
da,
doldurur
doldurur
konu
komşuya
götürürdü.
- O
günler
de
günmüş,
Allah
bundan
geri
komasın.
Aklından,
Balkan
Harbi’nin
araba
tekerlekli
topları
geçti;
Ölmüş
askerler,
buğday
çuvalları,
yüklü
arabanın
tekerleği
altında
kafası
ezilmiş
bir
çocuk
cesedi
...”
(s.9).
“Bakış
açısı”,
bu
bölümde
kahramanlara
verilmiştir.
Kahramanlar
ise
bakışını
/
perspektifini
geçmişe
(geriye
doğru
kırma)
yönelterek,
geçmiş
ve
şimdiki
durumun
bir
karşılaştırılması
yapılmış
gibidir.
Geçmişte
varlık
bolluk
hakim
iken
şimdi
ise
açlık ve
sefalet
diz
boyudur.
Sonuç
olarak
hikayeye
bakıldığında
anlatıcının
bakış
açısı
“müşahit
bakış
açısı”
dır. Yer
yer yarı
imtiyazlı
bir
özellik
görülse
de bu
kural
değişmemiştir.
Kronolojik
olarak
neden
sonuç
bağlamında
hikaye
ele
alınmıştır.
1.4.
Anlatı
Seviyesi:
Bir
anlatı
metinde
en üstte
bulunan
anlatıyı,
anlatıcının
da
parçası
olduğu
bir
anlatı
olarak
değerlendirmek
mümkündür.
Burada
iç içe
geçen
bir
anlatı
konumu
söz
konusu
edilmekte
ve bu en
dışta
kalan
anlatı,
“çerçeve”
ya da
“kapsayan
metin”
olarak
görülmektedir.
Çerçeve
anlatıyı,
hikaye
içerisinde
mevcut
olan
bütün
anlatıları
kuşatan
üst
hikaye
olarak
da
adlandırabiliriz.
Bu
durumda
karşımıza
iki
temel
ayrım
çıkar;
a.Temel
metin
(primary
text)
b.Eklenti
metin
(emedded
text)
Temel
metni
dış
anlatıcının
metni
olarak
kabul
ederken,ikinci
düzeydeki
anlatıyı
aktörün
yani
(karakterin)
anlatısı
olarak
değerlendirebiliriz.
(Demir
95;34)
Bu
bilgiler
ışığında
hikayeye
yaklaştığımızda
ya da
ona
uyguladığımızda
karşımıza
anlatıcının
metni
ile
aktörün
metni
olmak
üzere
iki
metin
çıkar.
Bunlar
“temel
metin”
ve
“eklenti
metni”
dir. Bu
metinler
ana
cümle ve
uzun
cümle
arasındaki
ilişki
gibi
birbiri
ile
bağlantılıdır.
Genel
olarak
herhangi
bir
hikayede
ya da
bir
öyküde
herhangi
bir olay
anlatılıyorsa
konumu
ne
olursa
olsun
bir
anlatıcı
ve bir
de aktör
varsa
orada
kaçınılmaz
olarak
kendiliğinden
bir
zincirin
halkası
gibi
birbirine
bağlı
olarak
çerçeve
anlatı
ve alt
anlatı
(lar)
oluşur.
Hikayede
iki
anlatım
seviyesi
görülür.
1- Üst
Anlatı
Seviyesi
( Ü.A. )
2- Alt
Anlatı
Seviyesi
( A.A. )
Alt
anlatı
(A.A.),
hikayede
geçen
şahıslar
arasındaki
diyaloglardır.
Diyaloglar
doğal ve
olayların
akışına
göre
şekillenmiştir.
Bunu
şematik
olarak
şöyle
gösterebiliriz
:
1.5.
Kırılmalar
ve Ritim
Kurgu
metinde
a’ dan
z’ ye
devam
eden
olaylarda
kronolojik
bir
düzen
görülmeyip
geri
dönüşler,
ileri
sıçramalar
yapılarak
anlatım
zamanına
dönülerek
kurgusal
bir
zenginlik
katılmıştır:
“Gün
geldi,
Alay,
memleketin
güvenliğini
daha iyi
sağlayabileceği,
daha
önemli
bir
mevkie
kalktı,
yerini
bir “Oto
bölüğü”
aldı.
Mutfakta
karavana
kaynıyordu.
Lakin
Alay
zamanındaki
bolluk
nerede?”
(S.4)
Geri
dönüş /
kırılma
tekniğinin
kullanıldığı
bu
metinde
geçmişteki
bolluğa
bir
özlem
duyulmaktadır.
Geri
kırılmada
uzun
uzun bir
anlatım
yoktur.
Yazar,
bir
cümle
ile
geçmişi
sadece
anımsatmak
istemiştir.
Bu
anlatımın
basit,
sade
olduğunu
göstermekle
birlikte
alt
anlatımın
kısıtlandığını
gösterir.
Çünkü
yazar,
bütün
ileri ve
geri
kırılmalarda
fazla
sözden
kaçmıştır.
O az
sözle
çok şey
anlatırken
geçmişi
ve
geleceği
tasarlamayı
okura
bırakmak
ister
gibidir:
“Gün
geldi,
bu “Oto
bölüğü”
de
kalktı.
Artık
mutfakta
esaslı
şekilde
yemek
pişmiyordu.
Nöbetçi
bir kaç
er için
küçük
tencerelerde
pişiyor,
arsaya
hemen
hemen
hiçbir
şey
dökülmüyor,
pek, pek
birkaç
kemik,
biraz
ekmek
içi
filan.”(S.4)
Bu metin
parçasında
da aynı
durum
(geri
dönüş,
kırılma)
söz
konusudur.
Ancak
burada
farklı
olarak
yazar,
geçmişi
ve
yaşanılan
anı
karşılaştırmıştır.
“Mevsim
kışa
doğruydu...
Bol
yağmurlar,
yazın
çatlayan
toprakları
adamakıllı
yıkamıştı.
Sırtlarında
çalı
çırpıyla
kocakarılar,
yalınayak
çocuklar,
köpek
sürüleri
gene
geliyordu.
Erkek
köpekler
daha
sinirli,
daha
kavgacı
olmuşlardı.”
(S.4)
Yazar
burada,
tasvire
(yavaşlatma)
başvurarak
olay
akışını
yavaşlatmıştır.
Çocuklar,
kadınlar,
köpekler,
yağmur,
dış
yapıları
nicelik
ve
nitelik
yönünden
tasvir
edilerek
olay
akışı
yavaşlatılmıştır.
Geri
dönüş
tekniğinin
en
belirgin
olarak
görüldüğü
yer,
hikaye
kahramanları
olan
ihtiyar
kocakarıların
geçmişi
anlatmaları
geçmiş
ile
yaşanılan
anı
karşılaştırmalarıdır.
“Aklından,
Balkan
Harbi’nin
araba
tekerlekli
topları
geçti;
Ölmüş
askerler,
buğday
çuvalları,
yüklü
arabanın
tekerleği
altında
kafası
ezilmiş
bir
çocuk
cesedi
...”
(s.9).
Bu
parçada
iç
monolog
geri
dönüş
tekniği
olarak
kurguya
eklenmiştir.
1.6.
Ritmik
Oluşum
Açısından
Ekmek
Kavgası’nın
İncelenmesi
Ritmik
özellikler
bakımından
hikaye
,kronolojik
bir
özellik
göstermekle
beraber
yazar,sık
sık
kullandığı
tasvirler
(sahneleme),
görüntüleme,
özet
gibi
unsurlarla
anlatımı
zenginleştirmiştir
:
"Yalınayak
çocuklarla,
ihtiyar
kocakarılar,
paslı
teneke
kutuları
ağız
ağıza
dolu,
uzaklaşırlarken
erkek
köpekler
sıhhatten
gerilmiş
karınlarını
güneşe
devirip
uyuklarlar,
sarkık
memeli
dişiler
de
peşlerinde
tonton
enikleriyle
dolaşırlardı."
(s.3 )
Metinde
göze
çarpan
en
önemli
özellik,
yazarın
tasvir
unsuruna
çokca
başvurmuş
olmasıdır.
Çocuklar,
kadınlar,
teneke
kutuları,
köpekler
vb gibi
varlıklar
ve
nesneler
aktarılırken
onların
dış
görünüm
özellikleri,
cins,
renk,
sayı vb
gibi
özellikleri
tasvir
ederek
(yalınayak
çocuklar,
ihtiyar
kocakarılar,
paslı
teneke
kutuları,
erkek
köpekler,
dişi
köpekler,
sarkık
memeli
dişiler,
tonton
enikler)
okurun
zihninde
adeta
bir
tablo
çizmiştir.
Yazar
(anlatıcı
),
elinde
adeta
bir
reflektörle
varlıkları
görüntülemiş
izlenimi
yaratmıştır.
Psikolojik
unsura
örnek
olarak
"...
sıhhatleri
gerilmiş
karınlarını..."
cümlesini
gösterebiliriz.
Tasvirler,
çok
yönlü
kullanım
özelliği
ile
(nitelik,nicelik,psikolojik
durum
vb.) bu
metnin
en
önemli
özelliğini
oluşturur:
"Simsiyah
kanatlarında
mavi
ışıltılarla
kavgalar(1)...
yırtıcı
kuşlar,(2)...karga
sürülerinde
ürkeklik
artardı,(3)...
asılı
gibi
durur
durur,(4)
...pek
pek
birkaç
kemik,
biraz
ekmek
içi
filan,
(5),
erkek
köpekler
daha
sinirli,
daha
kavgacı
olmuşlar
(6),
yama
yama
üstüne
vurulmuş
(7),
sivrilmiş
omuz
başları,
içleri
boşalmış
kuru
memeleri
(,
sonra,
hırkalarının
kıvrımlarına
saklanmış
bitleri
bulup
bulup
kırmağa
başladılar
(9),
aklından
balkan
harbinin
araba
tekerlekli
topları
geçti,
ölmüş
askerler,
buğday
çuvalları,
yüklü
bir
arabanın
tekerleği
altında
kafası
ezilmiş
bir
çocuk
cesedi.”(10)
Yukarıdaki
cümleler
yazarın
anlatımının
bir
özeti
niteliğindedir.Bu
cümlelerden
1.,
2.,5.,8.,10.
cümleler
ağırlıklı
olarak
tasvir
cümleleridir.
3. ve 6.
cümleler
psikolojiyi
ve
7.,4.,9.
cümleler
ise
görüntüleme
ve özet
cümleleridir.
