Ana Sayfa

Zaman Cumaertesi - 28.07.2007 - Sevinç Özarslan

 

 

Yazar evlerini ne yapsak da korusak?

 

 
 
SEVİNÇ ÖZARSLAN
Yazarların kitaplarından sonra geriye bıraktığı en önemli hatıra evleri olsa gerek. Usta kalemlerin eserlerini yazdıkları bu evler, onlardan sonra ne oluyor dersiniz? Bazıları yıkılıp gidiyor, yok oluyor; bazıları müze, bazıları ise restoran oluyor. İşte bu evlerin hikayeleri...

Sadık bir okur, sevdiği yazarın sadece eserlerini okumakla kalmaz, onun hayatını en ince ayrıntılarına kadar öğrenmek ister. ‘Nerede doğdu, büyüdü, nasıl yaşadı?’ diye merak eder. ‘Hangi kitapları okudu, kütüphanesinde kimlere yer verdi? Evinde en çok nerede yazmayı severdi? Acaba bir evi olmuş muydu ki?’ der durur. Oysa dünyadan göçüp gitmiş yazarların yaşamlarından izler bulmak şimdi ne kadar zor. Kiminin evi yakıldı, kiminin yıkıldı. Kiminin mezarının bile yeri belli değilken, evinin olup olmadığı akıllara bile gelmedi. En son, geçen yıl, Necip Fazıl Kısakürek’in Erenköy’de son dönemlerini geçirdiği evinin yıkıldığını öğrenen sevenlerinin yürekleri sızladı. Elbette güzel örnekler de var. Restore edilip müzeye dönüştürülen evlerin yanı sıra restoran olarak değerlendirilen evler gibi. Mesela Münevver Ayaşlı’nın Beylerbeyi’ndeki yalısı şimdilerde Villa Bosphours adıyla hizmet veriyor. Reşat Nuri Güntekin’in, Tevfik Fikret’in, Necati Cumalı’nın, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, Sait Faik’in, Cahit Sıtkı Tarancı’nın, Ziya Gökalp’in evleri ise müze olarak yaşamaya devam ediyor. Asaf Halet Çelebi’nin Beylerbeyi’ndeki konağı yeni sahibi tarafından restore ettiriliyor. Attila İlhan’ın Maçka’daki evi ise kütüphaneye dönüştürüleceği için Beyoğlu ya da Cihangir benzeri bir semte taşınması planlanıyor. Bazı evlerin kapısında naçizane bir plakete rastlıyoruz. Samiha Ayverdi’nin Fatih’te, Sevim Burak’ın Kuzguncuk’taki evi ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Tünel’deki Narmanlı Han’da yaşadığını belirten plaket gibi. Yazar Ayfer Tunç, “Ben, Narmanlı Han’da Tanpınar’ın yaşadığı odaya ayak basmak istiyorum.” diyerek bu plaketin yeterli olmadığını söylüyor.

***

Ayakta kalmış kaç yazar evi var?

