Ana Sayfa

diyarbakir.mmo.org.tr - Adnan Özyalçıner - 05 Haziran 2007

 

ORHAN KEMAL BİR YAZI EMEKÇİSİYDİ

 

   
 

 

Toplumcu gerçekçi öykücülüğümüzün ustalarından Orhan Kemal, l5 Eylül·19l4'te Adana'nın Ceyhan ilçesinde doğdu.2 Haziran 1970'te gezi için gittiği Bulgaristan'da hastalanarak tedavi altına alındığı Sofya'da öldü. 56 yaşında aramızdan ayrılan Orhan Kemal, verimli bir yazar olarak, ardından 19 öykü, 27 roman, 2 oyun, ayrıca anı, inceleme,röportaj dallarında birer kitap olmak üzere tam 51 kitap bıraktı.

Ölümünün 37. yılında saygıyla andığımız Orhan Kemal, 30 yıllık kı­sa sayılabilecek yazarlık yaşamında kitaplaşmış 51 yapıtı dışında dergilerdeki eleştiri ve yazıları ile gazetelerdeki notlarıyla bir yazı işçisi, bir sanat emekçisidir.

Orhan Kemal, hayata işçi olarak atılmış bir yazardır. Adana'dan İs­tanbul'a beş parasız geldiğinde, uzun yıllar yaşadığı Haliç kıyısında­ki Cibali’de ahşap bir eve yerleşmiştir. Haliç kıyıları, İstanbul'un iş­çi mahalleleridir.Yoksul insanların yaşadığı, dar loş sokakların bulun­duğu Bizans kalıntısı yerlerdir. O zamanlar, tütüne giden kızlar, sabah karanlığı bu sokaklardan geçerdi. En büyük fabrikadan en derme çatma atölyeye kadar sanayi kesiminin büyük bir bölümü bu kıyıda yaşıyordu.

 

 

"Kalafat yerleri buradaydı. Odun, kömür depoları kıyı boyunca sıralanır­dı. Meyve ve Sebze Hali biraz ötede, Unkapanı'nda bulunuyordu. Keresteciler, kum, çakıl depoları sırt sırta dururdu. Fabrikalarla atölyelerin bacalarından  gece gündüz tüten dumandan sürekli sis içinde gibiydi daracık sokaklar. Hızarların vınıltılı sesleriyle kalafat yerlerinden yansıtan tak-tuk1ar, gece gündüz bitmek tükenmek bilmezdi. Kum, kereste, odun, kömür, meyva ve sebze yüklü motorların iniltili pat patları, fab­rikaların tiz düdükleri, Haliç vapurlarının boğuk sesleri birbirine karışırdı. Bu gürültü patırtı içinde yoldan geçen hurda otobüslerin "tekmil vidaları laçkalaşmaktan" gıcırdardı.  

İşte büyük kentin bu yöresinde yaşamaya başlayan Orhan Kemal, bir yazı emekçisi olarak işçiliğini sürdürecektir. O artık, yoksulların, iş­sizlerin yazarıdır.Üstelik parasızlığı, yoksulluğu, işsizliği yaratan­ların kimler olduğunu bilen ve onları karşısına alan bir yazardır. Kısacası Orhan Kemal, işçi sınıfının işçi kalmayı bilmiş bir yazarıdır. 

Aydınlık Gerçekçi bir Yazar:

Büyük kentin yoksul mahallelerinin insanları, fabrika işçileri,  Anadolu'dan büyük kente göçmek zorunda kalan "gurbet kuşları", gece­kondulular, toprak adamları, ırgatlar Orhan Kemal'in öykü ve roman1arı­nın baş kişileridir. Deneyini kendinde geçirdiği bütün onulmaz acıların, yoksunlukların, haksızlıkların, gelip geçici sevinçlerin derin mut­suzlukların, bir anlık mutlulukların izlerine, konularını günlük olaylardan aldığı roman ve öykülerinde raslarız. Gene de en derin acılarla mutsuzlukları yaşayan bu insanlar, en horlanmışından en itilmişine ka­dar insanlık onurunu hiçbir şeyle değişmezler. Namuslu ve yüreklidir­ler. Yenilgiye düşmezler. Onların horlanmalarına, itilmelerine, işsiz, yoksul, parasız kalmalarına neden olanlarsa her türlü onursuzluğu, kü­çüklüğü gözlerini kırpmadan yaparlar. Satarlar. Satılırlar. Burjuva, kapi­talist ve toprak ağası takımının genel özelliğidir bu Orhan Kemal’in romanlarıyla öykülerinde. Orhan Kemal'in "aydınlık gerçekçilik" diye nitelediği, gerçeğe bakışında umudu elden bırakmayan yöntemin ana çizgisi budur işte.

