Ana Sayfa

dusle.com - Emine Gürbüz  - Mayıs 2006

 

Orhan Kemal, Edebiyat ve Siyaset

 

   
 

   Orhan Kemal Türkiye’de hikâye ve romancı olarak toplumcu gerçekçi çizgide kendini göstermiş önemli bir üstattır. Öyle ki bizlerde yürüdüğümüz yolda onun attığı adımların üzerinden giderek yeni adımlar atmak için çalışmaktayız. Mehmet Raşit Öğütçü’yü Orhan Kemal yapan ülkemizin gerçeklerini edebi üslubundan ödün vermeden yansıtabilmesidir şüphesiz. Peki Suriye’de bir sürgün gibi yaşayan, Adana’da memurluk yaparak yaşamını sürdürmeye çalışan, Nâzım Hikmet kitapları okuyor diye beş yıl hapse mahkûm olan bu adam nasıl oldu da edebiyatçılığından ödün vermeden siyasi mücadelesini sürdürebildi? Yarı aydınların içinde dolaşan halk, yoksullukla boğuşan insanlar, kavgalar, düşler ve düşüşlerdeki küçük insanlar nasıl dayandılar sisteme, nasıl bir tarih yazdılar? Önce buna değinmek gerekir...
Nazim Hikmet'ten Orhan Kemal'e Mektup

   
   Orhan Kemal o kadar usta ve üstattır sistemin acı yanlarını, bu acıların nedenlerini göstermede...
   
   “Ekmek Kavgası”nda on iki hikâyede anlatılan Çukurova, cezaevi ve fabrika insanları... “Sarhoşlar”da dilenciler, işsizler, öğrenciler... “Çamaşırcının Kızı”ndaki umuda sarılıp yıkılabileceğinin bilincinde aç kişiler... “72. Koğuş”un kader mahkûmları... “Grev”de ekmek kavgası veren, kente inen açlar... “Arka Sokak”ın kentlileri, “Kel Tahir”de aşkın esirleri... “Kardeş Payı”nda orospular, hamallar, kâtipler... “Babil Kulesi”nde gündelik yaşamın kentli insanı, “Dünyada Harp Vardı”yı ve “Mahalle Kavgası”nı nasıl da hazırlar, bilimsel bir üslupla nasıl da temelden ele alırlar yaşamı. Diyaloglar betimlemelere ve olaylara bırakmıştır artık yerini. “Önce Ekmek” TDK Öykü Ödülü’ne ve Sait Faik Hikâye Armağanı’na layık görülür.
   
