Ana Sayfa

Cumhuriyet Kitap Eki - Hasan Akarsu - 20 Eylül 2007

 

... KISA KISA ... KISA KISA ... KISA KISA ... KISA KISA ...

Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl

Hasan AKARSU

Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde Nâzım Hikmet'le ilgili olarak yazdığı anıları, iki yazarımızı daha iyi tanımamız bakımından önem taşıyor. Bu basıma Orhan Kemal'in "Cezaevi Notları", "Nâzım Hikmet'ten Orhan Kemal'e Mektuplar" da eklenince yapıt daha da değerleniyor. Bu nedenle, Orhan Kemal Kültür Merkezi'ne yazınımıza katkılarından dolayı teşekkür borçluyuz. Orhan Kemal, 1940 yılında Bursa Cezaevi'nde, sabıka defterlerinde çalışırken, yazmandan Nâzım Hikmet'in Çankırı Cezaevi'nden Bursa Cezaevi'ne geleceğini öğrenince seviniyor. Siyatiklerinden rahatsız olan Nâzım, banyolardan yararlanmak için Bursa'ya gönderiliyor. Orhan Kemal, onunla arkadaş olabilmek için can atıyor. Sevincini cezaevi arkadaşlarından Necati'yle, İzzet'le, Emin Bey'le paylaşıyor. Emin Bey, "Hey koca Nâzım!" diyerek karşılıyor bu sevinçli haberi. Önceki cezaevlerinden tanışıyorlar Nâzım'la. Birkaç hafta sonra Nâzım'ın cezaevine getirildiği haberi duyuluyor ve Orhan Kemal o anı anlatıyor: "Aradan haftalar geçmişti. Gene kurşuni bir sabahtı. Gene kar vardı zambak yapraklarında. Necati nefes nefese girdi: 'Nâzım Hikmet'i az önce getirdiler!' Her zaman olduğu gibi kalemde ve sabıka defterlerinin başındaydım. Kalemimin elimden düştüğünü hatırlıyorum..." (s.12) Sonra Nâzım'la yüz yüze gelip tanışıyorlar. Nâzım'ın diğer cezaevlerinden tanıdıklarıyla karşılaşması, onları anımsaması, durumlarıyla ilgilenmesi ilgi çekici: Adembaba Deli Remzi, Sarıyerli Emin Bey, Ertuğrul, Kolonyacı Dimitri vb. Anılarda, Nâzım Hikmet'in tüm tutuklularla iyi ilişki kurması, onları tanımaya çalışması, yaşam felsefesiyle uyumlu olduğunu gösteriyor. "Çünkü Nâzım, düşmanları tarafından bile sevilen bir İNSAN'dır." Nâzım da, Orhan Kemal'in yattığı koğuşa yerleşiyor. Orhan Kemal'in bütün zoru, yazdığı şiirleri Nâzım'a okumak ve onun görüşlerini almak. Sonunda ortamı hazırlayıp şiirlerini okumaya başlıyor: "Okumaya başladım...Heceyle yazılmış şiirlerdi bunlar...İlk dörtlük henüz bitmemişti: 'Yeter kardeşim, yeter...Bir başkasına lütfen' Halbuki en güvendiklerimden biriydi...İçimde bir şeyler yıkıldı. Bir başkası... İlk, ikinci, üçüncü mısranın yarısı. 'Berbat'...'Rezalet'...'Peki kardeşim, bütün bu laf ebeliklerine, hokkabazlıklara, affedin tabirimi, ne lüzum var? Samimiyetle duymadığınız şeyleri niçin yazıyorsunuz?..." (s.21) Orhan Kemal bu uyarılar karşısında yıkılıyor. Bu kez Nâzım okuyor şiirlerini: "Onlar ki toprakta karınca/ suda balık,/havada kuş kadar/ çokturlar..." (s.22) Orhan Kemal, onun şiirlerinin çok güzel olduğunu söyleyince, o da iltimas geçildiğini anımsatıyor alçakgönüllülükle ve: "Sizde, sanat için iyi kumaş var, kesin... Evet, sizde iyi bir sanatkâr için gereken, iyi bir kumaş var..." (s.23) diyor ve onunla ilgileneceğini söylüyor. Fransızca, felsefe vb. dersler veriyor ileriki günlerde. Bir başka gün, Nâzım'ın eline, Orhan Kemal'in bir roman çalışması geçince, Nâzım heyecanla gelip şunları söylüyor: "Siz mi yazdınız bunu?...Birader...Neden bahsetmediniz bundan. Siz düzyazı yazın düzyazı!" (s.31) Böylece Nâzım, Orhan Kemal'de düzyazıya yatkınlığı belirliyor ve onu o yönde yazmaya yönlendiriyor.Orhan Kemal, anılarında, Nâzım'ın gecenin bir vaktinde uyanıp kendisinden kalem isteyip duvara dizeler yazdığını anımsatıyor. Nâzım, şiir yazarken kendinden geçen bir ozan. Korkusu var bu noktada, şöyle diyor Nâzım: "En sinirlendiğim şey, böyle (kendimi) kaybederek dolaşırken etraftan seyredilmek. Deli diyeceklerinden korkuyorum. Onun için kendimi tamamıyla kapıp koyuveremiyorum." (s.38) Nâzım, sanat işlerini ciddiye alan bir inanmış ozan. Orhan Kemal, ona her aklına geleni soruyor. Nâzım, dilimizin sadeleşmesi konusunda şunları söylüyor: "Dilde ölçü halk olmalıdır. Halkın yadırgadığı, her günkü konuşma dilinde kullanmadığı kelimeleri almamaya bilhassa dikkat etmeli..." (s.42) Şiirde