II.
BÖLÜM
BİR
ÖKSÜZ
KIZ
ETRAFINDA
1.1.Anlatıcı
Tipi
Kurgu
metnin
iletiminde
anlatıcı
tipi,
“tanrıbilici”
dir,
diyebiliriz.
Çünkü
anlatıcı,
vaka
örgüsü,
karakterler,
zaman ve
mekan
değişimlerine
bakıldığında
sürekli
izleyen,
gözlemleyen,
aktaran,
yer yer
yorum (
açıklama
) yapan
gizli (
örtük )
bir
konumu
ve bakış
açısı
vardır.
Bunlar
dışında
anlatıcı,
diyaloglarda
“dedi”,
“diye”
gibi
yüklemlerin
kullanılması
da “ O
anlatıcı”
tipinin
göstergesidir.
“ İnönü
Kız
Sanat
Enstitüsü
dördüncü
sınıftan
144
Nurhan
(1)
okuldan
kıpkırmızı
geldi.
(2)
Merdivenleri
çıkarken
ağabeyi
ile
karşılaştı,
durdu.
Ağabeyi:
(3)
“-Ne o?
dedi,
gene pek
düşüncelisin?”
“- Ah
ağabey,
diye
başladı,
sorma...
Yani
öyle
kızıyorum
ki şu
insanlara...
(
Gözleri
doldu.)
Çok
hayvanlar
doğrusu.
(
Birdenbire
yumuşadı,
gözlerini
sildi.)
...
Babası...
Mide
kanserine
tutulmuş,
hastaneye
yatırmışlar...
(Yüzü
kireç
kesildi,
gözleri
tekrar
doldu.)
(4)...Nurhan,
sofayı
hızla
geçti,
odasına
girdi,
çantasını
bir
tarafa,
yeşil
şeritli
okul
kasketini
bir
tarafa...(5)
Anlatıcı,
1., 3.
ve 5.
cümlelerde
mekan
envanterlerini
adlarını
alarak
hızlı
bir
şekilde
geçmiş,
odak
merkezi
olarak
projektörü
aktör (
Nurhan)
üzerinde
yoğunlaştırmıştır.
Nurhan’ın
gittiği
okul,
ev, evin
merdiveni,
sofa,
dış
mekan
envanterlerine
girerken,
sofanın
iç
odası,
masası,
yemek
masası
ve
mutfak
gibi
bölümler
ise “iç
mekan
envanterleri”
olarak
alındığında,
anlatıcı,
bu
envanterleri
tasvir
etmeden,
sadece
isim
olarak
geçerken,
merkezde
aktör
vardır.
Aktörün
yaptığı
bütün
davranışlar
hikayenin
olay
örgüsünün
çevresini
oluşturur.
Bu
açıdan
anlatıcı,
kahramanın
yaptığı
şeyleri
psikolojisini
de göz
önüne
alarak
tasvir
etme
yoluna
gitmesidir.
“Nurhan,
sofayı
hızla
geçti,
odasına
girdi,
çantasını
bir
tarafa,
yeşil
şeritli
okul
kasketini
bir
tarafa,
çoraplarını,
ayakkabılarını
filan
birer
tarafa
fırlattı...
Gitti,
hiç
sebepsiz,
çantasını
açtı,
matematik
kitabını
çıkardı,
masanın
üzerine
rastgele
açtı.
Kitaba
boş
gözlerle
baktı,
sonra
kitabı
kapayıp
odanın
köşesine
gitti,
sağ
elinin
şahadet
parmağı
dişleri
arasında,
öylece
kaldı.
Bir ara
heyecanlı
heyecanlı
bir şey
mırıldandı,
ağladı,
masanın
kenarında
yusyuvarlak
uyuklayan
kara
kediyi
kucağına
aldı.”
(S.31)
Alıntıda
da
görüldüğü
gibi
anlatıcı,
aktör-
mekan
çizgisinde
aktör
ağırlıklı
bir
bakış
açısı
görülür.
Zaman
ise
belirsiz
bir öğe
durumunda
kalmıştır.
Zamanın
ne
olduğu,
karakterin
hangi
saatte
okuldan
geldiği,
odasında
ne kadar
kaldığı,
yemeğin
günün
hangi
saatinde
(öğle,
akşam,
sabah)
yenildiği
belirsizdir.
Bu
eksikliklere
rağmen
karakter
odaklı
ve mekan
envanterleri
bakımından
anlatıcı
kimliği
açıktır.
Metin
parçasında
da
görüldüğü
gibi
anlatıcı
her şeyi
en ince
ayrıntısına
kadar
bilen,
gören,
kurgu
dünyasını
sahneleme,
durdurma,
poz,
hızlandırma,
özet vb
gibi
unsurlarla
zenginleştiren
“tanrıbilici
anlatıcı”dır.
1.2.Anlatı
Seviyesi
Anlatı
Seviyesi:
A: Temel
Metin /
Çerçeve
( Metin)
B: Alt
Metin
olmak
üzere
iki ana
başlık
altında
incelemek
mümkündür.
Üst
anlatıcı
(tanrıbilici
anlatıcı);
kurgu
metni
ileten
kişidir.
Karakterleri,
mekanları,
olay
örgüsünü,
değişim
ve
gelişimleri
aktaran
“üst
anlatıcı”dır.
Olay
örgüsünün
(
hikayenin)
bir
katılımcısı
olmayan
anlatıcı,
metni
aktarımda
diyaloglara
başvurması
(bağımsız
dolaysız
konuşma),
karakterleri
diyalog
yoluyla
geçmişe
götürmesi
ve
mevcut
hikaye
zamanını
dönüşümler
yaparken
ileri ya
da geri
kırılma
yöntemleri
ile bir
“uzatı”
nın
sağlanmasından
dolayı
“alt
anlatıların”
ortaya
çıkmasına
zemin
hazırlamasıdır.
Bu
açıdan
anlatı
seviyesi;
Hikayede
Münevver
ve H.
Kapıcısı
aktörün
(Nurhan)
bakış
açısıyla
verildiğinden
aktör
odaklı
bir alt
anlatı
oluşmuştur.
A1
A2
A3
A4
A5
A6
A7
Anlatıcı Nurhan Ağabey Münevver Anne Baba Abla
A8
H.kapıcısı
1.3.
Ritmik
Oluşum
Ritmik
açıdan
hikayeye
bakıldığında,
kronolojik
kurgu
aşılmaya
çalışıldığı
görülür.
Sahneleme
(unsur)
kendisini
çok
güçlü
hissettirmiştir.
Bu
açıdan
kurgu
metin,
okuru
kendine
çeken,
aktif
bir
duruş
gerektiren,
hayal
kurma,
olayı
yaşamaya
katılım
ön
plandadır.
Tasvir
ögesi,
karakter
yapılarını
tanıtma,
olay
kurgusuna
renklendirme
çerçevesinde
ele
alınmıştır.
“Nurhan,
okuldan
kıpkırmızı
geldi.”
(*)
“Bizim
sınıfta
bir kız
var,
Münevver...Öyle
zayıf ki
yavrucak...Yüzü
de
sapsarı...(1)...Gördüm
ben
teyzesini,
kalın
kaşlı,
vahşi
yüzlü
bir
kadın.
(2)...Babası
kapıcı
bir
fabrikada,
mide
kanserina
yakalanmış,
hastaneye
yatırmışlar.(3)
“Nurhan’ın
sarı,
sinirli,
son
derece
zayıf
ablası.(4)...Hale
sarı
abla,
Nurhan’ın
durgunluğuna
inat,
şendi,
hatta
mesuttu...
Sarı
ablanın
neşesi
derhal
uçtu.İnce
kumral
kaşları
çatıktı,
elindeki
çatal
titremeye
başladı.
Yüzündeki
sivilceler
bir an
kızarıp
söndüler.(5)
“...
Baba
büyük
kızına
içerlemişti.Yan
gözle
karısına
baktı.
Morarmış
göz
altları,
sarkık
gerdanı,
pörsümüş
yanaklarından,
iyice
yedirilmiş
pudra
lekeleri.
Onu
birden
bire
çirkin
buldu.
(6)
Numaralanmış
cümlelere
bakıldığında
hikaye
aktörlerinin
tazvirleri
ön
plandaydı.
Genel
aktör
Nurhan
dış yapı
bakımından
ilk
cümle
dışında
pek
aktarılmamış.
Boyu,
saçları,
gözleri,
giyim
kuşamı,
kültür
seviyesi,
vb. gibi
yönlerden
aktör
okura
hiç
tanıtılmamış
denilebilir.
Ancak
Nurhan’ın
okur,
o’nun
Münevver’in
acı
durumuna
olgunlukla
yaklaşması,
bu
duruma
çok
üzülmesi,
o’nun
için
insanların
vurdumduymazlığından
yakınması,
kendisine
yardım
etme
isteği,
samimiyeti,
vb.
durumlarla
onun iç
yapısına
iniş
yapılabilir.
Bu
açıdan
Nurhan
olay
örgüsünün
bütünlüğü
çerçevesinde
algılamak
ve
anlamak
gerekir.
Bu,
biraz
dikkat
ve çaba
gerektiren
özgür
düşünce
tarzını
gerektirir.
Nurhan
dışında
(Ablası,
Münevver,
Annesi)
bazı
karakterler
dış
yapıları
tasvir
edilmiştir.
Münevver
1.
cümlede,
ablası
4., 5.
cümlelerde,
annesi
ise 6.
cümlede
tanıtılmıştır.
İleri ve
geri
kırılmalar
ritmik
bir
unsur
oluşturarak
olay
akışı
yavaşlatılmıştır.
Geçmişte
yaşanmış
olaylar
“uzatı”
olarak
bugüne
bağlanmış,
kurgu
metni
zenginleştirilmiştir.
“-Gördüm
ben
teyzesini,
kalın
kaşlı,
vahşi
yüzlü
bir
kadın.
Kızcağızı
her gün
dövermiş.
Babası
kapıcı
bir
fabrikada.
Mide
kanserine
tutulmuş,
hastaneye
yatırmışlar.
Dün
ikindi
üstü,
Münevver
hastaneye
gider,
babasını
ziyarete...”
“Kızcağız
tam
hastane
kapısına
gelmiş,
eşek
kapıcı,
hayvan
gibi
biri,
kız,
demiş,
baban
öldü, ne
geliyorsun
hala?...