 Dış Gözleme önem Verirdi

Orhan Kemal'in öykü ve romanlarında karşılıklı konuşmalar ağırlık kazanır. İlk bakışta kolaycı bir yöntem gibi görünen bu yazış biçimi aslında kişilerini davranışlarıyla çizmeyi yeğleyen Orhan Kemal'in dikkat edilmesi gereken önemli bir özelliğidir. Çünkü anlattığı kişiler­le, olaylarla bütünleşir bu tutum.Orhan Kemal, karşılıklı konuşmalarla bir durumu, bir davranışı, bir çelişkiyi belirlemede ustaca kullanmış­tır bu yöntemi.

Orhan Kemal, öykü ve romanlarında anlattığı yoksul insanlar, işçi­ler, ırgatlar gibi bir yazı emekçisi olarak durup dinlenmeden çalışmış­tır. Yalnız kalemiyle geçinmeyi seçen bir yazar olduğundan, öykü, roman, oyun, senaryo, gazete yazıları, notlar, eleştiri gibi hemen her türde ü­rün vermiştir. En büyük, en tanınmış gazete ve dergilerden en küçük1erf­nekadar yayın alanı bulduğu her yerde yazmıştır. Emeğinin tam karşılığını alamadığı, eksik aldığı, hiç almadığı, aldatıldığı, sömürüldüğü 0l­muştur. O zaman aç kalmıştır. Evine ekmek götürememiştir. Ama yazarlığın­dan ödün vermeyi aklından geçirmemiştir. İnsanlık ve yazarlık onurunu her şeyin üstünde tutmayı bilmiştir. Onun için okurunu aldatmamıştır hiç. Sapmamış, saptırmamıştır.

Hapisliği

Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, iki kez, hakkında yapılan ihbar üzerine hapse girdi. İlki askerdeyken başına geldi. ''Nazım Hikmet ve Maksim Gorki'nin kitaplarını okuduğu" gerekçesiyle beş yıla mahkum edildi.Hapishane Orhan Kemal’e  okul olmuştur. ilk şiirlerini hapishanede yazdı.

 Bursa Hapishanesi'ndeyken 1940 yılı Aralığı'nda Çankırı'dan Bursa Cezaevine gelen. Nazım Hikmet'le tanışıp dost oldu.Toplumcu düşüncelerini sağlamlaştırmasını, sanat görüşünü geliştirmesini Nazım'dan aldığı derslere borçludur. Öyküyle romana yönelmesini sağlayan da odur.

 Nazım Hikmet 'le Uç Buçuk Yıl adlı ki tabının başında onun gelişini öğrendiği andaki duygularını şöyle dile getiriyor:

" Kurşun' bir gündüzdü ve hapishane bahçesindeki zambakların yeşil yaprakları üzerinde kar vardı. Evimden uzak kalışın sıkıntısını, kurşuni günlerin çileden çı­karan kasvetini, cezamın dolmasına daha yıllar oluşunun Ümitsizliğini birdenbire buluttan kurtulan parlak bir güneş sanki silip süpürüvermişti. Oysa onunla ne merhabam vardı, ne de günün birinde arkadaş olabilmek ihtimalim.

Herkes gibi onun gıyabi hayranlarındandım. Herkes gibi, nedenini bilmeden ona kı­zıyordum, fakat ihtimal, herkes gibi nedenini bilmeden, yahut pek az bilerek seviyordum onu: müthiş, muazzam, doyuran sanatını."