Beşir Ayvazoğlu, yazarların evlerine en çok sahip çıkan ve bu konuyu yazılarında sık sık gündeme getiren bir yazar. Başta İstanbul olmak üzere, bütün Türkiye’de şehirler hızla betonlaştığı için yazarların doğup büyüdükleri, eserlerini yazdıkları evlerin, konakların vb. yerlerinde apartmanlar yükseliyor. Ayvazoğlu, bu nedenle, öncelikle “Ayakta kalmış kaç yazar evi bulabiliriz?” sorusunun üzerinde durmak gerektiğini belirtiyor. Sonrasında ise vârislerin tutumlarının bu konuda belirleyici olduğunu ifade ediyor. Ayvazoğlu, “Bazı yazarlar vardır ki, geride bıraktıkları her şey alelacele satılıp savılmıştır. Evleri dursa bile, müze yapmaya kalkışırsanız, içine koyacak bir şey bulamazsınız. Bütün yazar evleri müze yapılmalı mıdır? Kimsenin kapısını açmadığı, kullanılmayan, yaşamayan, korunamayan müzeler kurmak ne derece doğrudur? Bunun üzerinde düşünmek lâzım. Eğer arkasında bir kurum yoksa, bu müzeleri yaşatmak imkânsız denecek kadar zordur. Çok önemli, çığır açmış, belirleyici olmuş büyük yazarların vb. evlerini, eğer yeterli büyüklükte iseler, yaşayan müzelere dönüştürmek, yani bir çeşit kültür merkezi olarak kullanmak daha isabetlidir. Yazarların kütüphaneleri ve çalışırken kullandıkları masa, kalem, daktilo gibi özel eşyaları, eğer asıl mekânlarında korunamıyorsa, belli kurumlar tarafından toplu halde satın alınarak bütünlüğü bozulmadan okuyucuların ve araştırmacıların istifadesine sunulmalıdır. Bir ömür boyu belli hassasiyetler gözetilerek ve belli ilgiler doğrultusunda oluşturulmuş bir kütüphane, sahibinin şahsiyetini yansıtır; dünya görüşü, ilgi alanları, okuma ve yazma alışkanlıkları hakkında fikir verir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, üniversitelere vb. bu konuda büyük görevler düşüyor.” diyor.

 

 


 

Boğaz’ın en güzel yalısı restoran oldu

Bir zamanlar entelektüellerin buluşma yeri olan usta yazar Münevver Ayaşlı’nın evi, bugün Villa Bosphorus Restoran olarak hizmet veriyor. Beylerbeyi’ndeki Boğaziçi’ne en geniş cepheli yalının üst katı Münevver Ayaşlı Vakfı’nın ofisi olarak kullanılıyor. Restoranın sahiplerinden Ayhan Yıldız, yalının yeniden edebiyat dünyasının buluşma yeri olmasını arzu ediyor. Bunun için bir proje bile hazırlanmış. Her 15 günde bir, bir edebiyatçı burada söyleşi gerçekleştirecek. Bir yıl sonra bu söyleşiler, Villa Bosphorus Söyleşileri adıyla kitaplaştırılacak.

 

***

 

Orhan Kemal’in yaşadığı evleri oğlu Işık Öğütçü anlatıyor

 

Yazar Orhan Kemal'in EviBabam 1951’de İstanbul’a geliyor. Kısa bir süre Tarlabaşı’nda arkadaşının evinde kalıyor. 1954’e kadar Balat Fener’de oturuyorlar. Ondan sonra 1966’ya kadar Unkapanı’ndaki Cibali Fırın Sk. No: 20’de oturuyorlar. Şimdi Kadir Has Üniversitesi’nin arkasındadır burası. Üstünde de plaket vardır; ‘Orhan Kemal burada oturdu’ diye. Adı da Yazar Orhan Kemal Sokak olarak değişti. Hâlâ duruyor bu ev. İçinde kiracılar var. Zaten babam da kiracıydı. İki katlı kagir bir ev. Ondan sonra bir yıl Fatih’te Akşemsettin Caddesi üzerinde oturduk. 1966-67 yıllarında. Sonra da Basınköy’e geçtik. Cibali’deki evi müze olabilir; ama mal sahibi, sit alanı olduğu için orasını satmıyor. Devletin el koyması lazım. Ben bir ara teklif götürdüm; ama satmadılar.

 

***

 

Özdemir Asaf’ın evlerini çocukları anlatıyor

 

Seda Arun: Babam Ankara’da doğdu, ama Kadıköylü’dür. Acıbadem’deki Dörtyol Mustafa Bey Çıkmazı’ndaki dedesinin köşkünde yaşadı. Bu sokak, ismini babamın dedesinden alır. Çünkü bu yolu dedesi konak yaptırmak için açtırmış. Babamın çocukluğu orada geçti. Annemle evlenince o köşkün üst katında oturdular. Biz orada doğduk. 7-8 sene oturduktan sonra Moda’ya taşındık. Burada 5-6 ev değiştirdik, onları hatırlıyorum. 1961 yılında annem ve babam ayrıldı, annesinin yanına köşke tekrar taşındı. Babaannem bir süre sonra Marmaris’e yerleşti. Babam ikinci eşi ve kardeşlerimle bu konakta oturdu. Daha sonra burası yıkılıp yerine apartman yapılacağı için babam ve kardeşlerim Küçük Bebek Caddesi’ndeki Gülen Apartmanı No: 16/8’e taşındılar. Babam 1981’de burada vefat etti. Şimdi bu ev veteriner kliniği olarak kullanılıyor. Acıbadem’in dışındaki bütün evler kiraydı.