Düşmüş
bayılmış.”
Geri
kırılma
yöntemi
ile
geçmişteki
olaylar
anımsanarak
Münevver’in
bugüne
gelen
yaşamı,
geçmişteki
yaşamı,
psikolojisi
üzerindeki
etki
vurgulanmak
istenmiştir.
Münevver’in
küçük
yaşta
annesini
kaybetmesi,
biraz
vahşi
bir
kadın
olan
teyzesinin
yanında
kalması
ve ondan
yediği
dayaklar,
bir süre
sonra da
fabrikada
kapıcılık
yapan
babasını
kaybetmesi,
o’nu
tamamen
çöküntüye
uğratmıştır.
Bu
açıdan
Münevver
içine
çok
kapanık,
ürkütülmüş,
kendini
ifade
edemeyen,
toplumdan
soyutlanmış
bir
karakter
olarak
görürüz.
Bu, bize
Nurhan’ın
geri
dönüş
tekniği
ile
anımsatılmıştır.
Bu
açıdan
burada
bir
“uzatı”
var
diyebiliriz.
Bu dönüş
tekniği,
bizim
karakterin
iç
dünyasına
inmede
önemli
bir
anahtardır.
“-Sonra?,
dedi
ağabeyi,
hepsi bu
kadar
mı?”
(S.31)
Bu
cümlede
mevcut
hikaye
zamanına
dönüş
yapılmış
ve mekan
dış
mekandan
“iç
mekana”
doğru
değişmiştir.
“
Nurhan,
sofaya
doğru
hızla
geçti,
odasına
hızla
girdi,
çantasını
bir
tarafa,
yeşil
şeritli
okul
kasketini
bir
tarafa,
çoraplarını,
ayakkabılarını
filan
birer
tarafa
fırlattı.
Gitti
hiç
sebepsiz,
çantasını
açtı.
Kitaba
boş
gözlerle
baktı,
sonra
kitabı
kapayıp
odanın
köşesine
gitti,
sağ
elinin
şahadet
parmağı
dişleri
arasında,
öylece
kaldı...
Ağladı
ve
masanın
kenarında
yusyuvarlak
uyuklayan
kara
kediyi
kucağına
aldı.
(S.31)
Bu
alıntıda
mekan
envanteri
dış
mekandan
iç
mekana
doğru
değişmiştir.
Anlatıcı,
gerçek
yazar,
sahnelemeyi
en güç,
en
etkili
kullandığı
alan bu
alandır
diyebiliriz.
Projektör,
Nurhan’a
çevrilmiş,
onun
yaptığı
her şey
kameraya
alınmış,
olayın (
hareketin,
akışın)
hızı
kesilmiştir.
Görüntüleme
ve
durdurmanın
doruğa
çıktığı,
okuyucunun
aktif
olduğu
ve hayal
ögesinin
okur
bazında
harekete
geçtiğini
söylemek
mümkündür.
Nurhan (
Sofayı
hızla
geçti,
odasına
girdi,
çantasını,
ayakkabıları,
çorapları,...Kitaba
boş
gözlerle
baktı...)
Bazen
ekranda
dondurulmuş
(poz)
gibi
projektöre
yansımıştı.
Bu
ritmik
yapı,
ailenin
akşam
yemeği
sefasında
da
görülür:
“Akşam
yemeğinde
ağabeyi,
gülüyor,
söylüyor,
babasıyla
şakalaşıyor.
Hele
sarı
abla,
Nurhan’ın
durgunluğuna
inat,
şendi,
hatta
mesuttu.
İkide
bir de
annesini
dürtüyor,
Nurhan’ı
gösteriyordu...”
Anne,
baba,
özellikleabi
ve abla
projektörün
odak
merkezi
durumundalar.
Yer yer
özetlemeden
de
(İkide
bir de)
yararlanılmıştır.
Hareket
doğal
bir
seyir
halinde
devam
ederken,
ağabey
tekrar
bir geri
dönüş
yaparak
konuyu
Münevver
hakkındaki
muhabbete
getirir.
Böylece
aynı
“uzatı”ya
bir daha
geçilerek
ritmik
bir
açılım
kazandırılmıştır.
“Nihayet:
“-E...
dedi,
Sonra
Nurhan?
-Ne
olmuş?
(baba
soruyor)
-Efendim,
bir kız
arkadaşı
varmış,
mektepte.
Babası
fabrika
kapıcısı.
Herif
mide
kanserine
yakalanır
ve dün
taşlı
köyü
boylar.
(Ağabeyi
aktarıyor.)
Burada
geri
dönüş
yapılır.
Olayın
açılımı
için
giriş
yapılır.
Maksat
Nurhan’ı
konuşturmak
olduğundan,
ağabeyi
bir
noktada
Nurhan’ı
açmaya
çalışır.
“Nurhan
evvela
ağabeyine,
sonra
babasına
baktı.
Gözleri
tekrar
önüne
indi.”
(S.33)
Mevcut
hikaye
zamanına
dönüş
yapıldıktan
sonra
kurgu
tekrar
Nurhan’a
geri
dönüşüm
yapar.
“... Kız
babasını
yoklamaya
gider,
kapıcı
der ki,
baban
öldü
kız, ne
gelip
duruyosun
daha...”
(S.33)
Dönüşümün
ardından,
tekrar
(Abla
sarardı)
mevcut
hikaye
zamanına
dönüş
yapılır.
Hikaye
daha
sonraki
bölümlerde
“geri
dönüşüm,
mevcut
hikaye
zamanına
dönüş”
ekseninde
devam
eder.
“...Vallahi,
babacığım,
dedi,
görürseniz
acırsınız...
Gözleri
dalıyor,
bayılıp
bayılıp
gidiyor
yavrucak.
Hem ne
diyor
biliyor
musun?
....
babacığım,
babacığım,
diyor,
kapıcının
kzı diye
burunluyorlar
beni,
benimle
alay
ediyorlar...Dünyada
kimsem
kalmadı
artık
benim...”
III:
BÖLÜM
REVİR
MEYDANCISI
YUSUF
HİKAYESİ
1.1.
Anlatıcı
Tipolojisi
Bu
metinde
anlatıcı
tipini
tespit
etmek
için
bazı
ipuçları
verilmiştir.
Bunlar:
a:
“Anlatıcı”
nın
hikaye
kişisi
hakkında
az çok
bilgi
sahibi
olması
b: Dile
getirilmek
istenen
ancak
söylenemeyen
duygu ve
düşüncelerin
“iç
monolog”
tekniği
ile
tırnak
içinde
verilmesi.
c:
“Anlatıcı”
nın
hikaye
kişisinin
iç
dünyasına
az çok
hakim
olması.
d:
“Anlatıcı”
nın bazı
durumlarda
hikaye
kişisinin
aklından
geçenleri
hakkında
açıklama
ve yer
yer
yorum
yapması
vb.
gibi...
Bu
maddeler
bizi
anlatıcının
kimliğinin
tespiti
için
önemli
kaynaktır.
“ Revir
Meydancısı
Yusuf,
Trakya’nın
kıraç bi
köyündendi.(1)
Bir
gece,
koyun
çalmaya
gelen
bir
hırsızı
öldürüp
gömmekten
on sekiz
yıla
hüküm
giymişti.(2)
Hapishaneye
düştükten
sonra
sık sık
memleketini
hatırlar,
iri
çoban
köpeklerinin
gürler
gibi
havlayarak
dolaştığı
koyun
sürülerini,
tarlalara
yiyecek
götüren
kadınları,
mavi
göklerde
kıpkırmızı
akan
bulutları
görür
gibi
olur,
garip
garip
içini
çekerdi.”
(3)
(S.6)
“ Yusuf,
“Ulan ne
boktan
iş” diye
aklından
geçirdi,
“Çobanlıkta
ne tahta
kurusu
olur, ne
bir
şey...
Ah
çobanlık
şimdi
olmalı
ki” (4)
(S.6)
“
Kapının
açılmamasından
manalar
çıkarıyor,
kapıyı
mahsustan
geç
açıp”zulacı”
lara
vakit
kazandırmak
istediğini
sanıyordu.”
(5)
(S.10)
“ Yusuf,
“içeri
atılıp,
bir kap
yemekten
olmanın”
kaygısını
yüreğinde
taşıyarak
yatakları
eski bir
çuvala
sararken,
aşçı
başucuna
dikilmiş,
“giderken
bir
şeyler
alıp
götürmesin”
diye onu
dikkatle
kolluyordu.”
(6)
(S.11)
Alıntılarda:
A: 1. ve
2.
cümleler
aktörün
kısa bir
geçmişini
anlatır.
B: 3.
cümle
kahramanın
geçmişini
anımsaması
ve
geçmişi
ile
bütünleşmesi.
C: 4. ve
6.
cümleler
kahramanların
aklından
geçenlerin
bir
tırnak
işareti
içinde
verilmesi.
Bunlar
aktörün
kendi
düşünceleri
olmayıp
ya da
onların
söyledikleri
“duygu
ve
düşünceler”
olmayıp,
“anlatıcı”nın
şahısların
düşüncelerini
okuması
ve
onların
düşünceleriymiş
gibi “iç
monolog”
tekniğiyle
anlatması.
Ayrıca
metinde
bu
veriler
dışında
bize
anlatıcıyı
veren
bir
başka
ipucu da
“anlatıcı”nın
tırnak
içinde
verdiği
cümlelerin
sonunda
“diye”
yüklemini
kullanması,
bize
“anlatıcı”
nın
kimliğini
veren
önemli
bir
veridir.
Yukarıda
saydığımız
özellikler
ve bu
özellikleri
somutlaştıran
örnekler
anlatıcının
“tanrıbilici,
O ,
benzer
olmayan,
örtülü
ya da
üçüncü
şahıs”
gibi
isimlerden
herhangi
birini
alan bir
üst
anlatıcıdır.
Anlatıcı,
olayları
dışarıdan
gören,
bilen,
müdahalede
bulunmayan
bir
bakış
açısına
sahiptir.
Nitelikleri
itibariyle
anlatıcı
hikayede;
A: Kim
anlatıyor?
= “ O”
anlatıyor.
B: Ne
anlatıyor?
=
Yusuf’un
hapis
hayatını.
C: Kime
anlatıyor?
=
Herkese
anlatabiliyor.
D: Nasıl
anlatıyor?
=
Herşeyi
bilen
bir
hakim
bakış
açısıyla,
gibi
sorulara
açık
cevapalr
vermektedir.
