Orhan Kemal’in
ilk olarak 1954 yılında “Seçilmiş Hikayeler Dergisi Kitapları’nca
basılan “Grev” adlı öykü kitabı Everest yayınları tarafından yeniden
yayımlandı. 18 öykünün bulunduğu kitaptaki öykülerin çoğu neredeyse
birebir işçi öyküleri. Adını işçilerin hak elde etme ve direniş
eyleminden ve alan 1947 yılında yazılan “Grev” öyküsü Türkiye’de
işçi, işveren ve devlet otoritesi arasındaki ilişki ve bu grupların
ufkuna dair bize önemli ipuçları veriyor.
Mazlum VESEK
Orhan Kemal’in
Grev öyküsü 60 yaşında
“Grev mi
dediniz? Dehşet!”
Cumhuriyet
Türkiye’sinin henüz bir sosyalist parti ile tanışmadığı yıllarda
sol, kendini en çok edebiyatla ve sanat dergileri ile var etti.
Türkiye’nin çalışanları ise yasal olarak bazı haklara sahip
olmalarına rağmen bunu bilincini taşımadıkları için seslerini çok da
yükseltmemişlerdir.
1908’de 2.
Meşrutiyet’in ilanından önce, özellikle İstanbul’da çeşitli iş
kolunda çalışan işçilerin yaptığı grevlerden haberdarız. Ki o
dönemde, İstanbul’da kurulu Halk İştirakiyun Fırkası ve Sosyalist
Osmanlı Fırkası’nın da etkisinden de söz edilebilir.
1923’te
Cumhuriyet’in kurulmasından sonra işçilerin “Amele” bayramını
kutlama hakkını olduğunu biliyoruz. Bu dönemde tapılan ilk önemli
grevlerden biri de, 1927 yılında Adana’da yapılan şimendifer
grevidir. (bkz. Orhan Kemal- Kanlı Topraklar, Nurer Uğurlu- Orhan
Kemal’in İkbal Kahvesi)
1930’lardan
1960’lara kadar ciddi bir suskunluk dönemi görüyoruz. Bu yıllardaki
tek parti rejimi, 2. Dünya Savaşı, DP iktidarı ne surette olursa
olsun işçilerin kendilerinden olan bir yapı ortaya koymalarını
engellemiştir. Türkiye’de çalışanlar, ancak 1961 Anayasası ile soluk
aldı.
Orhan Kemal’in
1947’de kaleme aldığı “Grev” adlı öyküsü bu dönemin fotoğrafını
çeker niteliktedir. Grevin kanunen yasak olduğunu öyküden
anladığımız yıllarda dokumahane işçileri, ilginç bir yöntemle
İtalyan usulü bir grev gerçekleştirirler. Makineler çalışır
vaziyettedir; ancak üretim yoktur. Çalışma saatinin 8 saate
indirilmesini ve ücretlerinin artmasını istemektedirler. Fabrika
sahibinin oğlunun işyerine gelmesiyle olaylar gelişir. İşçi, patron
ve polis arasındaki diyaloglar Türkiye’deki işçi hareketinin
sosyolojik arka planını göstermekte.
“Sallandırıver bir ikisini…”
Türk
edebiyatının ilk işçi öykülerinden olan Grev, yazarın diyaloglarla
oluşturduğu akışla, bize, o yıllarda Türkiye’deki işçi hareketi
hakkında önemli fikirler veriyor.
Fabrika sahibi,
grevi haberini duyduğunda aldığı karar kesindir:
“(…) İcap ederse atölyeyi bağla, koğ
gitsinler! Amele mamele…Aç itleri başımıza çıkardılar bre
herif…Hökümet hökümet değil ki…Sallandırıver bir ikisini…”
Fabrika sahibi
bu sözlerle işçileri ne pahasına olursa olsun kendisine çalışmaya
zorunlu varlıklar olarak görür. Hükümet de (devlet) bu olayları
engellemeye görevli aygıttır. Bunu yapmadığı için hükümetliğini
yapmamaktadır. Fabrika sahibinin bir hak alma biçimi olan greve
biçtiği ceza da düşündürücüdür: “Sallandırıver bir ikisini…”
Öykü de
işverenin kanunları uygulamadığını da görüyoruz. Bunu, işçilerin
içinde ön plana çıkan ve haklarının bilincinde olan Sarı Memet’in şu
sözlerinden anlıyoruz: “Harp
biteli beş sene oluyor!” dedi. “İş Kanunu’nun hükümlerini yerine
getirmenizi istiyoruz!”
İşçilerin
kararlılığı karşısında fabrika sahibinin oğlu şarteli indirir ve
işçilerden fabrikayı boşaltmasını ister. İşçiler, asıl kanunsuzluğun
bu olduğunu söyleyerek, fabrikayı terk etmezler. Az sonra fabrikaya
gelecek polislerin ve Başkomiser’in bazı kavramlara ne kadar yabancı
olduğunu görüyoruz.
Sarı
Memet’le arkadaşları ileri atılıp, “Komiser Bey,” dediler, “fabrika
sahibi lokavt yaptı, ifadelerimiz alınsın!”