Olgun Arun: Küçük Bebek’te karakolu geçtikten sonra 50 metre ileride Hacı Bozanoğlu Baklavaları vardır. Burada babamın küçük bir işletmesi vardı. Birçok edebiyatçının burada anıları vardır. Buranın en önemli özelliği duvarında babamın el yazısıyla yazdığı bir şiirinin olması. 25 yıldır bu şiir orada duruyor. 1980 yılında biz burayı boşalttık. Bizden sonra videocu oldu, kot satılan bir dükkan oldu. Sonra da bir pastane açıldı. Pastanenin sahipleri bu şiirin üstünü kapatmışlardı. Pastane kapanınca 1995’te Hacı Bozanoğulları aldı, onlarla konuşup şiirin sıvaları açıldı.

 

***

 

Attila İlhan’ın evini kardeşi Çolpan İlhan anlatıyor

 

Ağabeyimin Maçka’daki evini henüz boşaltmadık, kapalı. Yaşadığı şekilde duruyor. Orasını ziyarete açmayı ya da müze yapmayı düşünmüyoruz. Buranın dışında bir kütüphane yapma planımız var. Orası zaten kiraydı. Attila İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı kuruldu, ancak faaliyete geçirmek için mekan arayışımız yoğun bir şekilde devam ediyor. Gençlerin çok olduğu Beyoğlu ya da Cihangir gibi bir semtte iki katlı bir yer arıyoruz. Bir katını vakıf olarak düzenleyeceğiz, diğer katına ağabeyimin bilgisayarı, daktilosu, şapkası gibi özel eşyalarını ve kütüphanesini taşıyacağız. Ama istediğimiz gibi bir yer bulamadık. Bu yaz içinde halledeceğimizi umuyorum. Maçka’daki ev Swiss Otel’e çok yakın. Gençler yararlanabilsin diye daha kalabalık bir yerde olmasını arzu ediyoruz. Orası bir apartman katı, buradan istifade etmek zor olabilir.

 

 


 

Hangi yazarın evi nerede, akıbeti ne oldu?

* Ahmet Hamdi Tanpınar, 1944-51 yılları arasında Tünel'deki Narmanlı Han'da konaklamış. Ressam Nuri İyem, anılarını anlatırken yazarın Gümüşsuyu'ndaki evinden sık sık bahsederdi.

* Samiha Ayverdi'nin Fatih'teki evi Fevzipaşa Caddesi üzerinde. Kapısında orada yaşadığını belirten bir tabela bulunuyor.

* Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Heybeliada'daki evi restore edilip müze yapıldı.

* Sait Faik’in Burgazada'daki evi müze oldu.

* Mehmet Akif Ersoy’un Ankara’da bir süre yaşadığı Tacettin Dergahı, Mehmet Akif Ersoy Evi Müzesi olarak ziyarete eçık.

* Ziya Osman Saba'nın Kadıköy Misak-ı Milli Sokak No: 37'de oturduğu ev yıkıldı.

* Yahya Kemal'in Üsküp'teki evi de yıkılmış. Ancak Makedonya'da faaliyetlerine devam eden Köprü Derneği Başkanı Hüsrev Emin, evi aynen inşa edeceklerini söylüyor.

* Behçet Necatigil, 1964'ten 1979 yılına kadar Beşiktaş Nüzhetiye Caddesi'nde Deniz Apartmanı'nın 23 No'lu dairesinde yaşamış. Evde şimdi yeni sahipleri var.