Bu
açıdan
metin,
anlatıcısı
kolay
çözülebilen
bir
iletimdir.
Anlatıcı,
yukarıda
anlatılarda
da
görüldüğü
gibi
olayların
içine
girmeyen,
müdahale
etmeyen,
ancak
herşeyi
bilen,
gören,
duyan,
insanların
iç
dünyasını
okuyabilen
ve
bunları
yer yer
yorumlarla,
açıklamalarla
aktaran
hakim, “
tanrıbilici
anlatıcı”dır.
Anlatıcı,
metni
aktarırken
tasvirlerden
(yavaşlatma),
görüntüden
(poz),
yer yer
özetlerden
ve “ iç
monolog”
tekniklerinden,
diyaloglardan
yararlanmıştır.
1.2.
Anlatı
Seviyesi
Metinde
anlatıcının
bakış
açısı ve
konumunun
tespit
edilmesi
bize
anlatı
seviyesini
veren
kendiliğinden
(zincirleme)
bir
çözümleme
yöntemidir.
Buna
göre
hikayede;
a: Temel
anlatıcı
(
Çerçeve
/ Üst
anlatıcı)
Anlatıcı
metnidir.
Hareket,
olay,
zaman,
mekan,
kahramanlar
vardır.
Anlatıcı,
olanı,
görüleni,
olabilecekleri,
aktörlerin
duygu ve
düşüncelerini,
söylemek
isteyip
söyleyemediklerini
müdahale
etmeden
aktardığı
çerçeve
iletim
metnidir.
b: Alt
anlatıcı
(lar):
Aktörlerin
diyalogları,
içsel
(iç
monolog)
konuşmalar
gibi
iletimler
“ alt
anlatılar”ı
oluşturur.
Metinde
gözle
ilk
etapta
görülen
bu iki
metin
öbeğidir.
Bu
yapıyı,
hikayenin
dah ailk
paragrafından
ve onu
takip
eden
aktörler
arasındaki
diyaloglardan
tespit
etmek
mümkündür.
“ Yusuf
“Ulan ne
boktan
iş” diye
aklından
geçirdi.
“
Çobanlıkta
ne
tahtakurusu
olur, ne
bir
şey...
Ah
çobanlık
şimdi
olmalı
ki...
(S.6)
“...
Yatağı,
yorganı,
somyayı,
yastıkları
bir
güzel
filitlemeli,
filitlemeli
mutlaka...
Su
kaynatıp
karyolayı
tekmal
haşlamalı...”
(S.6)
“
Yusuf’un
“gene
niçin
işi
bıraktığının”
farkında
değildi.
Şimdi
yanında
bulunmayışına
müthiş
kızdı.
“Ulan
hey
Allah
belanı
versin
be!...Kovmalı
bu
deyyusoğlu
deyyusu...Amma
dalgacı
yahu...”
(S.9)
Bu
durumda
“anlatı
seviyesi”ni
şöyle
görselleştirebiliriz:
1.3.
Ritmik
Oluşum (
Kırılmalar)
“Revir
Meydancısı
Yusuf”
hikayesi
ritmik
oluşum
açısından
kronolojik
bir
kurgu
tekniği
ile
kaleme
alınmıştır.
Hikayede
göze
çarpan
en
önemli
gösterge
olayların
sıradan,
birbirini
takip
eden bir
zaman
dilimi
içerisinde
gerçekleşmesidir.
Yusuf’un
içeriye
girmesi,
köyünü
düşünmesi,
tahtakurusunun
verdiği
sıkıntılar
ve
onları
temizleme
planı,
koğuştaki
hastalarla
ilgilenmesi,
aşçıbaşı
ile
ilişkisi,
gardiyanın
gelip
mahkumları
teftiş
etmesi,
en
nihayetinde
Yusuf’un
yerinin
değiştirilmesi
ve
işinden
atılması
gibi
olaylar
hep bir
kronoloji
çerçevesinde
dile
dönüştürülmesi
bu
kanımızı
açıklayan
destek
örneklerdir.
Hikaye
ritmik
oluşum
açısından
oldukça
basittir.
İleri ve
geri
kırılmalar
çok az
yer bir
yer
tutmuştur.
“Revir
meydancısı
Yusuf,
Trakya’nın
kıraç
bir
köyündendi.
Bir gece
koyun
çalmağa
gelen
bir
hırsızı
öldürüp
gömmekten
on sekiz
yıla
hüküm
giymişti...”
(S.6)
Bu
cümlede
“miş”li
geçmiş
zaman
ekinin
kullanılmasından
dolayı
bir geri
kırılma
mevcut.
Çünkü
olanlar
geçmişte
yapılmış
ve
etkisi
halen
devam
etmektedir.
Köyün
coğrafi
bir
biteliğinin
belirtilmesi,
(kıraç
bir köy)
tasvir
unsurunun
kullanımına
bir
işarettir.
Aynı
zamanda
“kıraç”
sözcüğü
anlamı
genişletilmek
istenirse
bir
“özet”
in
kendini
gösterdiği
açıkça
görülür.
Çünkü
kıraç;
yağmursuz,
iklim
zenginliği
az olan,
su,
yeşilliğin
olmadığı
bir
coğrafyayı
temsil
ettiğinden
burada
açık bir
“özet”
sözkonusudur.
“Hapishaneye
düştükten
sonra
sık sık
memleketini
hatırlar,
iri
çoban
köpeklerinin
gürler
gibi
havlayarak
dolaştığı
koyun
sürülerini,
tarlalara
yiyecek
götüren
kadınları,
mavi
göklerde
kıpkırmızı
akan
bulutları
görür
gibi
olur,
garip
garip
içini
çekerdi.”(S.6)
Aktörün
hapishaneye
düştükten
sonra
gür
sesli
köpeklerini,
tarlalara
yiyecek
götüren
kadınları,
koyun
sürülerini
hatırlaması,
mavi
göklerdeki
kırmızı
bulutları
gibi
örnekler,
ritmik
açıdan
geri
kırılma
metoduna
örnek
verilerdir.
Geri
kırılmanın
verilerinde
görülen
en
önemki
nitelik,
(gür
sesli
köpekler,
yiyecek
taşıyan
kadınlar,
koyun
sürüleri,
mavi
göklerdeki
kıpkırmızı
bulutlar”
açık bir
poz
(görüntüleme)
dur.
Aynı
zamanda
tasvir
ve poz
(görüntüleme)
iç içe
devam
etmiştir.
“Geceyi
hatırladı:
Ilık
ılık
kımıldayan
havasıyla
ağır
gece.
Taze
buğday
tanelerine
benzeyen
diri
tahtakuruları,
sanki
avuç
avuç
serpilmişti...”
“Ah
çobancılık
şimdi
olmalı
ki...”
Yukarıdaki
metinlerde
de geri
kırılma
mevcuttur.
Anlatıcı
okurun
dikkatini
canlı
tutmak
için
tasvirlerden
(yavaşlatma)
yararlanmıştır.
“Avuç
avuç”
kelimeleri
ise
“özet”
unsuruna
örnektir.
“Yatağı,
yorganı,
somyayı,
yastıkları,
bir
güzel
filitlemeli.
Filitlemeli
mutlaka...
Su
kaynatıp
karyolayı
tekmal
haşlamalı...”
(S.6)
“Çabucak
bu işi
de görüp
bir an
evvel
karyolasına
gelen
tahtakuruları
dağılmadan
pompalamak
istiyordu.”(S.
Anlatıcı,
cümlelerde
şekilce
olmasa
bile
anlamsal
bir
ileri
sapma
yapmıştır.
Bu
kurguya
bir
canlılık
getiren
önemli
bir
unsurdur.
“...Ulan,
ikindi
olmuş
be!”
diye
mırıldandı.
“Nerdeyse
hastalar
akşam
yemeğine
oturacak...
Ondan
sonra
sofa
süpürülecek,
ondan
sonra
bulaşıklar,
ondan
sonra su
taşınacak,
ondan
sonra...”
(S.
Yazar
tekrar
sanatını
(ondan
sonra=4
kez
tekrar)
çokça
kullandığı
bu
alıntılarda
şekilsel
ve
anlatımsal
bir
ileri
sapma
görülmektedir.
Bazı
kelimelerin
sıkça
kullanılması
dilde,
üsluptan
yapaylığa
neden
olmuştur.
Ritmik
bir
unsur
olarak
kabul
gördüğümüz
ileri
sapmalarda
geleceğe
dönük
tasarımlar
öne
çıkmaktadır.
“Kovmalı
bu
deyyusoğlu
deyyusu...”,
“... Ya
müdür
filan
gelse de
görse
bunları
böyle?
Ha? Ne
olur
sonra?...”
(S.9)
“...Başgardiyan...İçeri
usulcacık
girip,
hastaları
yataklarında
bastırmak
istiyordu...”(S.10)
Bu
cümlelerde
ileri
sapmaya
örnek
verilebilir.
Hikayede
ritmik
unsur
olarak
sapma,
çoğunlukla
geçmişi
düşünme
ve
geleceği
tasarlamada
başvurulmuştur.
Bu
açıdan
hikaye
ritim
açısından
pek
zengin
sayılmaz.
Ancak
ritmi az
da olsa
kurtaran
önemli
ögeler,
tasvir
(yavaşlatma),
görüntüleme
(poz)
gibi
unsurlardır.
“Özet”
unsuru
da genel
anlamda
az da
olsa
kullanılmıştır.
Hikayede
“usullacık”
–“helâllık”
sözcüğünün
ilk kez
tekrar
edilerek
kullanılması
bir
biçimsel
sapmadır.
“Mahkum”
kelimesinin
sıkça
kullanılması
bir
üslup
hatası
olarak
düşünülebilir.
IV.
BÖLÜM
EKMEK,
SABUN VE
AŞK
1.1.Olay
Örgüsü
Galip
bir
hapishanede
gardiyandır.
Sebebi
bilinmeyen
bir
nedenle
hapse
düşen
anlatıcı
ile
ahbap
olur.
Kısa
sürede
sıcak
bir
arkadaşlık
ve
dostluk
olur.
Galip,
hapisteki
anlatıcının
mahcup
bir
insan
olması,
hayatta
en aşağı
“dehlizlerde”
yaşaması,
bol bol
kitap
olması,
vb. gibi
durumlar
gözlemlemesi
ve
kendinde
sıcak
bir
insan
sıcaklığını
duymasından
dolayı
ahbap
olur.