şekilden çok içerik yeniliğini savunuyor. Hapiste geçim sıkıntısı çeken Nâzım, bunun üstesinden gelmek için çözümler arıyor ve dokuma tezgâhları kurup çalıştırıyor. Başarılı da oluyor: "Nâzım, birlikte çalıştığı arkadaşlarının bütün ihtiyaçları ve dertleriyle ilgilenirdi. Tezgâhlarda bez dokuyan Batı Anadolulu delikanlıların gönüllerini kendine çekmişti..." (s.50) Nâzım, dünyadaki gelişmeleri izleyip doğru tanılar koymakta da usta. İkinci Dünya Savaşı sürerken Almanların yenileceğini söylüyor, bunun "tarihi bir zorunluluk" olduğunu belirtiyor. Çevresindekilere iyilik etmekten zevk duyuyor, borç para isteyenlere bulup buluşturup veriyor.Hapiste Nâzım'ı, karısı Piraye, yılda birkaç kez ziyaret edebiliyor. Bu anları şöyle anlatıyor Orhan Kemal: "Piraye Yenge yıldan yıla iki, pek pek üç sefer gelir, birkaç kuruşu varsa üç beş gün otelde kalırdı. Böyle günlerde Nâzım Hikmet'i görmeli! Piraye Yenge trenden iner inmez, ayağının tozuyla telefon eder, yahut otele filan inmeden hapishaneye gelirdi... Nâzım'ın karısına saygısı sonsuzdu...Yazdığı mektupları bazen bana da okurdu. Bu mektuplar, şiir dolu nesirlerdi ki, sade samimi -ama ne kadar samimi, ne kadar sade- dilleri dinleyene ferahlık verir, hayatı sevdirir, insana en karamsar zamanlarında bile ruh değişikliği, yepyeni bir tazelik verebilirdi..." (s.62-63) Nâzım'ın bu mektupları saklayıp Memleketimden İnsan Manzaraları'na belge yaptığı biliniyor. Orhan Kemal, bu yapıta kimlerin malzeme verdiğini anlatıyor: "...Yayalar Köylü İbrahimler, Çorbacı Mehmetler, Laz Eyüp Ağalar, İlyas Kaptanlar, Balkanlı Muhacirler, Azerbaycanlı Şükrü Beyler, Galip Ustalar..." (s.77) Annesi de ara sıra ziyaretine geliyor, Nâzım'ın portresini çiziyor, resmini yapıyor. Nâzım, annesiyle resmi tartışırken de gerçekçiliği savunuyor. Orhan Kemal, "Tavşan Hikâyesi"ni anlatırken, Nâzım'a armağan ettiği tavşanı ne değin sevdiğini belirtiyor. Nâzım, tavşanla mutlu oluyor. Piraye, tavşanı alıp götürünce onun tavşanından kurtulmuş oluyorlar. "Çilek Hikâyesi"nde de, Nâzım'a armağan edilen bir kutu çileğin öyküsü anlatılıyor. Çilekleri pudra şekeri serperek yiyorlar: "Nâzım, 'Ooooh be' dedi,'çileğe doyamadım demeyeceğim!"(s.89)Orhan Kemal, hapiste beş yıl yatıp çıkarken (Nâzım'la 3,5 yıl), Nâzım için "Komik Hürriyet" ve "Nâzım Hikmet'e" şiirlerini yazıyor, Nâzım'a okuyor. Nâzım bu şiirleri çok beğeniyor: "Bana baktı, tekrar okudu, sonra elindeki kupayı bir yana bırakıp yaşaran gözleriyle gülümseyerek, boynuma sarıldı: 'Sağ olun' dedi, sağ olun e mi? Beni bundan daha çok memnun edemezdiniz!" (s.94) Orhan Kemal'in Cezaevi Notları da o günlerde yaşananları günü gününe yansıttığı için önemli. 19.05.1942, Salı günlüğü şöyle: "Hava bulanık. Yağmur çiseliyor. Hava serin. İşe gidemedik. Yağmurun yağmasına Nâzım Hikmet, 'Bu yağan altınmış' dedi, 'altın'. Sonra masadaki pörsümüş çiçekleri dağıttı. Sularını değiştirdi. Ve çiçeklerin içinden dirilerini teker teker kavanoza koyarken şarkı söylüyor. Sordum:'Çiçeklere şarkı mı söylüyorsunuz?' Evet' dedi, 'benim çiçeklerim şarkıya alışıktır. Onlar şarkıyla büyüdüler..." (s.97) Bir diğer günlüğünde Orhan Kemal, "Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, insan karısını görmek değil, rüyada bile görmeye imkan bulamıyor" (s.106) diyor. Kitabın son bölümünde, Nâzım'ın Orhan Kemal'e 1944-1949 yılları arasında yazdığı on bir mektup yer alıyor. Nâzım, bu mektuplarında Ressam Berber İbrahim'in (Balaban) resmi, "inanılamayacak, akla sığmayacak" derecede ilerlettiğini, kendisini çok özlediğini belirtirken, Piraye'yle ayrılma noktasına geldiğini, kendisini affettirmek için ne yapacağını şaşırdığını vb. açıklıyor ve Orhan Kemal'in gönderdiği öyküleri değerlendiriyor. Yazınımızın en değerli ustalarından Orhan Kemal'in Nâzım Hikmet'le ilgili anıları, gözlemleri, 1940'lı yıllarda yaşananları, cezaevi ortamını yansıtması bakımından büyük önem taşıyor. Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl/ Orhan Kemal/ Everest Yayınları/ 5. Baskı/ Haziran 2007/ 128 s.


[email protected]

1