* Şeyh Galip'in Sütlüce'de bir süre yaşadığı Elif Efendi Sokak No: 2'deki evi de yeni sahibi tarafından kısa bir süre önce yıkıldı.

* Cahit Sıtkı Tarancı ve Ziya Gökalp'in Diyarbakır'daki evleri müze oldu.

* Asaf Halet Çelebi'nin Beylerbeyi'ndeki evi yeni sahibi tarafından restore ediliyor.

* Abdullah Cevdet'in İçtihad Evi adını verdiği evi, Cağaloğlu'nda Çatalçeşme Sokak'ta.

* Tevfik Fikret'in 1906-1915 yılları arasında yaşadığı Emirgan'daki evi Aşiyan Müzesi oldu.

* Ahmet Muhip Dıranas'ın Sinop'un Karaoğlan köyünde ormanlık içinde kendi eliyle yaptığı ahşap evi de akıbeti ne olacağı bilinmeden duruyor.

* Nazım Hikmet'in Piraye Hanım'la yaşadığı Cihangir'deki evin kapısına plaket asılmış; ancak apartmanda yaşayanlar ile bu faaliyetleri yürüten Şehr-i İstanbul Derneği arasında sorun çıktığı için kaldırılmış.

* Necip Fazıl'ın hem Türkiye'de hem Mısır'da yaşadığı birkaç evi var. Erenköy'de son yıllarını geçirdiği evi geçen yıl imar nedeniyle yıkıldı.

* Sevim Burak'ın Çengelköy'ün üst taraflarındaki evi yine Şehr-i İstanbul Derneği tarafından tespit edilmiş ve kapısına plaket asılmış.

* Necati Cumalı'nın İzmir Urla'daki evi, ölümünün ardından restore edilip Necati Cumalı Anı ve Kültür Evi adıyla 2001'de açıldı.

* Ahmet Haşim'in Kadıköy'de yaşadığı bilinen evi yıkılan evler arasında.

* Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu ve Dudaktan Kalbe adlı romanlarını yazdığı İzmir'in Bozyaka semtindeki evinin restorasyonu bitme aşamasında.

* Ahmet Mithat Efendi'nin 1894 yılında Beykoz'da aldığı Beykoz Parkı'nın yanındaki yalı, belediye tarafından restore edilmiş.

* 12 Ağustos 1999'da Datça'da vefat eden Can Yücel'in evi "Can Evi" adıyla ziyarete açık.

* Mina Urgan'ın Bodrum'daki evini Cemil İpekçi satın aldı, şu anda kendisi oturuyor.

* Yahya Kemal Enstitüsü, yazarın anılarını yaşatmaya Beyazıt'taki yerinde devam ediyor.

* Rıfat Ilgaz'ın 1911’de doğduğu Cide'deki evi Rıfat Ilgaz Kültür ve Sanat Evi adıyla ziyarete açıldı.

 

 


 

Günümüzün yazarları umutsuz

 

Peki şimdinin şair ve yazarları ne hissediyor yazarların evlerinin bu durumu karşısında. Acaba kendi evlerinin akıbetlerinin ne olacağını merak ediyorlar mı? Vefasızlık örneklerine tanık oldukça ne hissediyorlar? Yoksa umurlarında değil mi tüm bunlar? Biz sorduk onlar, cevapladı.

***

Müze mezarlığına dönmeyelim
Fazıl Hüsnü Dağlarca: Şu anda oturduğum ev kendi malım. Vârisi de yoktur. Burası benden sonra Dağlarca Müzesi olacak. Eşyalarım burada kalacak. Müze yapılması güzel; ama önüne gelen de müze açmamalı. Kültür Bakanlığı’nın izni alınmalı. Çünkü çokluk müzenin değerini azaltır. Benim bile bu teşebbüsüm şahsıma bırakılmamalı, bir izinle olmalı. Yoksa ne olur, ev alan müze yapar kendine. Türkiye 100 sene sonra müze mezarlığı olur. Hayata katılması daha iyi olabilir, manzarası uygun olan yerlerin restoran olarak değerlendirilmesi güzel bir çaba. Müze neye yarar? Manzarası güzel mekanlar maziye kilitlenmemeli, yeniliğe açık olmalı.