Kısa
sürede
gelişen
bu
ahbaplık
tatlı
sohbetler,
güncel
sorunlarla
(maaş
vb.)
ilgili
kısa
muhabbet
aradaki
sıcaklığı
pekiştirir.
Sonraki
zaman
dilimlerinde
ise
Galip’in
okuma,
aşk vb.
meyilinden
dolayı
kendisine
bazı
kitaplar
(Margaret’in
La Dam O
Kamelya,
Maksim
Gorki’nin
Üniversitelerim)
vb.
gibi)
verir.
Anlatıcı,
Galip’in
aşk
konusundaki
görüşlerini
de
olgunlukla
karşılar.
Sonraki
paylaşımla
artan
ilişkilerde
ortaya
çıkan
bilgi
alış
verişi
karakterin
yaşamında
bazı
değişmelere
neden
olur.
Ancak bu
değişim
zamanla
olgunlaşır.
Galip,
hapishanedeki
bir
kadına
aşık
olmuştur.
O, aşk
konusunda
biraz
ilahi ve
insanüstü
düşünmektedir.
Onun bu
görüşü
anlatıcıdan
önce
izlediği
aşk
filmlerinden
almıştır.
Yazarla
tanıştıktan
sonra
ise bu
görüşlerini
ona da
açıklar.
Sevgiliye
yazdığı
bir
mektubunu
anlatıcı
ile de
paylaşır.
Anlatıcı
bir
bayağı
ve soyut
aşk
tasvirlerinin
olduğu
bu
mektubu
beğenmese
de o’na
belli
etmez ve
aksine
çok iyi
bir
mektup
olduğunu
söyler.
Galip’in
gönderdiği
soyut
nitelikli
aşk
tasvirli
mektup,
sevgisinden
ise
bunun
tam
aksine
yaşamın
gerçekliğini
anlatan
(hapishane
koşulları,
açlığı,
kirliliği,
yoksulluğu,vb.)
bir
mektup
alınca
çok
kızar ve
kadına
“ayı”
diyerek
onun
aşktan
anlamadığını
ileri
sürer.
Bu
durumda
anlatıcı
araya
girer ve
ona bazı
gerçekleri
söyleyince
Galip
fazla
ısrarlı
olmaz.
Yazarın
ve
sevgilinin
söylediklerinin
gerçek
oduğunu
kabul
eder.
O’nun
hapis
hayatı
bitene
kadar
ekmek,
sabun ve
para
kendisine
gönderir.
Ve
hapislik
bitince
iki aşık
evlenir.
Böylece
yaşanan
gerçekliği
üzerine
yazılmış
olan
“Ekmek,
Sabun ve
Aşk”
hikayesi
de
bitmiş
olur.
Kazanan
ekmek,
sabun ve
gerçek
aşktır.
ANLATICILAR
TİPOLOJİSİ
1.2.
Anlatıcı
Tipi
Bir
anlatı
metni
ile ilk
karşılaşıldığında
ilk
tanışılan
eleman
hikayeyi
nakledendir.
Burada
söylenilen
hususun
sadece
kurgulu
metinleri
kapsamadığı
açıktır.
Kurgu
metinlerin
sistemli
incelenmesi
yapıldığında
da
anlatıcı
ya da
anlatı
vasıtası
olarak
adlandırılan
lengüistik
figürün
(linguistic
subject)
büyük
bir önem
ihtiva
ettiğini
söylemek
mümkündür.
Percy
Lubbock’
ın
ifadesiyle,
roman
sanatının
temeli
bakış
açısı
problemi
üzerinde
yükselir.
Bunu
görmemezlikten
gelen
yazar,
üzerinde
durduğu
temayı
ve
anlamı
aktarmada
yeterince
başarılı
olamaz.
Anlatı
seviyesi
tesbitinde
karşılaştığımız
yapıların
içerisinde,
kurgu
anlatıların
en temel
unsuru
olan
anlatıcı(lar)yı
hem dış
anlatıcı
(extradiegetic
narrador)
hem de
iç
anlatıcı
(intradiegetic
narrador)
olarak
görebiliriz.
Bunların
her
ikisi de
anlattıkları
metin
içerisinde,
pozisyonlara
göre iki
başlık
altında
toplanırlar:
Şayet
bir
anlatıcı
anlattığı
hikayenin
katılımcılarından
biri
ise,
“benzer
anlatıcı”
(homodiegetic);
diğer
taraftan
anlatıcı
anlattığı
hikayenin
dışında
kalan,
katılımcılarından
biri
olmadığı
bir
konumda
ise, o
taktirde
benzer
olmayan
anlatıcı
(heterodiegetic)
olarak
isimlendirilir.
Micke
Bal’in
adlandırmasıyla
A: dış
anlatıcı
B:
Karakter
sınırlı
anlatıcı.
Diğer
bir
benzer
ayrımla
da; “ben
anlatıcı(lar)
ve
“üçüncü
kişi
anlatıcı(lar)
olarak
tesbit
etmem
mümkündür.
(Demir
95:55)
Bu
bilgiler
ışığında
hikayeye
yaklaştığımızda
anlatıcı,
bu kurgu
dünyasının
varlıklarından
biridir.
I.tekil
şahıs
konumundaki
anlatıcı
hikaye
kahramanlarından
biridir.
Olayları
yaşayan
ve
anlatan
aynı
kişidir.
“Benimle
dostluğu,
onu bir
ahbap
yakınlığıyla
karşıladığım
içindi.
Sonra
kitaplarım..Bilhassa
bunlar
dikkatini
çekmiş,
mahcup
bir
insan
olduğum,
hayatın
en aşağı
“dehlizlerinde”
yaşamaya
mecbur
edildiğim
halde,
niçin
hala
ısrarla
okuduğunu
sormuştu.”(S.26)
Metin
aktarımında
tekil
I.şahıs’ın
(m)
kullanılması
anlatıcı
tipinin
tesbiti
için
önemli
bir
ipucudur.
Bu
hikayede
anlatıcı,
“ben
anlatıcı”
yani
“benzer
anlatıcı”
dır.
Hikayede
anlatıcı
tipini
ele
veren
önemli
ipuçlarından
biri de,
anlatıcının
hikaye
kahramanı
ile aynı
ortamda
(hapishane)
olduğunu
belirtmesi
ve onun
hal ve
hareketlerini
gözlemleyebilmesi
ve
onları
aktarabilmesidir.
“Hapishanede,
Galip
isminde,
genç bir
gardiyan
vardı.
Günün
her
saatinde
,
hapishanenin
neresinde
olursa
olsun,
elinde
aynayla
tarak,
saçlarını
tarardı.
Biryantinden
vıcık
vıcık
saçları
dalgalıydı.
Onda
umumiyetle
mahcup
bir hal,
bir
konservatuvar
talebesi
hâli
vardı.”
(S.26)
Alıntıda
da
görüldüğü
gibi
benöyküsel
anlatıcı,
karakterin
fizyolojik
özelliklerini
(genç
olması),
giyim ve
kuşamına
öenm
vermesini,
eğilimlerini
ve
ismini
vermiştir.
Bunlar
anlatıcıya
verilen
önemli
unsurlardır.
“Ekseriya
meydan
yeri
nöbetini
teslim
ettikten
sonra
gelip
yanıma
oturur,
gözlerini
bir
noktaya
diker,
dakikalarca
öylece
kalırdı.
Neden
sonra,
Allah’a,
aşka,
saadete,
cennete,
cehenneme,
ölüme
dair
sorular
sorardı.
Kafası
adamakıllı
işliyordu,
muhakkak...
Hiç
kimsesi
yoktu.
Annesi
on sene
evvel
ölmüş,
veremden.
Babasını
hiç
tanımıyor...
Yazar,
yani
anlatıcı
hikaye
katılımcılarından
biri
olarak;
a:
Karakteri
fizyolojik
bakımından
tanıtması,
b:
Kahramanın
ismi ve
ailesi
hakkında
az çok
bilgi
vermesi,
c:
Aktörün,
öğrenmeye
yani
bilgi
edinmeye
açık
olmasını
söylemesi
gibi
unsurlar
anlatıcının
tipini
veren
önemli
ipuçlarıdır.
Anlatıcı
hikaye
kahramanının
içsel
duygularını
anlatmak
için
onun iç
dünyasına
inmemiş,
gizli
duygu ve
düşünceleri
anlatma
yoluna
gitmemiştir.
Bu
açıdan
anlatıcı;
1-
Bağımsız
dolaysız
konuşma
aktarımını,
2-Olay
örgüsünde,
karakter,
tasvir
vb.
hususlarda,
“otoriter
bir
anlatı
söylemi”ni
seçmemesi
vb.
durumlarda
anlatıcı
tipi
“benöyküsey
anlatıcı”dır.
Birinci
(Benöyküsel)
kişi
anlatıcı
1.2.1.
Anlatı
Seviyesi
Hikaye,
anlatı
seviyesi
bakımından
değişik
bir
konumlamadadır.
Bu
konumlama;
anlatıcının
kurgu
metnin
bir
katılımcısı
olması,
dolaysız
konuşma
tekniğinin
ön
planda
olması
ve
müdahale
sınırının
sıfır
düzeyinde
olması
gibi
unsurların
niteliklerinden
anlamak
mümkündür.
Hikaye;
A: Temel
metin
B: Alt
anlatılar
(metinler)
Temel
metin /
çerçeve
metin,
anlatıcının
metnidir.
Anlatıcı,
hikaye
kahramanı
olmakla
birlikte,
olay
örgüsünü,
kurgu
metni
nakleden
kişidir.
Bu
durum,
anlatıcının
konum ve
bakış
açısını
mekan,
zaman,
ritmik
oluşumların
yapısında
değişmelere,
yapısal
nitelikler
kazanmasına,
zengin
kurgusal
yapının
ya da
tersi
durumun
ortaya
çıkmasına
ve
bunların
belirginleşmesine
neden
olmaktadır.
Olayın
bir
kahramanı
olan
anlatıcı,
aktörün
yaşamı,
fiziksel
yapısı,
duygu
dünyası
(aşk
dünyası),
gelecek
tasarımını
kurgusal
ve
ritmik
yaklaşımlarla
anlatmıştır.
Temel
metnin
anlatıcısı
olan
anlatıcı,
zamanlarda
yer yer
sıçramalar
yapmış,
yer
(mekan)
tasvirlerinde
ise
başarılı
değildir.