Her kafadan
bir ses çıkıyordu. Başkomiser şaşırmıştı.
“Lokavt ne
demek?” diye sordu.
Vali muavini
ile konuşan “Büyük Ağa” ise demokrasiden şikayetçidir! “nirden
icad oldu bu demirkırasi? Irgat, maraba güruhuna kabahatli olduk
bayağı. Paramızla irezil oluyok!”
Parası olmak
bir “güruha” istediğini yapmak için yeterlidir, “Büyük Ağa” ya göre.
Demokrasi ise kendilerine zarar vermiştir.
Vali muavini
ise “tehlike”nin olmadığını söyler.
“Olur efendim,” dedi. “Ufak tfek
meseleler bunlar. Maazallah Evropa’daki gibi olsalar”
Öyle ki vali
muavini Türkiye’deki işçilerle Avrupa’dakiler arasındaki farktan
dolayı işçileri de dinlemek gerektiğini söylüyor. Devlete de hakem
rolü veriyor.
“Burası
Avrupa değil Beyefendi!”
“Olabilirdi.
Aralarında yüz, yüz elli senelik fark var bereket versin ama asrımız
uçak asrı, atom asrı…Bu yol belki hızla kapanacak…Bilinmez ki”
Ancak bu tutum
işverenin hoşuna gitmemekte. “Sallandırıver
bir ikisini…”
“Elebaşı”
işçilerin sevk edileceği savcının “grev” sözcüğünü duyduğunda
gösterdiği tavır otoritenin işçi hareketine bakışını anlamak için
önemlidir. “(..) Grev mi dediniz? Dehşet!(…)”
Savcı ile
işverenin aynı fikirde olması dikkat çekicidir:
“Burayı İtalya yahut Fransa sanmış
köpoolları”
Yine savcıya
göre nasıl böyle bir şeye cesaret edebilirler, bu cesaretin neye mal
olacağını anlamamışlar mı? Ama ziyanı yok kendileri bunu
anlatacaklardır işçilere.
“…Mamafih, anlatacağız elbette.”
Türkiye, grev
sözcüğü duyulduğunda “dehşet”e düşülen bir ülke iken 16- 17
Haziran’ı, 1 Mayıs 1977’yi gördü. Ancak 23 fındık işçisinin 18 YTL
için ölmesini engelleyemedi. Dolayısıyla, toplumcu edebiyatın
küçümsendiği şu günlerde daha çok işçi öyküsü yazılmalı ve okunmalı.
Orhan Kemal’in Grev kitabı, adıyla bile Türkiye’de işçi öyküleri
denilince akla ilk gelen öykülerdendir.
Kitaptaki
diğer öyküler
Grev kitabında
18 öykü bulunuyor. Hemen hepsi de işçi öyküsü. Orhan Kemal’in küçük
insanların yaşantısına dair yazdığı bu öyküler, hiç zorlama
olmaksızın diyaloglar aracılığıyla okuyucuyu sürükleyecek türden.
Öyküleri okurken, yazarın, küçük insanların dünyasını ne kadar iyi
tanıdığını görüyoruz. Öte yandan küçük insanların kaygılarında uzak
olan insanların bakışını da çok iyi veriyor. Ancak öykülerinin
başkahramanları genellikle işçilerdir.
Orhan Kemal’in
öykülerini okurken toplum denen yapının nasıl hareket ettiğini
görürüz. Ortak sevinçler, hayretler, üzüntüler, kızgınlıklar hiç de
abartılı değildir.
“Arka Sokak”
öyküsünde kimsesi olmayan bir kadının doğum yapması karşısında
mahallelilerin gösterdiği tepki buna örnektir. Kendisine çarptığı
halde şoförün hapse atılıp atılmayacağını düşünen, hatta gözleri
dolan “Süpürgeci” de ise insani duyarlılığın derecesini anlatmakta.
Dünya’nın Babil
Kulesi’ne benzetildiği “Balon (Mahalle Kavgası)” adlı öyküde de
nasıl ki gittikçe yükselen Babil Kulesi’nde zamanla kimse kimsenin
dilinden anlamamaya başlamışsa; insanlar arasındaki ilişkiler de
öyledir. Yazar baş döndürücü bir hızla birçok karakteri devreye
sokmakta; ama hepsinin derdi başkadır. Hepsi kendi yöntemleriyle
sorunlarını çözmektedir. Birbirine bağlı olan bu ilişkilerde herkes
toplum nezdinde kabul edilmeyen “yanlış”ı giderme peşindedir.
“Hamam Anası”
ise yazar, yaşlı bir kadını gördüğünde aklına gelenleri anlatıyor.
Bin yıllardır aynı yerde bekleyen bir kadındır, O. Yazar yaşlı
kadını benzettiği “Hamam Anası” nın ne olduğunu bilmese samimi ve
sıcak bir akışla anlatır kadını. Öyle ki, öyküyü okurken buna
inanmak istiyorsunuz.
Grev, Orhan
Kemal, Everest Yayınları, 2007, 224 sayfa
|