***

İyi ki, benden geriye bir ev kalmayacak
Selim İleri: Evimin ne olacağını hiç düşünmedim. Aslında yazarların evi olmalı mı, bilmiyorum. Aklımda, eski bir sahne: Ülkü Erakalın, Cahide Sonku’nun son dönemini belgesele dönüştürmek istemiş. Perişan kıyafetli, alkole yenik düşmüş bu görkemli kadın, Paris’te Sarah Bernhardt’ın müze olan evini gördüğünü hatırlıyor ve diyor ki: “İyi ki, benden geriye bir ev kalmayacak. Hiçbir zaman bir evim olmadı...” Galiba böyle hissediyorum.

***

Benim herhangi bir talebim yok
Hilmi Yavuz: Şu anda oturduğum ev benim evim değil, kirada oturuyorum. Hiçbir zaman İstanbul’da ya da başka bir şehirde kendime ait evim olmadı zaten. Dolayısıyla “Hilmi Yavuz Evi” diye korunabilecek, müze haline getirilecek bir ev yok. Türk şair ve yazarları olarak bu konuda çok fazla iddialı olmamalıyız. Türkiye’nin yüz akı şairlerinden birinin, Ahmet Haşim’in mezarı bile güçlükle bulunabildi, eviyle kim ilgilenir? Benim bu konuda herhangi bir talebim de beklentim de yok. Âşık Veysel’in deyişiyle benden sonra dostlarım beni hatırlamak için, arada sırada bir araya gelir, benden söz eder, şiirlerimi okur, benimle ilgili anılarını anlatırlarsa bu beni mutlu eder. Onun dışında ne devletten ne belediyeden herhangi bir talebim yok. İki oğlum var. İkisi de değerbilir çocuklardır. Hiç şüphesiz benimle ilgili birtakım şeyleri organize ederler; ama evlere plaket konulması gibi şeyleri iddialı buluyorum. Hatırlanmak güzel bir şey; ama doğrusu bunun olacağını hiç zannetmiyorum. İyimser olmaya gerek yok.

***

Bir yazarın asıl evi yazdıklarıdır
Enis Batur: Çok, pek çok yazar evi gezdim bugüne dek. Yolum düştüğünden birkaçı, birçoğu yolumu düşürdüğüm için. İşim bitmedi o evlerle, çentiklediklerim var, sıraya koyduklarım: Bilmem, oralarda tam ne arıyorum? Bir şairin, yazarın, asıl evi yazdıklarıdır. Bunu söylüyorum, ama içimde bir dürtü gidip dokunuyorum. Montaigne’in, Balzac’ın, Tevfik Fikret’in masalarının üzerinde sağ elimi dolaştırdım. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, Loti’nin, Mallerme’nin, Nietzsche’nin evlerinde, odalarında dolaşırken yanıma bir hayalet ilişti izlenimine kapıldım. Doğduğum, büyüdüğüm evler yıkıldı. İleride, ben çekip gittikten sonra, yaşadığım ev korunsun, gezilsin istemem. Bunun için kendi evimi kendi elimle çizmiş, yapmış ya da yaptırmış olmam gerekirdi; bir gün bunu yapabilecek miyim, sanmam. Öte yandan evlerin cephelerine çakılan küçük pirinç tabelaları, mermer sayfaları seviyorum; böyle bir uygulamaya hayaletim karşı çıkmazdı.

***

Kültür, ancak korunarak inşa edilir
Elif Şafak: Avrupa’da ve Amerika’da yazarların evlerinin nasıl korunduğunu gördükçe hep gıpta etmişimdir. Bizde ise tam tersine müthiş bir hafızasızlık ve vefasızlık hakim. Ben yazarların yaşadığı ve yazdığı evlerin korunmasını arzu ediyorum. Ama illa da müze olarak değil. Kimi zaman müze, kimi zaman belli konularda uzmanlaşmış bir kütüphane, kimi zaman bir “yazı evi”, kimi zaman sergi salonu olarak kalmasını isterim. Biçimi önemli değil. Önemli olan edebiyatçıların yazılarına, geride bıraktıkları izlere sahip çıkılması ve kültürün silinerek değil, katlanarak, korunarak inşa edilebileceğinin unutulmaması.