Olayın
geçtiği
yer
(hapishane),
anlatıcının
projektörüne
hiç
yansımamıştır.
Tasvirler
genellikle
aktör
üzerinde
yoğunlaşmıştır.
“Bağımsız
dolaysız
konuşma
aktarımı
“Free
Direct
Speech)
ile
anlatıcı
direk
aradan
çekilerek
aktör
ile
alıcı
aktarıcının
varlığına
hiç
ihtiyaç
duymadan
iletişim
kurarlar.
Diyaloglarda
anlatıcı,
muhatap
konumundadır
ancak
müdahil
ya da
dolaylı
bir
aktarıcı
konumunda
değildir.
Diyaloglarda
belirginleşen
en
önemli
noktalardan
biri de
anlatıcının
“anlatıcı”
konumundan
çıkarak
“birey”selleşmesidir.
“-Biz de
insan
mıyız?dedi,
otuzbeş
lira
maaş ve
koca bir
ay
mapusluk!
Sizinle
aramızdaki
fark ne?
Bizim bu
işin
gönüllüsü
olduğumuz
mu?”
(Aktör-S.26)
“Aşk,
derdi,
ama
ilahi
aşktan
bahsediyorum,
sinemalarda
gördüğümüz
gibi...
Öyle
sevgilim
olsun
istiyorum
ki, ne
demek
istediğimi
bakışlarımdan
anlasın.
Sonra,
küçük
bir
evimiz...Sonra
bir
çocuğumuz
olsun,
sarı,
kıvırcık
saçlı,
mavi
gözlü,
tombul,
oğlan,
tıpkı
sinemalardaki
gibi...”
(S.27)
(Aktör)
“Sonra?
(anlatıcı)
“Sonra...Sevgilim
ölüversin,
onu
ellerimle
kazdığım
mezara
gömdükten
sonra,
mezarına
kapanıp
bende
ölsem!
(-aktör)
“Ne
bu?”
(anlatıcı)
“Oku
anlarsın”
(aktör)
Bu
kurgusal
yapıyı
sembolize
etmek
gerekirse;
Alt
anlatı
metninin
anlatı
sistemi
Anlatı
seviyesi
kurgusal
bir
zenginlik
taşıdığını
söylemek
mümkündür.
Ana
metin
dışında,
ancak
yapı ve
kurgu
bakımından
yine ana
metine
bağlı
olan bir
alt
metin
ortaya
çıkmıştır.
Bu
metinde
de bir
anlatıcı
ve bir
dinleyici
(muhatap)
söz
konusudur.
Gönderici
ve alıcı
dışında
bir
alıcıdaha
vardır
ki, bu
alıcı
metin
dışı
muhattap
olmakla
birlikte
temel
metnin
ve alt
metnin
temel
anlatıcısı
üst
anlatıcı(ben)dir.
Alt
metin
halkaları;
Mektup
A.A.1 A.A.2 A.A.3 A.A4 A.A.5
Anlatıcı Galip
Galip’in
sevgilisi Sevgili Galip
1.2.2.
Ritmik
Oluşum
Mevcut
hikaye
zamanı
içinde
devam
eden
olayların
tasvir
(sahneleme),
tahlil,
zamanı
hızlandırma,
özetleme
ve
yavaşlatma
ve ileri
– geri
zaman
kırılmalarının
anlatıcı
tarafından
düzenlenişi
anlamına
gelen
“ritmik
oluşum”u
“Ekmek,
Sabun ve
Aşk”
hikayesinde
görmek
mümkündür.
Olaylar,
aktörler,
zaman ve
yer
anlatının
temel
unsurlarıdır.
Bu temel
unsurlar
ritim
unsurları
ile bir
araya
getirilip
ustaca
birleştirilirse
ortaya
iyi bir
kurmaca
metin
çıkar.
Tekil
I.şahıs
(ben,
benzer)
anlatıcının
bakış
açısı ve
konumu
ile
aktarılan
hikayede
göze
çarpan
ilk
ritmik
oluşum,
aktörün
çok iyi
anlatmasıdır.
Ayrıca
hikayede
tek bir
kelimeyle
de olsa
“mekan”
belirtilmesidir.
“Hapishanede
Galip
isminde,
genç bir
gardiyanımız
vardı.
Günün
her
saatinde,
hapishanenin
neresinde
olursa
olsun,
elinde
aynayla
tarak,
saçlarını
tarardı.
Biryantinden
vıcık
vıcık,
kumral
saçları
dalgalıydı.
Onda
umumiyetle
mahcup
bir hal,
bir
konservatuvar
talebesi
hâli
vardı...
Aradan
günler
geçti,
revirden
taburcu
edilip
koğuşuma
geldiğim
bir gün,
yanıma
sokuldu,
koyu
yeşil
gözleri
hüzünle
dolu,
koluma
girdi,
beni
tenha
bir yere
çekti.”
(S.27 –
28)
Aktör,
dış yapı
bakımından
oldukça
iyi bir
tasvirle
akratılırken,
banze de
anlatıcı
bağımsız
dolaysız
konuşma
aktarımı
ile
anlatıcının
aşk,
sevgi ve
Allah,
saadet,
cennet,
cehennem,
ölüm
gibi
konuları
da
öğrenmeye
meraklı
olduğu
yani
karakterin
açık
kimliği
verilmiştir.
“Aşk,
derdi,
ama
ilahi
aşktan
bahsediyorum,
sinemalarda
gördüğümüz
gibi...
Öyle bir
sevgilim
olsun
istiyorum
ki, ne
demek
istediğimi
bakışlarımdan
anlasın.Sözle
değil
gözlerimizin
bakışıyla
anlaşalım.
Aktör,
Galip,
anlatıcı
ile
tanışmadan
önce
alıntıda
da
görüldüğü
gibi
ilahi
bir aşk
düşlemektedir.
Bu,
gerçek
hayattaki
bir
karşı
cinse
duyulan
tanrısal
nitelikteki
bir aşk
düşüncesidir.
Ancak
aktör,
anlatıcı
ile
tanıştıktan
sonra ve
onun
verdiği
bazı
kitapları
okuduktan
sonra
ütopik
nitelikli
aşk
düşüncesi
daha
gerçekçi
ve
toplumsal
yaşamın
çerçevesinde
ve
koşulların
öngördüğü
koşullarda
yeşerebilen
bir
karşılıklı
paylaşım,
kendisi
olduğunu
algılar.
Bu
durum,
bir
kişilik
değişminin
işaretidir.
Çünkü,
izlediği
filmlerden
etkilenen
Galip,
bir
hapishanede
mahkum
olan bir
bayana
aşk
duyar.
Ona bir
mektup
yazar. O
mektup;
“Kötü
aşk
tasvirleriyle
dolu,
bayağı
bir
ifade
tarzıydı.
Bir
sevgiliye,
ölüm
denen
muammadan,
saadetten,
edebi
aşktan,
aşkın
derinliklerinden,
kül
kanatlı
aşk
perilerinden,
kadının
Cenab’ı
Hak
tarafından
bir
serap
olarak
yaratıldığından
uzun
uzun
bahsediyordu.”
(S. 28)
Alıntıda
da
görüldüğü
gibi
aktör
insanüstü
bir aşk
istemektedir.
Sevgili
de yine
sıradan
bir
insan
olarak
düşünülmemektedir.
Aktörün
sevgiliye
gönderdiği
mektubun
tersi
bir
mektup
alınca
sinirlenir,
kızar ve
hatta
kendisine
“ ayı”
şeklinde
bir
küfür de
savurur.
“-Nasıl?dedi,
beğendin
mi? Biz
ilahi
aşktan
bahsettik,
o tuttu
bize
sabundan,
somurdan..”
“- Ayı,
dedi,
kadın mı
bunlar?”
Bu durum
aktörün
daha
önce de
söylediğim
gibi
seyrettiği
filmlerin
ve
okuduğu
kitapların
(
Margaret’in
La Dam o
Kamelya)
etkisinde
kalmasından
kaynaklanmaktadır.
Ancak,
anlatıcının
da
yönlendirmesiyle
aktör
gerçeği
anlar:
“Ertesi
sabah,
neşe
dolu
yeşil
gözlerle
tekrar
geldi.”
“Usullucak:”
“-Bir
kalıp
sabunla
iki
somun
gönderdim!dedi.”(S.29)
Anlatıcı
karakter
tahlilini
kurgu
metninde
gerçekçi
bir
oluşumla
aktarmada
ve
değim,
dönüşümün
alt
yapısının
neden
sonuçları
kendi
gerçeklerinin
içinde
sunulmaktadır.
Ritmik
oluşum
bakımından
karakter
ön
plandadır.
Tahlilin
ana
merkezi
ve
hikayenin
ana
merkezi
yani
bakış
açısı
karakterin
üzerinde
yoğunlaşmıştır.
Ritmik
oluşum
unsurları
olarak
zaman
kırılmaları,
hikayede
konum ve
bakış
açısı
problemi
çerçevesinde
bakıldığında
odak
noktası
karakterin
kendisidir.
Neredeyse
bütün
ileri ve
geri
kırılmaların
merkezinde
aktör
vardır.
“Sonra
ahbap
olmuştuk.”
“...Kafası
adamakıllı
işliyordu,
muhakkak.
Bir gün;
“-Biz de
insan
mıyız,
dedi.
Otuzbeş
lira
maaş ve
koca bir
ay
mapusluk!”
“Hiç
kimsesi
yoktu.Annesi
on sene
evvel
ölmüş,
veremden.
Babasını
hiç
tanımıyor.”
“Bir
başka
gün
benden
bir
kitap
istedi.
Ertesi
gün,
gözleri
kıpkırmızı
geldi.
Bütün
gece
uyumamış,
kitabı
yer gibi
okumuş.”
Aktör
hikayenin
merkezidir.
Bütün
olay
örgüsü
onun
üzerinde
kurgulanmıştır.
Kurgu
metnin
işleyişi,
mekan,
zaman,
görüntüleme,
tasvir
ve
yavaşlatma,
hızlandırma
gibi
unsurlar
kronolojik
bir
sıralama
arz
etmekle
birlikte,
geri
kırılmalar
ve
özellikle
hayal
unsurları
bu
sıradanlığı
kırarak
kurgu
metnine
estetik
bir hal
ve zevk
kazandırmıştır.
Revir’de
yattığım
günlerden
bir gün,
elinde
bir
mektup
müsveddesiyle
geldi.