İkinci hapisliği, iki arkadaşı ile birlikte Cibali'deki bir köftecide "hücre ça­lışması ve komünizm propagandası" yaptığı ihbarıyla 7 Mart 1966 'da tevkif edilmesiy­le başlar. Sultanahmet Cezaevi'nde 35 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilir. Bu dava daha sonra beraatla sonuçlanır.

 Düşünce Suçlusu

Yazar olur da düşüncesinden dolayı suçlanmaz olur mu?

Orhan Kemal'in Arka Sokak adlı öykü kitabı, 1956 yılında yayınlanınca hakkında kovuşturma açılıp mahkemeye verildi.

Orhan . Kemal, bu olayı şöyle anlatıyor:

" … Hikaye kitabım mahkemeye verilmişti. Hakim iddia makamına&-uyarak konularımı neden hep fakir fukaradan, işçilerden aldığımı, Türkiye'de varlıklı insanların, iyi yaşayanların olup olmadığını sormuştu. İlk bakışta evet, çok doğru bur soru. Neden hep bu insanları, bu insanların yoksulluğunu ele alıyorum? O zaman hakime: Ben gerçekçi ya­zarım. En iyi bildiğim konuları alırım. Varlıklı yurttaşların yaşayışlarını bilmiyo­rum, nasıl yaşadıklarından haberim yok, demiş ve beraat etmiştim."  

Orhan Kemal Diyor ki

Nurer Uğurlu 'nun İkbal Kahvesi, ki tabında Orhan Kemal şunları söylüyor:

"Ben halkımı, köylümü, bütün köylüleri, bütün fakir fukarayı seven bir yazarım… Belirli birtakım şartlar yüzünden geri, bilgisiz, görgüsüz, pis kalmış insanların, imkana kavuştukları zaman değişip gelişeceklerine, ileriliği benimseyeceklerine,  uygarlaşacaklarına inanıyorum."

 Ortam dergisindeki bir konuşmasındaysa şunları söylüyor:

"Romanlarımdaki iyimserlik bana, halkımızı yakından, çok iyi tanımaktan geliyor.

Daha açıkçası ben halkın kendisi, bir parçasıyım. Onun için yakından görüyor, biliyorum ki en kötü insanın bile iyi bir yanı var. Daha açıkçası en kötü insanı içinde yaşadığı toplum yaratıyor, onun için bizim bulunduğumuz toplumun değil, dünyanın gelecekte düze­ne gireceğini, düzenli toplum insanlarının da daha çok mutlu olacağına inanıyorum."

" Ne Kapitalistiz Ne sosyalist"

Ben, Orhan Kemal'i tanıma mutluluğuna eriştim. Kendini yazı işçiliğine adamış bir yazar olan Orhan Kemal, yazılarını sabahları çok erken saatlerde kalkıp yazardı. Ev halkı uykudayken o, günlük çalışmasını bitirir, herkes uyandığında da sokağa çıkmış olurdu. O zaman, daha sabahın sekizinde Nuruosmaniye'deki eski İkbal kahvesinin önünden geçenler, Orhan Kemal'i camın kenarında oturuyor bulurlardı. Benim Orhan Kemal'le karşılaşmalarım da İkbal’in önünden gazeteye (Cumhuriyet'e) gelip giderken olurdu çoğunlukla. Kimi zaman da Cağaloğlu'nun bir kaldırımında yada Babıali yokuşunun orta­sında karşılaşırdık. Bunlar,öğle üstü, yada akşama doğru raslaşmalarıydı. Bu sıralarda sinirli yada neşeli olurdu Orhan Kemal. İstanbul'u dolaşmaktan geliyorsa sevincine, uçarılığına diyecek olmazdı. Hele öğle Üzeri üç beş dostla Adana Kebap’a uğramışsa…

 Ama sattığı hikayelerin, romanların, senaryoların parasını kovalamaktan dönüyorsa yor­gun görünürdü. Çünkü çoğunlukla günlerce gidip geldiği bu yerlerden parasını koparama­mış olurdu.Ya da varlık 'a Remzi Kitabevi’ne uğradığı halde, para konusunu açamadığın­dan, eli boş dönüyor demekti. O zaman kendi sıkılgan1ığına da,  bozuk düzene de basardı küfrü. İşte böyle günlerden birinde ayaküstü konuşurken öfkesini şöyle belirttiydi:

- Ulan ne biçim memlekette  yaşıyoruz yeğenim! Sosyalist bir ülke olsak 'bu romanı yaz, işte sana ev bark. bu da telifi. derler, oturur yazarsın, sonunu düşünmezsin. Ame­rika gibi kapitalist bir ülkede yaşasak büyük yayınevleriyle anlaşmanı yapar, verir­sin romanını, alırsın paranı tıkır tıkır. Ev bark da alabilirsin. Gene düşünmezsin. Dinine yandığımın ülkesi ne kapitalist olabiliyor, ne sosyalist …

Bir an sonra da içini döktüğünden öfkesini, kızgınlığını unutup gülerek - Boş ver, derdi. Ardından günlük sanat, edebiyat dedikodularına geçerek bir iki yazarı hemen ora­cıkta, Orhan Kemal'in deyimiyle, "yerdik"  

Yeniliğe Açıktı

Her has işçi gibi işinin tutkunuydu Orhan Kemal de. Bir gün bile yazı yazmayı ak­satmadı. Son güne radar yazdı. Hatta son olarak gittiği ve hastalanarak öldüğü Bulga­ristan'a bile oradan göçenlerin romanını yazmak için araştırma yapmaya gitmişti.

Orhan Kemal bir yandan geçimini sağlamak için aralıksız yazmayı sürdürürken  öte yan­dan da çok önem verdiği edebiyat sanatında olan bitenle, yeniliklerle, ilerlemelerle yakından ilgilenirdi. Bütün genç yazarları, yeni çıkan dergileri ilgiyle izlerdi. Burada da konumuzla ilgili bir anımı anlatmadan geçemiyeceğim.

Öykücülüğümün ilk yıllarında Seçilmiş Hikayeler Dergisi'nde yayınlanan bir öykümün sunuş yazısında gerçeğin yalnız dışsal bir anlatımla belirtilemeyeceğini, her olayın psikolojik ya da düşsel yönleri olduğunu, öbür türlüsünün bir fotoğraf gerçekçiliğinden öteye gidemediğini epey iddialı bir dille açıklamaya çalışmıştım. O yıllarda gerçeği bir bakıma gerçeküstücü ya da abartılmış görüntülerle verme akımı yeni yeni gelişi­yordu. Batı aktarması bir yöntemdi bu. Benim öyküm de bu türe yatkın bir biçimde yazıl­mıştı.

 Orhan Kemal, fotoğraf gerçekçiliği sözlerinin kendisine sataşma olduğunu bile bile Esi adlı bir sanat dergisinde benim yazımı ele alan ama adımı etmeyen bir eleştiri yazdı. Eleştiride 18 yaşında ir genç yazarın bunca iddialı olmasının ilersi için umut ve güven verici bir durum olduğunu söylüyor, böylesine inançlı olmanın genç kuşağa özgü bir gözüpeklik sayılması gerektiğini, kendi kuşağının bunu pek yapamadığını yazıyordu.

Bu tutumundan da anlaşılacağı gibi Orhan Kemal, her usta sanatçı gibi, kendi sanat

Anlayışıyla uyuşmasa bile sanat alanındaki en yeni atılım ve araştırmaları, aşırıya kaçsa da, ileriye dönük başarılar olarak hoşgörüyle karşılıyordu.

Orhan Kemal'in anlattığı kişiler için Önce Ekmek gelir. Orhan Kemal'in öykü kitaplarından birinin de adı budur. Ama ekmeğe ulaşmak kolay değildir. Bu konuda kavga vermek zorundadır yoksul insanlar. Dişe diş bir kavga. Onun için de ilk öykü kitabının adı Ekmek kavgası'dır.

İşte bütün bunlar,Orhan Kemal'in gerçekçi Türk hikayeciliğiyle Romancılığı içindeki yerini ve önemini açıkça belirler. Gerçeğe bakışındaki kendine özgü tavrını, gerçeği yorumlayışını, devrimci düşüncesini ortaya koyar.

 

 

 


[email protected]

1