***

Dokunulmadan müze haline getirilebilir
Ahmet Ümit: Bu konuyu çok fazla düşünmedim açıkçası. Yaşadığımız evlerin bir kütüphaneye çevrilmesi güzel olur. Ben de Avrupa’ya ya da Dostoyevski’nin kaldığı yerleri görmeye gittiğimde bu yazar nerede oturdu, yazdı diye merak ediyorum. Özellikle kütüphanesinin aynen korunmuş olması çok hoşuma gider. Onlar, o zaman kalemle ve kuş tüyü benzeri şeylerle yazıyorlardı, onları görmek hoş olur. Kaldığım evin bir müze olmasını isterim; ama dokunulmadan korunabilirse okurlar için de enteresan olur. CD’lerimin, kitaplarımın, bilgisayarımın, duvardaki resimlerin korunmasını, mümkünse evin boyasının da aynı kalmasını tercih ederim.

***

Yaşadığım evin hiçbir önemi yok
Ayfer Tunç: Şişli’de, Orhan Veli’nin ablası, sevgili Füruzan Hanım’ın oturduğu evde bir duvar resmi vardı. Metin Eloğlu tarafından yapılmış. Orhan Veli’nin de yaşadığı bu ev, bir dönemin kültür sanat tarihinin değerli bir parçasıydı. Füruzan Hanım bana şöyle demişti bir gün: “Daha sakin bir semtte yaşamak istiyorum, ama bu evden çıkarsak bu duvar resmi ne olacak? Taşınanlar üstünü boyayacaklar. Kıyamıyorum...” Bu örnekleri sınırsızca çoğaltabiliriz. Bu şehirde, hatta bu ülkede hiçbir yapıyı coğrafyanız için, tarihiniz için, duygularınız için kerteriz alamazsınız. Mutlaka yıkılacaktır. Elbette bazı yapıların ömrü tamamlanır, yıkılması gerekir, ama bu kadar şiddetli ve hızlı olması bana çok ağır geliyor. Bu hızlı ve gözü kürü yıkıcılığın ne uğruna olduğunu anlamakta güçlük çekiyorum.

Tarihi yapan şey sadece zaman değil, zaman sadece geçer, saptamaz, sabitlemez. Tarihi hayat yapar. Tarihle barışık değiliz biz, tarihten hoşlanmıyoruz. Almanlar, Goethe’nin evini II. Dünya Savaşı bombardımanında tümüyle yıkıldığı halde aslına tıpatıp uygun bir şekilde inşa ettiler, bu büyük yazarlarının eşyasını bombardıman sırasında canla başla sığınaklarda sakladılar. Canlarıyla birlikte Goethe’nin hatırasını korudular, demek ki Goethe’nin yazı masası veya kalemi canları kadar değerliydi onlar için. Değerbilir bir toplum değiliz, kabul edelim bunu. Öyle olsaydık, Necip Fazıl’ın evi yıkılmazdı, Tanpınar’ın ve daha birçok değerli sanatçının yıllarca yaşadığı Narmanlı Han bugün binlerce genç insan tarafından ziyaret ediliyor olurdu. Benim yaşadığım evlerin hiçbir önemi yok. Ben bu şehrin daha ne kadar tanınmaz hale geleceğinin, bu değerbilmezliğin nereye varacağının kaygısını taşıyorum. Çok sevdiğim Tanpınar için bir dilek tuttum yıllar önce: Üstünde yazan “Ahmet Hamdi Tanpınar bu binada yaşamıştır” yazısı bana yetmiyor. Ben, Narmanlı Han’da Tanpınar’ın yaşadığı odaya ayak basmak istiyorum.

 

 

[email protected]

1