Heyecanlıydı...”
“Kötü
aşk
tasvirleriyle
dolu
bayağı
bir
ifade
tarzıydı...”
“Aradan
günler
geçti.
Revirden
taburcu
edilip,
koğuşuma
geldiğim
bir gün,
yanıma
sokuldu,
koyu
yeşil
gözleri
hüzünle
dolu,
koluma
girdi,
beni
tenha
bir
köşeye
çekti.
Sekize
katlanmış
birmektup
çıkarıp
uzattı.”
(S.28)
Alıntılarda
da
görüldüğü
gibi
kurgu
metninde
zaman
kırılmaları
hikaye
boyunca
aktör
merkezli
ilerler
ve
kronolojik
bir
tutum
sergiler.
Bu durum
yani
zamanın
bu
tarzda
kullanışı
metin
boyunca
devam
eder.
Hikaye,
iç
zenginliği
tasvirlerden
(sahnelemeden),
yavaşlatma
ve
durdurma
gibi
unsurlarla
sağlanır.
Tasvir
(sahneleme),
kendini
en güçlü
hissettiği
bölüm
hayal
unsurları
olaral
görmek
mümkündür.
İleri
kırılma
perspektifinde
anlatılan
bu
bölümde
anlatıcı,
hayal
unsurların
zengin
bir
sahne
yöntemi
ile
aktarır.
“...Sonra,
küçücük
bir
evimiz,
çok
değil
iki oda
bir
salonlu.
Amma,
fitne
fücur
şehirlerden
uzakta,
engin
bir
denizin
kenarındaki
bir
ormanın
içinde.
Kış
gecelerinde,
kuduran
denizin
azgın
dalgalarının
gümbürtüsünde
titreşelim,
sarılalım
birbirimize...
Sonra
bir
çocuğumuz
olsun,
sarı
kıvırcık
saçlı ve
mavi
gözlü,
tombul,
oğlan.
Tıpkı
sinemalardaki
gibi...”
(S.27)
Metinde
de
görüldüğü
gibi son
cümleden
bir
önceki
cümleye
kadar,
tasvir
güçlü
olmakla
birlikte
bir
hayal,
ya da
oluş
ileri
zaman
kırılma
perspektifi
ile
akrarılırken,
son
cümlede
aniden
bir geri
kırılma
görülmektedir.
Yani
aktör
geçmişe
dönmektedir.
Ve
böylece
zaman
akışında
geriye
doğru
hızlı
bir akış
görülmektedir.
Hayal
bitmesiyle
birlikte
zaman
hızlı
bir
şekilde
mevcut
hikaye
zamanına
dönmeden
ileri
sıçrama
yapmıştır.
“-
İnanır
mısın,
dedi,
Margaret
beni
saatlerce
ağlattı,
uykumu
kaçırdı
sabaha
kadar...
Ne
sihir,
ne
keramet
var
Yarabbi
bu
kargacık
kurgacık
harflerin
içinde?...”
(S.27)
Bu
alıntıda
da
görüldüğü
gibi
zamanda
(saatlerce)
bir
özetleme
olmuştur.
“Kargacık,
kurgacık”
ikileminde
ise
durdurma
yani
yakın
temas
mevcuttur.
Bu aynı
zamanda
bir
tasvir
ikilemidir.
“Kötü
aşk
tasvirleriyle
dolu,
bayağı
bir
ifade
tarzıydı.”
Burada
bir zıt
anlatı
durumu
oluşmakla
birlikte
tasvir
ve
görme,
gösterme
unsurları
ön plan
çıkmıştır.
EK :
Galip’in
kitap
okuması
da bir
alt
anlatıdır.
V. BÖLÜM
KÖPEK
YAVRUSU
1.1.
Ritmik
Oluşum
Zaman
kırılmalarının
hiç
görülmediği
hikaye,
bu
yönüyle
diğer
hikayelerden
ayrılır.
İleri
kırılmaların
ve geri
kırılmaların
olmaması
hikayenin
kurgusal
bakımdan
hayal ve
duygu
unsurlarının
geri
plana
düşmesine
neden
olmuştur.
Hikaye,
hayalden
tamamıyla
mahrumdur.
Kronolojik
bir
kurgunun
ön
planda
olması
hikayenin
diğer
hikayelerle
olan
ortak
özellikleridir.
Kaza
geçirip
bir
ayağı
kırılan
köpeğin
başına
toplanan
çocukların
ona
yaptıkları
işkence
ve
köpeğin
bu
acılar
karşısındaki
durumu
trajedik
bir
kurgunun
aşamalı
gelişmesi
ile
işlenmiştir.
“Köpek
yavrusunun
iki ard
ayağını
az evvel
demir
tekerlekli
bir yük
arabası
ezmişti.”
(S.22)
Metin
parçasında
tasvir
ön
plandadır.
Ve
geriye
doğru
(az
evvel)
bir
zaman
kırılması
vardır.
Dönüşümde
ayrıntıdan
sakınılmıştır.
Ayrıntıya
girilmemiştir.
“Şimdi”
kelimesiyle
yazar
mevcut
hikaye
zamanına
dönmüştür.
“...Mafsallarından
aşağısı
pestile
dönmüş,
ayaklar
yalnız
bir
deriye
bağlı,
sarkıyor,
ezikten
boyuna
kan
sızıyordu.
Arada
boynunu
büküyor,
sesini
yükselterek
birşeyler
anlatmak
istiyor,
sesi
ağırlaşıyor,
yükseliyor,
sonra
yavaşça
tükeniyordu.”
(S. 22)
Olayın
bir
trajediye
dönüşmesi
ya da
trajik
bir
nitelik
kazanması,
yazarın
olayı
gözlem
yöntemi
ile
sahnelemesi
en
önemli
neden
olarak
kabul
edebiliriz.
Sahnelenme
çok
güçlü
bir
teknik
özellik
olarak
karşımıza
çıkar.
“Çektiği
acıyı
İNSAN’
lara bir
türlü
anlatamayan
köpek
yavrusunun
ezilmiş,
kanlı
etine
dürttü.
Köpek
yavrusunun
vücudu
birden
müthiş
bir
sarsıntı
geçirdi
ve acı
acı
bağırdı...”
(S.22)
Yazar
yer yer
özet
yöntemini
de
kullanmıştır.
“Değnek
tekrar
dürtüldü,
sonra
tekrar
tekrar...
Köpeğin
çaresiz
bir
teslimlikle
yan
yatan,
gözleri
kapalı,
elleri
düşmüş,
acı
duyan,
fakat
artık
izlemeye
gücü
kalmayan
sükutu
evvela
çocukların,
sonra
onları
çevreleyen
daha
büyük,
daha
daha
büyüklerin
neşesini
kaçırdı...”
(S.23)
Örneklerde
de
görüldüğü
yazar,
anlatımın
canlılığını
özetlerin
yer yer
kullanımıyla
da
sağlamıştır.
ANLATICILAR
TİPOLOJİSİ
1.1.Anlatıcı
Tipolojisi
Hikayede
anlatıcı
tipini
veren en
önemli
veriler:
“Şehrin
ana
caddesindeki
kuyumcu
dükkanlarından
birisinin
kaldırımı
önünde
bir
köpek
yavrusunu
ön
ayakları
üzerine
uzanmış,
acı acı
sızlanıyor,
arada
başını
iki yana
çevirip,
etrafını
alan
mahalle
çocuklarına
bakıyordu.”
(S.22)
Bu
metinde
anlatıcı,
gözlemci
bir
pozisyondadır.
Hikayenin
katılımcılarından
biri
değildir.
Köpeğin
bir
yavru
olması,
iki
ayağının
üzerine
uzanması,
acı acı
sızlanması
gibi
görme,
izleme,
duyma
ile
ilgili
anlatımlar
anlatıcının
kimliğini
veren
önemli
ipuçlarıdır.
“Köpek
yavrusunun
iki ard
ayağını
az
evvel,
demir
tekerlekli
bir yük
arabası
ezmişti.
Şimdi
mafsallarından
aşağısı
pestile
dönmüş,
ayaklar
yalnız
bir
deriye
bağlı,
sarkıyor,
ezikten
boyuna
kan
sızıyordu...”
Anlatıcı
zamana
hakimdir.
Bütün
olaylar
onun
projektörü
vasıtasıyla
okuyucuya
ulaşmıştır.
Varlıkların
nitelikleri,
hareketleri,
trajedik
durumları,
zamanı –
belirsiz
de olsa
–
mekanı,
kronolojik
bir
kurguyla
okuyucuya
ulaştırmıştır.
“ –
Ağlıyor
ha!dedi.
Çok
zayıf
oğlan
başını
salladı.
- Heye,
ver hele
lan...
Tatar’a
benzeyen
oğlanın
elinden
sopayı
aldı:
- N’apacan?”
(S.22)
Metin
parçalarında
da
görüldüğü
gibi
anlatıcıyı
ele
veren
bazı
ipuçları
da:
A:
“dedi”
yükleminin
kullanılması,
B:
Diyaloglarda
aktörlerin
müdahalesizce
konuşabilmeleri,
C: İki
nokta
üst üste
( : )
işeretinin
kullanılması
vb. gibi
olgular
hikaye
anlatıcısı
ele
veren
önemli
ipuçlarıdır.
Bu
ipuçları
aracılığı
ile
anlatıcının
tanrıbilici,
O ya da
“benzer
olmayan
anlatıcı”
olduğunu
söylemek
mümkündür.
“...
Bütün
çocuklar,
karga
yüzlü
oğlana
kıskançlıkla
baktılar.
“Daha
yeni bir
şeyler
bulup,
kendileri
de
eferimi
kazanmak”
için
arandılar.
(1)
“Bacağı
kadar
bir
oğlanın
karşısında,
kulaklarına
geçmiş
soğuk
kurşuni
fütru,
paçaları
diz
kapaklarına
kadar
çemirli
kara
donu,
yalınayaklarıyla
(2)
“Hamal
Mehmet
Bey’i
bir
soytarıya
benzeten
karnı
tok
bezirgânlar,
öteki
çocukları
da
kışkırtmaya
başladılar.(3)
Derken
iş
azıttı...
“Ehey”
ler,
“Zort”lar,
karpuz
kabukları
ve avuç
avuç
taşa
tutulan
“Hamal
Mehmet
Bey”
şaşkına
çevrildi.(4)
“Etraf
gittikçe
kalabalıklaşıyordu...