   Hikâyelerindeki doğrudan anlatım, şivelerin karakterlere sindirilişi romanlarında daha geniş ve kapsamlı olarak devam eder. Adana’nın toprak insanını, İstanbul’un küçük insanını anlatan bu romanlar elbette siyasi düşüncelerini gerçekçi bir açıdan yansıtmanın araçları olmuştur. Fakat bu durum eserlerin hiçbirinin edebi değerinden taviz vermesine neden olmamıştır. “Baba Evi”nde ülkenin geçirdiği ekonomik ve sosyal değişimleri anlatırken yaşamının evrimini de katmıştır esere Orhan Kemal. Yaşamla sanatı, bireysellikle toplumsallığı kol kola yürütmeyi başarmış katı gerçekliği akıl almaz bir romantizmle kazımıştır zihnimize. Tıpkı sevdiğimiz gibi, tıpkı en iyi anlayabileceğimiz gibi yapmıştır bunu. Murtaza işçi-patron çelişkisinde boğulurken, hangimiz su yutmadı mesela ve hangimiz küfretmedi Murtaza’yı köleleştiren sisteme! “Suçlu”, çocuk suçluların suç işleme nedenlerini irdeler, hassas bir hüznü ve öfkeyi için için yaşatır. Kızgınlıktan akan gözyaşlarını öfkeyle silen bir babadır Orhan Kemal ve tüm çocukların gözlerine bakabilecektir utanmadan. Bu çocukları hiç kimse anlamadı onun kadar ve anlatamadı Nâzım’ın kapıları birer birer çalan şiirini saymazsak... Barlarda yaşamını harcayan genç kızın hikâyesi “Serseri Milyoner”e konu olurken yine aynı kaygıyı taşır Orhan Kemal: gerçekleri göstermek. Sevginin yüceliğini anlatırken “Devlet Kuşu”nda hangi amaçlara hizmet eder acaba? “Vukuat Var” ve “Hanımın Çiftliği”ndeki Güllü’yü tanımayanınız var mı bilmem... Gavurun Kızı’ndaki dil, din, ırk gözetmeyen aşk yine insanın insanca yaklaşımını işaret eden bir eser olmamış mıdır? “Gurbet Kuşları”nda sömürülen insanları anlatırken emperyalizme karşıyım diye bağırıyordu, ben duydum! “Yalancı Dünya”da düşlüyordu yaşamdan kaçınarak. “Avare Mustafa”, “Suçlu”, “Vukuat Var”, “Bereketli Topraklar Üzerinde” filmlerinde okumayanlara izletilerek gözlerine sokulan, anlaşılmak için direnen bir siyaset değil midir bu eserler, kim iddia edebilir edebi olmadıklarını? Onun eserleri olayların düzenlenmesi, tiplerin betimlenmesi, ayrıntıların yerleştirilmesiyle düz ve dolaylı olarak amacını sezdirir. İşte böyle direnmiştir inanarak, üreterek, emekle...
   
   
Orhan Kemal

   
   Anadolu gerçeğini eserlerinde usta bir anlatımla yansıtarak sadece edebiyata mı hizmet etmiştir Orhan Kemal, 20. yüzyılın başlarına damgasını vuran sosyalist görüşün yayılmasında ve benimsenmesindeki rolünü inkâr etmek mümkün müdür? Öyleyse elinde kalemiyle, kağıdıyla, düşleriyle ve düşünceleriyle bir adım daha ileri gidebilmek için çabalayan bizler, yolumuzdaki engellere bakarken feda ettiğimiz değerlerin ölçüsünü ayarlayabilmek, doğruluğundan emin olabilmek için neden geçmişimizi doğru bir şekilde incelemiyoruz? Gözümüzdeki mührü katmanlaştıran öfke Orhan Kemal’in içinde de alev alev yanıyordu, ama o öfkesine yenilmeyenlerden oldu! Yaşamın siyaset, siyasetin edebiyat temelli olduğunu hep bilerek üretti. Sorumluluklarını edebiyat, siyaset ekseninde yerine getirmiş bir ‘insan’dır o. Bizse sorumluluklarımızın bilincinde, ama bu sorumlulukları nasıl yerine getireceğimiz konusunda bilinçsiz ve dolayısıyla ‘isteksiz’iz. Oysa biliyoruz içinde siyaset barındıran edebiyat için, Orhan Kemal iyi bir örnektir. Bağırmadan herkesin hayran olacağı ve dinlemek zorunda kalacağı bir üslupla anlatabiliriz gerçekleri. İşte bizim işimiz bu! Ruhumuzu iyileştiren tek şeyi, edebiyatı ayakta tutmak. Bekleyişlerimizin bir sınırı olmalı, sınırsız beklentilerde. Siyasetle edebiyat her zaman birlikte anılacak ve içi içe olacaktır kuşkusuz. Bu birkaç şekilde görülebilir... Orhan Kemal seçtiği yolun ardından geriye baktığında başka türlü olabilir miydi diye düşünmüştür mutlaka, ama pişman olduğunu hiç sanmıyorum. Ben, Orhan Kemal’in gittiği yoldan gitmeyi yeğlerim, sonradan gidilebilir miydi diye düşündüğü yoldan değil. Siz de yazan insanlar, siz de geç kalmadan kararınızı vermelisiniz...

 

 

 

 

 

 


[email protected]

1