Güneşin
altında
boyuna
çoğalan
bir
kalabalık
sesli
sesli
gülüyor,
daha çok
gülebilmek
için
kendilerini
zorluyorlar.”
(5)
“Öteki
çocukların
“ana
avrat”
küfürleri
arasında,
dönmüş
gözleri,
gerilmiş
sinirleriyle
çocuğu
tokatlamaya
başladı.”
(6)...
“...Ve
bir
çocuğu
cadde
ortasında
tokatlamak
suçlusu”
adam
karakola
sevkedildi.
“Az
sonra;
ihtiyar
çöpçü,
güneşin
altında
büsbütün
kurumuşa
benzeyen
ve
dünyasından
memnun
olmadığını
belli
eden
bezgin
haliyle,
hayvanının
başını
çekerek
geldi.”
(
(S.25)
Bu
alıntılarda:
1 –
Anlatıcı
1.,4.,7.
cümlelerde
müdahale
sınırını
sıfırlamak
için
aktörlere
ait olan
ya da
başka
bir
kuruma,
kişiye,
kanuna
ait
söylemlerin
kendisinin
olmadığını
belirtmek
için
tırnak
işaretine
başvurmuştur.
Müdahale
böylece
sıfır
derecesine
inmiştir.
Anlatıcı
bu
tutumu
ile
insanların
iç
dünyasına
inme (ki
özellikle
1.
cümlede
olduğu
gibi)
denemesini
yapmıştır.
Bu
yaklaşım
gözlem
gücü ile
birlikte
kullanılması
son
derece
önemlidir.
Anlatıcı
7.
cümlede
yasalara
bir
gönderme
yapmıştır.
Anlatı
özelliği
taşıyan
bu cümle
anlatıcıya
olmadığı
için
tırnak
içinde
verilmiştir.
2 –
Anlatıcı,
özellikle
2.,6.,
8.
cümleler
ve az da
olsa 5.
cümlede,
karakterlerin
canlı
tasvirlerini
yapmış
(yalınayak,
dönmüş
gözler,
gerilmiş
sinirler,
ihtiyar
çöpçü,
güneşin
altında
kurumuşa
benzeyen
ve
dünyasından
memnun
olmadığını
belli
eden,
bezgin
hali.),
bu
tasvirler
güçlü
gözlem
tekniğiyle
bağlantılı
olarak,
aktörlerin
ruh
dünyasına,
psikolojik
tutum ve
davranışlarına
inilmiş,
diğer
hikayelerine
göre
başarılı
denemelerdir.
Bu
açıdan
gözlem,
sahneleme
ile
içiçe
geçmiş,
olaylar
yavaşlatılmış,
devirgenlik
zenginleştirilmiştir.
3 –
Anlatıcı
1., 3.,
4., 5.
cümlelerle
müdahale
sınırını
sıfıra
indirme
çabasındadır.
Kendisinin
söylemediği
sözler
tırnak
içinde
verilmiştir.
Sonuç
olarak
anlatıcı,
gözlem,
sahneleme,
poz,
kronolojik
– trajik
olay
kurgusu
ile ön
plana
çıkmıştır.
Gizli,
örtük
bir
anlatıcı
tipidir.
Hikayede
ilk defa
karakterler
yavaş
yavaş iç
– dış
portreleri
ile
okuyucuya
ulaşmaları,
yazarın
zaman
geçtikçe
daha da
güçlendiğini
gösteren
kanıtlardır.
Ayrıca
ilk
psikolojik
denemeler
daha
güçlü
olarak
burada
ön
plandadır.
1.2.
Anlatı
Seviyesi
Anlatıcı
seviyesinde
bir
değişim
yoktur.
Metin
(hikaye)
a: Temel
anlatı
b: Üst
anlatı
olmak
üzere
ikiye
ayrılır.
Burada
diyaloglarda
ve
alıntılarda
da alt
alıntıların
oluşumu
görülür.
Bunları:
A.A.4 A.A.3
A.A.4 A.A.5
A.A.6
II.
Çocuk II.
Çocuk Mehmet
Bey
Kalabalık
Kitle
Çöpçü
Şeklinde
tasnif
edilebilir.
1.1.2.TİPLERİN
TASNİFİ
Yazar,
hikaye
kahramanlarının
aktarımında
yüzeysel
bir
duruş
sergilemektedir.
Karakterler,
psikolojik,
ruhsal
bakımdan
belirsiz
bir
tiplerdir.
Örneğin
Tatar’a
benzeyen
çocuk:
“...basık
burunlu
birinin
elinde
bir
değnek
vardı.
Sakıldaklı
entarisinin
parçalanmış
sırtından
eti
görünüyordu.”
(S.22)
Aktarım
metninde
de
görüldüğü
gibi
yazar,
karakterleri
tanıtırken
fiziksel
yapıyı
ön
planda
tutmuş,
ruhsal
çözümlemeleri,
davranışları
bakımından
ya çok
eksik ya
da hiç
değinilmemiştir.
Bir
diğer
aktörü
aktarırken
de;
“Zayıf
oğlan...Kısa,
lacivert
pantolonunun
kıçı iri
siyah
bir
bezle
yamalı,
yandan
bir
kargaya
benzeyen,
kesik
benizli,
bir
başka..”
9. TEBER
ÇELİK’İN
KARISI
1.1.Olay:
Bir
inşaatın
beton
ameleliğini
yapmakta
olan
Teber
Çelik
evli ve
bir
çocuk
babasıdır.
Zor bir
işte
çalışmakta
olup
evine
bağlı
bir
insan
değildir.
Aldığı
parayı
ise evin
geçimi
için
değil,
günlük
zevki
(kadın,
kumar)
için
harcamaktadır.
Karısı
Seyran
ile oğlu
Kasım
ise
açlık ve
sefalet
içinde
yaşamaktadır.
Teber
Çelik,
işten
eve
dönerken
eşi
Seyran’ı
da evin
eşiğinde
başını
avurtları
içinde,
düşünceli
düşünceli
otururken
görür.
Karısına
çok aç
olduğunu
söyler.
Evde
değil
yemek,
kuru
ekmek
bile
bulunmadığı
için
kadın da
çocuk da
aynı
durumu
(açlığı)
yaşamaktadır.
Bu arada
aile
temel
gıda
ihtiyacını
Temel’in
kendi
inşaatının
yanındaki
bakkaldan
veresiye
sağlamaktadırlar.
Borç bir
hayli
artmıştır.
Teber
Çelik
aldığı
aylık
maaşını
karısından
ve
çocuğundan
saklayarak
çevredeki
hayat
kadınlarına
ve
kumara
harcamaktadır.
Seyran’ın
bundan
haberi
yoktur.
İnşaatta
çalışan
herkes
parasını
aldığı
halde O,
karısına
yalanla
henüz
para
almadığını
söyler.
Karısı
Seyran
üsteleyince
kızar,
bağırır,
sinirlenerek
evi terk
eder.
Seyran
kocasının
sinirli
bir
şekilde
evi terk
etmesinin
ardından
inşaat
bakkalına
gider.
Bakkalcı,
kocasının
bu ay ki
hesabı
ödemediği
için
artık
veresiye
veremeyeceğini
söyler.
Bu arada
bakkalcı
Hamid
Ağa ile
Seyran’ın
konuşmalarına
tanık
olan
inşaat
bekçisi
Durmuş,
durumu
bilmektedir.
Ve
bundan
istifade
etmek
ister.
Çünkü
onun
Seyran
da
öteden
beri
gözü
vardır.
Bakkalcı
gidince
bekçi
kadını
yola
getirmek
için dil
döker.
Kocasının
kirli
işlerini
anlatır.
Seyran
şaşkın
ama zor
durumdadır.
Bekçi,
zevki
için
kadını
para
karşılığı
ilişkiye
zorlar.
Gençliği,
gücü ile
kadını
elde
eder.
Kadın,
utançla
evine
dönerken
çaresiz
ve
isyankardır.
1.2.
ANLATICI(LAR)
TİPOLOJİSİ:
Hikayenin
anlatıcısı,
olayları
dışardan
gören
müdahalede
bulunmayan,
bir
“üstanlatıcı”dır.
Buna
“tanrıbilici”,
“O”,
“dış”,
“örtülü”
ya da
“benzer
olmayan
anlatıcı”
gibi
isimler
de
vermek
mümkündür.
Anlatıcının
kimliğini:
a- Müdehaleyi
en aza
(sıfıra)
indirgemek
için
diyaloglarda
“diye”,
“dedi”
gibi
zarfların
kullanılması,
b- Yer
yer
karakterlerin
/
aktörlerin
(Durmuş
gibi) iç
duygularını
bile
bilmesi,
c- Anlatıcı,
hikayenin
herhangi
bir
karakteri
olmadığı
halde
her şeyi
görmesi,
duyması,
bilmesi...
gibi
özelliklerden
çıkarmak
mümkündür.
“...Teber
Çelik,
karısının
yanına
gelince:
- Ne
oturuyon
kız?
diye
sordu.
Seyran
omuz
silkti:
- Heeç...
Kalktı,
kocasına
yol
verdi.
Bastıkça
gıcırdayan
üç
basamaklı
merdiveni
birbiri
peşi
sıra
çıktılar.
Teber
Çelik
odanın
ortasında
durdu,
tembel
tembel
gerinirken,
elini
mintanın
altına
sokup
kaşındı.
- Karım
da bi aç
ki...
- Seyran:
- Benim
de...
dedi,
burgul
ne
getirmedin
ki a
hey...
- Pere
almadık
daha...
- Heye
almadınız...dedi.
Herkes
aldı
da...”
(S.43)
Görüldüğü
gibi
diyaloglarda
“dedi”
zarfı
sık sık
kullanılarak
müdahaleden
kaçınmıştır.
“Vaka
dışı
üçüncü
şahıs”
olan
anlatıcı,
aktörlerin
diyaloglardaki
mimiklerini
(omuz
silkme,
elini
beline
koyna,
gerinmeleri
vb.)
görerek
söz ile
beden
arasında
bir bağ
kurulmuştur.
Bazı
durumlarda
ise
anlatıcı
aktörlerin
psikolojik
yapısını
(tembel
tembel
gerinirken
= T.
Çelik)
bile
anlatabilmektedir.
.............
-“Hep
yalan...
Teber
Çelik
sövdü:
- Almadık
dedik
kız!
Aldık
aldık,
almadık
almadık...
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|